Hicaz
Terennüm
Önce formun okşayışı heceliyor
yüreğimde gezinen ilk sözcükleri
Sonra bir ezginin yeline kapılıyor
o formu yadsıyan
hiçliğin sesi.
Yeni yalanlarla yanıp
yıkılıyor
kocaman bir masal çocuğun ülkeleri’ndeki
ve akşam usulca
yeniden uzanıyor
O kutsal cam-ı
CEME elleri.
Belki de bu yüzden bazı çiçekler
hiç tanımıyor geçmiş
hüzünleri
yalnızca ah eden
mimoza gülümsüyor
Aynada görünce yaşlı
gözlerimi.
Bu
Sabah
Vitrine bitişik masada
bir demet sarı mimoza
siyah cam üzerinde
aşkın
biricik tanığı.
Odalarda
koşmak isteyen
imsel
tortunun yeli
kapının
önünde umarsız
beni
bekliyor sanki.
İşbilir bir
çilingir edasıyla
çantama bakıyorum usulca
ben de yenisi var ama diyorum
kapı kalmamış ortada.
Bağışlayan bir bakış için
tövbe edilen bir günah
yarım akıllı bir ihtiyar gibi
kendime gülüyorum bu sabah.
YORGUN ÇAĞRIŞIM ATLARI
Başımı alır gidersem şimdi
belki de
daha çok seversin beni
firuze
rengi buz tutmuş sularda
boğulmuş
ölü bir kelebek gibi.
Doygun
kırmızılarla süslü
usun titrek
prizmasından yansıyan
küvetin
içinde ki Marat gibi
kümeste uzanmış bir Kara Kemal.
Tahta
döşemeyi ikiye ayıran
uzamı
çağrışımla yıkan farkındalık
lavanta
kokusu,keten örtüler
geçmişe
gidilen alacakaranlık.
İlk el
bakışta vurulan korku
düşsel
verandaya gömülen itiraf
kendini
yaşamdan daha gerçek mi sanıyor
gülerek baktığımız bu eski fotoğraf.
Şafak Çubukçu