"Ece Ayhan’la birkaç saat…" başlıklı söyleşi 2000 yılında gerçekleşti. "Kunduz Düşleri" dergisinin 6. sayısında yayımlandı (2002). Söyleşinin tam metni defter arşivinde bulunuyordu, her nedense bugüne kadar tekrar yayımlanmadı bu önemli söyleşiyi. Kısmet 2024 yazınaymış. Ece Ayhan, içinden geçeni olduğu gibi aktarmış bu söyleşide. Aslında bir gün uygun bir zaman diliminde Şair Süha Tuğtepe'nin Ece Ayhan'la olan ev arkadaşlığı günlerini anlatmalıyız. İki şairin mizah dolu anıları. Bütün bu anılar bizde saklı durmasın isteriz, edebiyatımızın "şifahi tarih" sayfalarına kaydolmalı. Çünkü artık her ikisi aramızdan ayrılmış. Tüm defterin sadık ve eşi benzeri olmayan okurlarına iyi okumalar diyoruz, sizi Ece Ayhan'la baş başa bırakıyoruz. Unutmadan bu güzelliğin esas yaratıcısı şair Mehmet Çetin'i de anıyoruz, yattığı yer gül bahçesi olsun, o da çok erken ayrıldı aramızdan.
Defter
***
İkibin yılının Kurban Bayram’ndan birkaç
gün önce bir arkadaşıyla, Özay hanımla haber göndermişti Ece Ayhan: Piya
Kitaplığı’nın Vefa Dizisi’nden yayımladığı ‘’Çanakkaleli Melahat’a İki El
Mektup ya da Özel Bir Fuhuş Tarihi’’ adlı kitabından birkaç tane gönderebilir
miydik? Özay hanım, bayramın üçüncü günü ziyaret edecekti Ece Ayhan’ı. Bu,
nicedir bizim de özlediğimiz bir şey. Kitapları göndermedik, götürdük. Murathan
Muradoğlu, Fadıl Öztürk, Nesimi Aday ve Vecdi Erbay. Doluştuk Özay hanımın
arabasına…
Bir ev ortamını özlediği belliydi Ece Ayhan’ın, ama Acıbadem Huzurevi’nde
sahiden ‘huzurlu’ydu. Bu yüzden saatler süren sohbet oldukça keyifliydi;
ayrıca. Ece Ayhan’ın şiiri, tarihi, Türkiyesi, giderek dünyası konusunda
aydınlatıcıydı da. Bu keyifli sohbetin tamamını kaydetmek, okurla paylaşmak,
bir belge olarak saklamak isterdik elbette. Ama Ece Ayhan, ‘’Bırakın teybi,
konuşuyoruz yahu’’ diye istemedi önce. Ancak şiir konuşmaya başladığımızda izin
verdi anlattıklarını kaydetmemize.
Mehmet Çetin- Kunduz Düşleri
‘’Türk Şiiri Değişiyor’’
Kunduz Düşleri’nin yeni sayısının dosya konusundan söz ettik ona; seksen,
doksan, yüz. En güncel olayı bile anlatırken geriye dönüyor ya Ece Ayhan,
yine öyle yapıyor, genç şairleri değerlendirirken; İkinci Yeni’nin ilk
yıllarına dönüyor:
‘’Türk şiiri değişiyor. Turgut Uyar’ın
şiirlerini Yaşar Nabi yayımlamıyor, kendi yazarları olduğu halde. Ben şiir
gönderiyorum, İlhan Berk soruyor ‘bu kim’ diye. ‘Cemal Süreya adı başa beladır’
diyor Nurullah Ataç. Muzaffer’e söylüyor bunu. Şimdi de buna benzer şeyler var:
Kuru şairler var, genç kuşakların ‘çaykuru’. Tabii bunun kuru fasülyesi, kuru
kavanozu da var; yaşının tam tersi olan da var…Fakat bunların içinden çıkacak
şiir: Bir kısmı göründüğü gibi olmuyor, bir zaman sonra silinip gidiyor.’’
Ece Ayhan’ı sevmek
Sevenleri çoktur ‘karaşın’ şairin,
ama ona kızgın olanların sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur. Bunun nedenini
yine kendisi anlatıyor, biz dinliyoruz.
‘’Bir sürü nedeni var beni
sevmemelerinin. Ben de hakkımı sordum her yerde, her ortamda. Şimdi münakaşa
etmeyebilirim, ama bu hep böyle sürdü. Şimdi niye bu yaştan sonra değişeyim.
Sonra biz sokak çocuğuyuz, şiirin sokak çocuklarıyız. Şimdi bakın, felsefe
doktorası olmadan felsefe dersi veren tek adamdır Hilmi Yavuz.
Bunlar Levent’te bir ansiklopedi çıkarıyorlar. Pembe Yayınevi var. Hilmi de
orda çalışıyor. O sırada Erkekçe diye bir dergi de çıkarıyorlar. Bir gün
Aslıhan Pasajı’nda karşılaştık. ‘’Hilmi’’ dedim, duyduğuma göre İbne diye bir
dergi çıkarıyormuşsun.’’ Bozuldu. ‘’Bir o kalmıştı’’ dedi. Buraya kadar güzel.
‘’Ayna Şiirleri’’ adlı kitabı çıkmış Hilmi’nin. Gergedan dergisinden, Enis
Batur’dan bir haber geliyor; Ece Ayhan, Ayna şiirleri’ni yazar mı diye.
