ÇALINMIŞ
HEYKELİN HİKAYESİNİ YAZARKEN
Hikâyeyi karakolda başlatmanın kurgu
açısından daha iyi olabileceğine karar vermesi epey zamanını almıştı. Diğer
seçenekler kurgu açısından daha ilginç olabilecek gibi dursa da, zihnindeki
tasarımları söze dökme konusunda kendine güvenemedi. Kızdı da bu güvenmezliğine.
Yine de daha kolay gibi görüneni seçti.
Hikâye karakolda başlayacaktı. Şöyle
bir şey olacaktı aşağı yukarı:
İçeriden yükselen kargaşanın sesiyle,
odaya girecekken duracaktı karakolun komiseri. Hep bir ağızdan konuşmakta
olanların uğultusunun, daha şimdiden, başındaki ağrıya eklenmiş olduğunu
düşünecekti. Eli kapının kolunda, yüzünü buruşturacak; sağında ve solunda –
duruşuyla durmuş – astlarına bakacak ve şöyle soracaktı:
-
İçlerinden biri olduğuna emin miyiz?
Sesi biraz şüpheli çıkacaktı. Sağdaki
ast, soldakiyle göz göze gelmezden az önce, duruşunu dikleştirecek ve cevap
için ağzını açacaktı. Soldaki hızlı çıkacaktı ama.
-
Bunlardan biri yaptı komiserim,
diyecekti ya sesindeki şüphe komiserin gözünden kaçmayacaktı.
Komiserin bu noktada durup düşünmesi
mantıklı olacaktı yazara göre.
-
Şunlara uzaktan bakalım önce bir,
diyecekti komiser sonunda.
Fikir, diğerlerine de makul
gelecekti. Yandaki odanın kapısına döneceklerdi çabucak. İzlenenin izleyeni
göremediği o odaya. Astlar komisere yol verecekler, onun ardından onlarda
gözlem odası adı verilen yere dalacaklardı.
Aynanın yansıttığı manzara seyirlik
gelecekti üçüne de. Aynı odanın içinde beş zanlı…
Zanlı. Durup düşündü yazar bu
noktada. Yazara göre hikâyenin kahramanları, kendilerine göre masum ve karakoldakilere
göre zanlıydı onlar. Beş rakamının bir önemi yoktu, okurun buna takılmaması
gerekiyordu. Ama yazar okurdan farklı düşünmesi gerektiğinin bilincindeydi.
Kahramanlar sokağın, sokağı tanıyanlar için oldukça bildik olan, resmini
çizmesini sağlayacak renklerdi. Onları özenle boyaması gerektiğini biliyordu.
İlkin Berduş’u düşündü. Diğerlerine
oranla, ona biraz daha düşkün olduğunu aklına getirmeksizin; onu sokağın günün
diğer saatlerine tenha olduğu sabahın erkeninde gördüğü günleri aklından
geçirdi. Adamın heykelle – çalınan değil, çalınan heykelin on metre ötesinde,
iki ağacın arasında elleri arkasında duranla – çok özel bir dostluğu olduğunu
biliyordu. İnsanların telaşla işlerine koşturdukları saatlerde, Berduş, bir
elinde birası diğer kolu Osman Ağa adını verdiği heykelin omuzuna dolanmış
konuşuyor olurdu. Adamı çalınan heykelin yanında gördüğünü hiç anımsamıyordu
yazar. Onun dostu Osman ağaydı. Onları birlikte gördüğü sabahlarda, önlerinden
geçerken olabildiğince yavaşlayarak, adamın heykele ne anlattığını işitmeye
çalıştığı geldi yazarın aklına. Duyma girişimlerinden hiçbiri başarıyla
sonuçlanmayınca, her yazarın yapacağı şeyi yazıp anlatılanları kurgulayacaktı
elbette. Buna ciddi ciddi niyetlenmişti ki, diğer heykel çalındı.
Bir de seyyar satıcı vardı.
Tezgâhında sattığı mallar mevsime göre farklılaşan – kışsa, şal, eldiven, bere
veya çorap; yazsa taklit çanta, cüzdan, parfüm… - popüler şarkıları sattığı
mala ilgiyi çoğaltmak için reklam cıngılına dönüştüren – sesi de fena değildi –
gelene geçene laf atarak en çok kendini ama çevresindekileri de eğlendiren
gençten bir çocuktu. Yüzüne baktığınızda, yaşından beklenmeyecek bir görmüş
geçirmişliğin izleri görünüyordu. Bıçkın sözcüğü daha iyi uyar aslında, diye
düşündü yazar ama bıçkın demeyi istemiyordu henüz kendisinin de bilmediği bir
sebepten.
