Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Dünyanın gücü.../ Rilke



Atışı kendin yaptığın sürece
herşey beceridir ve kolay kazanmaktır;
ancak
sen aniden ebedi oyun arkadaşının sana,
senin merkezine, tüm gücüyle, o ilahi
köprü yapımcılarının muhteşem yaylarından biri ile
fırlattığı topu yakalaması gereken olduğunda:
ancak o zaman yakalamayı başarmak senin değil
bir dünyanın gücüdür...

Rilke

P.M


ve bir gül, evet evet…// Ela Dincer



“beni defterlerim ağlatır  ağlatırlar da”* çünkü “bir şafak ve üç çöp kovası da ben devirdim.”**
en yine “uçuşu anımsa, kuş ölümlüdür”  ***

 
ve bir gül, evet evet…

 

(geceydi,
gövdene hazırlanıyordu ufkum
dudağın, isteğin kuyusunu arıyordu!)

 
geceydi, sabrın çatlayışında öpüşüyordu sokaklar
çünkü insan, içinin sesini avutamaz

 
avutmadım
ve
durdum.

 
anladım, yastıktaki yüzüm değil,
sokaktaki izim karşılayacak suç üstülüğümü
sende büyüyen ne? diye sorma
kadınım ben, bilirim doğurduğum
aşkları…

 

ki onların ağladıklarını gördüm, devirdiklerini şafağı da…
elleri yeşil kere dal,
yağmurun öptüğü yaprak, gözleri
ne kadar benziyorlar
ipekten ipliğine gecenin.
içimden kuşatan beni,
sonra, kuş atan!
kanatlara…/

 
ne diyordum?

 
kadınım ben,
bundan, durmadan anımsamam “uçuşu”…
inanın,
insan yalnızca kendisiyle sevişebilir
bundan durmadan sevişi, kanatları!

 
/

geceydi evet, önceydi

şimdi, günler akıyor
saydam bir kendilik istiyor günler
köpüklenen, taşan…
dokunun ona,
inanın
insan, yalnızca böyle dirilebilir
korkacak bir şey yok, sokaklarda!
çünkü günlerin sözü,
dallarda kıvrılan uzun bir yol…
yol, yaprakta konuşkan bir tarih! oluyor…

 
bu yüzden işte, beni sus!

 
beni seviş, gez parklarımı
açılışı ol, sabırsız çiçeğimin!

 
ey! sabırsız çiçeğim…

 
Ela DİNCER

 

 
*   Salih AYDEMİR

**  Enis AKIN

*** Füruğ FERRUHZAD


Sabahın Dördü...// Salih Aydemir



 
sabahın dördü

                                   b.defterime

sokakların tam ortası
ellerime ulaş
bileklerimden tutulmuşum
ayaklarım sabahın ışıklarına topal
dilim kurumuş yutmuşum sözcükleri
ama gözlerim küfür dolu
isyan dolu  onlar da
direniyor bakmak için dünyaya

 
bedenimin üstüne almam
topraktan başka bir güç
kulağıma sokmam
böceklerden başka bir ses

 
sokakların tam ortasında
kalbime ulaş
attığın adımlarını sayayım
yıldızların gözlerim olsun
sesinde can bulayım canım olsun
taşlarını ezip kum savurayım meydanlarına
dudaklarıma değen yollarına eğileyim

 
kalktım kaşımı gözümü gerdim ayaklarım için
beni yürüten beni avuçlayan yüzüm için
ağır ağır indim çıktım     dilimle boyadım
geçtiğim sokakları caddeleri
aktım     aktım o güzel seslerin içine
nasıl çıktım bilmem ama bilirim
sokakların bana verdiği müziği
bana bıraktığı renkleri

 
seri bir aşk çılgınlığındaydı sabahın dördü
aklını kaçıran gök şaşkındı
göz göze geldiğimizde ben değil
o kırptı gözünü      gülümsedim
yüzümde kalan bir parçayla
adını unut yak bir sigara dercesine

 
defterin sayfalarını koklar sokaklara dalarım
gölgeler gelmeden yürürüm içimin seslerine
dünyanın bütün sabahlarında saat dört
kıştan bahardan yaza doğru
el sallıyorum adımlarımıza
bir ömür çıplak bırakarak gözlerimizi