‘’Hayır’’ dedim, ‘’Ben edebiyat yazarım.’’ Bunu Hilmi’ye de söyledim. Meğerse
Enis’le iyi değilmiş araları. Çok bozuldu. ‘’Bak sen göreceksin’’ dedi. Tehdit
ediyor beni. Şiir Atı diye bir dergi var o zaman, Hilmi takma adla orda
yazıyor. Bir-iki sayı sonra hakkımda bir yazı yayımlandı orda. Antikrist diyor
bana. Şimdi kızgınlık şiiri göstermiyor. Benim Hilmi’yi sevmem şart mı?’’
‘’Sürgündü Cemal’in babası’’
Memet Fuat’ın ‘’Aydınlar Sözlüğü’’ adlı
kitabı daha yeni yayımlanmış o zaman ve kitabın etrafında epey tartışma
yaşanmıştı. Daha yaşanacak gibi de görünüyor. Ama herkesin gözden kaçırdığı,
belki de görmezden geldiği bir başka ayrıntı var kitapta. Bu ayrıntıya da Ece
Ayhan dikkat çekiyor:
‘’Bilecek’te sürgündü Cemal’in babası. Yoksuldu
sonra. İstanbul’da okusun diye Cemal’i abisine gönderiyor. Ama ihbar ediliyor
ve Cemal daha 6-7 yaşındayken emniyete düşüyor ilk kez, Sansaryan Han var ya,
meşhur. Ordan doğru Bilecik’e gönderiyorlar Cemal’i. Şimdi Aydınlar Sözlüğü’nde
Cemal Süreya’nın Kürt olmadığını yazmış Memet Fuat. Olmaz öyle şey. 10 Kasım’da
Mustafa Kemal İstanbul’da öldükten birkaç gün sonra trenle Ankara’ya sevk
ediliyor. Bilecik’e sürgünde olan Cemal’in babası tepeye çıkıyor ve ileniyor.
‘Bizi perişan ettin’ diyor. Bunu da Muzaffer Erdost’a Vecihi Timuroğlu
söylüyor. Timuroğlu’na da Cemal söylemiş bunu. Zaza Kürtlerdendi Cemal. Tersi
olsa ne olur? Ama bir kitap yazıyorsan gerçeklere dikkat etmek lazım.’’
‘’En çok Cemal’i özlüyorum’’
Konuşmamız
boyunca sözü sık sık Cemal Süreya’ya getiriyor Ece Ayhan. ‘’ En çok Cemal’I
özlüyorum’’ diye yanıtlıyor, ‘’kendi kuşağından özlediklerin kimler’’ sorusunu.
Onunla ilgili epey anı anlatıyor ve ‘’Böyle bir adamı neden özlemeyeyim’’ diye
bağlıyor. Anlattığı anıların tümünü yazmak isterdik, ancak, bir tanesi bile
yetecektir Ece Ayhan’ın Cemal Süreya’yı neden çok özlediğini anlamak için.
‘’Cihat Burak, Arif Damar, Cemal ve ben,
Kadıköy’de ‘Fıçı’ diye bir yer var, oradayız. Dışarda şakır-şukur yağmur
yağıyor. Sonra hanım arkadaşım geldi. Seyhan Karaca. Baktım Arif Damar para
veriyor bana. ‘Nedir bu’ dedim. Cemal, ‘Üstümde para yok’ demiş Arif’e, ‘Sende
varsa Ece’ye ver, ben sonra veririm sana’ demiş. Benim arabayla gideceğimi
düşünüyor Cemal. Yanımda hanım arkadaşım var ya… İnceliğe bak yahu. Ben böyle
bir adamı niye özlemeyeyim ki şimdi?’’
‘’Baykam’ın telgrafı’’
‘’Sivil’’ olmak, hele de Ece Ayhan gibi
‘’sivil şair’’ olmak zordur Türkiye’de. ‘’En’’ Atatürkçü Bedri Baykam’lı bir
anısı, bu zorluğu örnekler nitelikte:
‘’Bedri Baykam Yapı Kredi Yayınevi’ne
telgraf çekiyor. Atatürkçü Düşünce Derneği’nden. ‘Atatürk düşmanlığı yapan Ece
Ayhan’ın kitaplarını neden basıyorsunuz’ diye. O zaman Burhan Karacan var
yayınevinde, şimdi ayrıldı. ‘Nedir bu olanlar’ diyor, ‘Sansür mü koyacağız?
Kaldı ki böyle bir şey de yok.’ Kitaplarım Yapı Kredi Yayınevi’nden çıkabilir,
ama bu benim onların görüşünü savunduğum anlamına gelmez. Benim ‘Morötesi
Requiem’ çıktı Yapı Kredi Yayınevi’nden. Emekli bir ziraat mühendisi ihbar
etmiş savcılığa. Savcılık toplatmış. Çanakkale’deyim ben, haberim yok, sonradan
duyuyorum. Açık-saçık bulmuşlar kitabı. Yahu ben açık-saçık yazanlardan değilim
ki… Yapı Kredi Yayınevi belki görüşleri siyasal bakımdan sivri olanları basmaz,
ama benim kitaplarımı basıyor. Piya Kitaplığı’ndan çıkan Çanakkale’li Melahat’e
İki El Mektup kitabımda, Melahat’ı Anafartalı yaptım. Ama Melahat Anafartalı
değil. Buna benzer başka şeyler de var kitapta. Cumhuriyet’i tersten okumaktır
bu.’’