Sokağın diğer bir kalabalık sokakla
kesiştiği noktayı kendilerinin bellemiş ‘devrimci ‘ gençlerin, her fırsatta
halay çekerek eylem yaptıkları grubun halay başı olan uzun saçlı ve sakallı
genç ise, yüreğinde halkına duyduğu sevdası, halayın ritmini ezberlemiş
ayakları, ezilen halkların sesi olmaya ahdetmiş sesini arka planda çalan halay
şarkısına eklemekten bir an için vazgeçmeyerek her daim sokakta bulunanlardan
biriydi. Yazar hikâyeyi karakol yerine gözaltına alınma anında başlatmış olsa
buna en çok memnun olacak olan da oydu.
Çalınan heykelin hemen karşısında
bulunan büfenin sahibi olan gençten adam, sessiz ama sokağın nabzını en iyi
tutanlardan biriydi. Polisin dikkatini çekmesinin ana nedeni, müşteriyle muhatap
olmadığı tüm anlarda hüzünlü gözlerini çalınan heykele dikip uzun uzun bakıyor
oluşunun rakip büfenin sahibi tarafından resmi makamlara fısıldanmış olmasıydı.
Günün erken saatlerinde, sokak henüz boşken, elinde bir toz beziyle heykeli
temizlediğini görenler de olmuştu.
Büfeci gözaltına alınmadan az önce,
satın aldığı sigarayı çantasına atmış verdiği paranın üstünü almayı bekleyen
kadın ise, polislerin büfeciyi almalarına beklenmedik bir şiddetle karşı
çıkışıyla diğerlerinin arasına katılmıştı. Her sabah aynı saatte sokaktan
geçtiği, büfede durup sigara ve ıvır zıvır aldığı, bu sırada büfeci ile bir iki
çift laf ettiği, çalınan heykelin yanından geçerken kimseye sezdirmeden
heykelin eline usulca dokunduğu biliniyordu. Bu nasıl bilinebilir ki, diye
düşündü yazar bu esnada. Yok, bunu yazmayayım. Aklına başka bir cümle doluşunca
yazdığını silmesi gerektiğini unuttu elbette…
Karakolun komiseri, zanlılara
yakından bakma amacıyla girdiği odadaki tek taraflı aynaya sokulabildiği kadar
sokulup, birbirlerinin sesini bastırmaya çalışarak aynı anda konuşmakta olan
zanlılara iyice bir bakacaktı. Yüzünde oluşan ifade, astlarının gözünden
kaçmayacaktı.
-
Bunlardan biri, diyorsunuz yani. Öyle
mi, diye soracaktı yüzünü onlardan birine dönmeden.
Astlar yine göz göze geleceklerdi. Bu
kez cevap için, ikisi de hevesli görünmeyeceklerdi. Sessizlik uzadıkça, aslında
bir cevap beklemeyen komiserin duruşundaki gerilim gözle görünür hale
gelecekti.
-
Bilgi verin, diye kükreyecekti
sonunda. Şu kim?
Eliyle, odanın köşesine sinmiş,
yüzünde nedensiz bir tebessümle bağrışanları izlemekte olan Berduş’u işaret
edecekti. Soldaki ast atılacaktı cevabı bilmenin güveniyle.
-
Komiserim, diyecekti. Bu, sokakta
ayakta duran yaşlı adam heykelinin dostu olduğunu iddia eden ayyaş. Sabahtan
akşama bir elinde birası o heykelle konuşup durur deli.
Komiser bir şey anlamamış gibi
bakacaktı konuşan astın suratına.
-
Bu adam çalınmayan heykelin dostuysa,
çalınan heykeli neden o çalmış olsun, diye soracaktı.
Kafası karışan ast, çaresizlikle
diğer kıdemdaşına bakacak, onun yerinde olmayı istemediğini belli eden
bakışlarıyla çaresiz önüne bakacaktı. Sonrasında zanlıların hepsini tek tek
soracaktı komiser, aldığı cevapları beğenmeyecek, uzunca bir süre sessiz kalıp
düşünecek, devrimci gencin slogan atmaya başlamasıyla dikkatini yeniden
zanlılara çevirip nihayetinde kararını bildirecekti beklemekten sıkılmış
astlarına.
-
Şunları tek tek sorgu odasına alıp
bir konuşalım bakalım, diyecekti.
Sorgulanma sahnesini yazıp yazmama
konusunda kararsız kaldı yazar. Sonuçta tüm kahramanlarının serbest kalmasını
istiyordu çünkü hangisine sorulursa sorulsun, masum olduklarını iddia
edeceklerdi ve onları gözlem odasından izlemiş olan komiser de, yılların
tecrübesiyle masumiyetlerine inanmaya meyilli olacaktı.