 
öperim defterimin yapraklarını
ben sayfalarımı sokaklardan toplarım
sokakların tam ortasından

 
beni defterlerim ağlatır  ağlatırlar da

 
Salih Aydemir

 

 


Görkemli Göğ // Enis Akın



Onlar at değil bendim
Atların yerine oyuna ben girdim
Islatılmış ve ilgilenilmemiş

At arabasına kendini keyifle koşan bir ıslak
Görülmüşlüğüne bakanlara
Haksızlı ve ilgilenilmiş bir intikam sunacak, değil at bendim


Kurusun diye şafağın en göğüne astım dudaklarımı, gül ve ağlanın arasına.
Soylara çekmemek için babalar değiştirmece oyununa
Dudaksızlığın yerine ben girdim

Ardımda roze bir birikinti bırakıp
Yerçekiminin cazibesine kapılabilirim
Seyisimin içine elimdeki şeyi kilitleyerek

Babamın dudakları gibi bir balığın son titreyişinden öperim
Aşk işenmişti, hayat bizim son şansımızdı
Bir şafak ve üç çöp kovası da ben devirdim.


ENİS AKIN


Gel "Gezi'ye" Çıkalım...// Hakan İşcen


 
 
Ölen canların ve Gezi Direnişi’nin anısına saygıyla:
 
GEL GEZİ’YE ÇIKALIM
 
31 Mayıs, 19.00 suları…
Gezi’ye çıkan yüzlerce sokaktan herhangi biri…
Aragon’ a inat kısa ama mutlu aşkların çocuklarıyız biz
her birimiz tek kişilik bir parti
saatlerimiz yok, tembeliz
zamanın ruhunu çağırırlar: biz geliriz!
belki bu yüzden, biraz da aşkın raconundan
geç kalırız randevularımıza…
ama o gün!
kırmızı güllerimiz eksikti belki
cebimizde yanmış konser bileti
hiç tanımadan birbirimizi
binlercemiz tam zamanında geldi!
biber kardeşi olduk zehirli sisin ortasında
yegâne bayrağımız
gün ortasında kır düğününden çıkma kıpkırmızı bir elbise
dağlarımız ise, minicik bir parktı…
ey Yaşar Ustam, destanlar sadece dağlarda yazılmaz
şehrin göbeğinde, iki yüz bin kollu anonymous Memed’dik
en incesinden en soylusuna
özgürce yaşamak için bir parktan tutunduk hayata
belki de ilk kez direnirken ölümüne
kimse yazmadı destanımızı
kimse göstermedi
çocuklarımıza da anlatamayacağız diye hayıflandı babalarımız
çünkü en ön safta biz vardık bu kez!
Ve kadınlarımız!.. kısa ama mutlu aşkların kadınları…
işte Nazım bunu görmeliydi
dediği gibi “hiç yaşamamış gibi ölen…” değil
o gece
hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlardı direnişimizi…
kendi değerlerimiz bir yana
penguenler kadar haber değerimiz bile yoktu,
biz de birbirimizle haberleştik gün ağarıncaya dek:
“gönüllü doktorların cep numaraları…”
“kapıları açık olan evler…”
“gözaltına alınanlar için acil avukat…”
“gerekli tıbbi malzeme, sargı bezi…”
büyük umutları tutuşturan minik bir kıvılcımdık belki de
şimdi eve dönsek bile
hiç olmazsa bir gün bir mesaj gelirse
hiç tanımadığımız birinden
“Gel Gezi’ye çıkalım…”
artık ne yapacağımızı biliyoruz;
işin güzel yanı
artık onlar da biliyor…
Hakan İşcen
31 Mayıs – 15 Haziran


“Geleceği İşgal Etmek” Mi? // B.D



35 milyon genç insan geleceğini arıyor!.. 