Osman ağanın yavuklusuydu o
komiserim, diyecekti Berduş. Dostumun yavuklusunu çalacağıma ağzıma bir daha
bira koymam daha iyi.
Sattığım fularları onun boynuna
doluyor, ellerine eldivenlerden takıyor, berelerimi onun başında sergiliyordum,
diyecekti seyyar satıcı oğlan. Beleş mankenim gitti, derken ağlayacak gibi
olacaktı. Kim çalıp götürdüyse allah belasını versin!
Egemenlerin çıkarları uğruna bile
isteye cahil bırakılmış halkımın heykelini çalmak mı, diye sesini yükseltecekti
devrimin en hevesli halay başı. Örgütlenmemize yapılmış bu aşağılık iftirayı
kınıyorum! Bizim sokaktaki varlığımıza dayanamayan polisin bu alçakça oyununu
bozacağız!
İşimde gücümdeyim komiserim,
diyecekti büfeci. Ha, ara sıra gidip elini yüzünü silerim heykelin. Gün boyu
gözümün önünde. Gelenin geçenin eli bunun üstünde, kirletiyorlar. Ben pislik
sevmem biliyor musun komiserim, diye üsteleyecekti. Büfenin içinde de o bez hep
elimdedir. Ne isterim ben heykelden. Ne güzel duruyordu işte gözümün önünde.
Büfedeki adamla ne ilişkim olabilir,
diye itiraz edecekti kadın. İkimiz bir olup heykeli çalmışız öyle mi? Gülecekti
burada. Komik gelenin büfedeki adamla gizli ilişkisi olduğu iddiasını mı yoksa
heykelin bir ucundan tutup adamın götürmesine yardım ettiği suçlamasını mı
olduğunu anlayamamıştı komiser. Büfedeki adamın gözaltına alınmasına neden mi
karşı çıktım, diye soracaktı. Şöyle bir durup düşünecek, ardından ağzından
baklayı çıkarıverecekti. Çünkü cüzdanımdaki son parayla sigara almıştım ve
büfeci paranın üstünü veremeden adamı alıp götürmeye kalktılar!
Aynı anda mı salıverilsinler yoksa
kısa aralıklarla mı, karar veremedi yazar. Ama asıl büyük sorun hikâyenin
sonunu bağlamaktı. Aklından, kahramanlarının her birinin evlerine girdiği anı
yazmak ve orada okurun aklında kuşku uyanmasını sağlayacak belirsiz ve sessiz
birine, ucu açık – hani şöyle aslında heykelle konuşuyor olabileceklerini
düşündürecek – birer cümle yazmak geçtiyse de, bunun sürpriz gibi görünmeye
çabalayan, kifayetsiz bir son olacağında karar kıldı. Karar kötü değildi de,
hikâyeyi nasıl sonlandıracaktı?
Alındıkları sokakta buluşturabilirdi
onları. Misal, Berduş kısa süreliğine de olsa kader ortaklığı yaptıklarını
düşünerek büfeciye sokulabilir ve ondan bedava bir bira koparmaya çalışabilirdi
Osman ağanın yanına kendini atmadan önce. Seyyar satıcı çocuk, palas pandıras
alındığı esnada etrafa saçılan mallarının derdine düşebilir; devrimci genç
soluğu yoldaşlarının yanında alarak ülkenin devrimci – ilerici güçlerine
yönelik baskıları protesto için ne yapabileceklerini tartışmaya açabilirdi.
Büfeci yüz vermemeye çalıştığı Berduş’un bira isteğini pişman olacağını bile
bile yerine getirebilir; parasının üstünü alamamış kadın, büfeciden istemeye
utandığı için, aybaşına kaç gün kaldığını hesaplayarak evine ağır ağır yürüyebilirdi.
Bu düşüncenin fena olmadığı yavaş
yavaş aklına yatmaya başlamış yazarın, çalışma masasının arkasındaki okuma
koltuğuna yerleştirdiği bronzdan kadına dönüp, sence bu bitiş iyi mi, diye
sorması ise abartılı bir son olurdu.
Melek Ekim Yıldız
* Ankara'nın Yüksel Caddesinde bulunan ve derin düşüncelere dalmış güzelim bronz kadın heykelinde saklı anılar-hatıralar için defter yazarı Melek Ekim Yıldız tarafından kaleme alınan güzel öyküyü sunarken, bu nefis sanat yapıtının akibetini ve "sözde" yürütülen soruşturmaların sonucunu da insan merak ediyor! Söz konusu bir sanat yapıtı olunca neden bu vurdum duymazlık? Başkentin bir bölgesine sembol olmuş bir yapıt neden bir acımasızlığa, vandalizme kurban edilsin? / defter