‘ne ağaç, ne yıldız, ne şimşek
 başka bir şey yazılı değil toprak üzerine
izleri var yalnızca         
belleğinden başka her şeyi
alınabilecek yapayalnız bir ulusun…’
 
Üzücü ve birbiri ardına patlak veren olaylar zincirini bütün yönleriyle irdelemek gerekir. Göze,  göz değil,  göze,  söz ve amaç çemberi  gereklidir.  Çünkü en ufak bir hata, geri dönülmez derin yaralara açık bir davetiye niteliği taşıyor şu an,  kendini haklı çıkarmak, otoritenin  bildik  eski bayat  alışkanlığıdır.  Hele  ki ülke yönetiminden sorumlu olanların her sözcüğü, her yönelimi, her adımı her zaman sokaklarda  yankılanacak  bir sonraki adımın habercisi durumunda, bu gibi toplumsal olaylarda yıldırım akış hızının 1 saati, 1 yıl gibi  hiç hesapta olmayan katmanlara kadar nüfuz eder.   Olayların temel hareket noktasını oluşturan şey  ne olursa olsun önemini asla yitirmez, merkez konumunu korur.  “İktidar” ve tahakküm kurumlarının kendi altlarını oyan insanlara  tahammül etmeleri için hiçbir neden yoktur.  Onun için şu 12 gün süresince tanıklık ettiğimiz olaylar, aşırı şiddet yönelimi  her türlü hakikatin üzerine örtmek için de işlevseldir. Otorite genelde  soru sormaz, kendi alanını sorularla boğmaz, onun için neden-niye gibi sözcükler de ilgisini çekmez.  Vuku bulan şeyin kökleri,  gövdesi nerede diye de merak etmez. Anlık düşünür, anlık düşündüğü için hata üstüne hata yapar, işi o denli abartır ki hakikati yalan sopasıyla dövemeye kalkışır.

 Her toplumsal hareketin bir  başlangıç dinamizmi mutlaka vardır.
Ülkemizdeki hakim sınıf( ki siyasal iktidarlar –her zaman-  onların resmi  savunucu gücü olmuştur, tüm aygıtlarıyla), uzun yıllardan beri  toplumun özellikle üreten kesimini ki  tüm zorlukları, yoksullukları sırtında taşıyan sınıftır  görmezlikten geldi, en alt çıta hak hukukları  yerle bir edildi,  son yıllarda     (T.C. Çalışma Bakanlığının  verilerine göre,  sadece 2003-2011 yılları arasında)  1470 işçi iş kazalarında yaşamlarını yitirdiler, 20.000 işçi ömür boyu sakat kaldı,  buna sebebiyet veren "yatırım cenneti" sözcüleri ve resmi temsilcileri ne yaptılar?  Bu  büyük trajedi hakkında elle tutulur, geniş ölçekli, kapsamlı  idari, hukuki işlem (tüm kazalar için, ayırt edilmeksizin) başlatıldı mı? Yoksa  "sermaye kaçar" fobisiyle (genelde) üstü mü kapatıldı, kapatılır kapatılmasına da  yara içte kalır ve kan kaybı zamana yayılır ve bir gün  Taksim Meydanından, ya da başka bir yerden fışkırır, şaşar kalırısınız! Ardından gelen duyarsızlıklar ülkeyi  hiç tereddütsüz  orta doğu cehennem manevrasında savaş çığlıklarına kadar götürür  ve tarihin en karanlık dehlizlerinde gezinen  Pentagon patentli  alt gruplarla  kardeşi  kardeşe kırdırtan “mezhep” dansına kalkışırsanız  eğer, ortaya çıkacak tablo  siyah bir Malevich resminden fırlamış düzlem olur.  Adamlar,  Bingazi olayını unutmaz, kaydına düşer ve senin kimlerle “yoldaşlık” etmek istediğini ve onlara göre hangi “sorunlu” sularda kulaçladığın kaydı düşülür  Şi Cinping-Obama’nın 3 günlük “yazlık evi” seferberliğine, ve  başka garabet şeylerin habercisi olur, okuyan okuyor bu üçlünün iç pazarlıklarını(Rusya-Amerika-Çin).  CNN’deki “Şov Bitti” sözlerini birisi çevirsin!   Bu adam kılıklıların daha önceki sesleri  ve “bizim çocuklar bu işi başardılar” naralarını da unutmamak gerek(1980 darbesinden sonra C-I-A  patronunun dile getirdiği veciz cümle).  Türkiye’yi sarsan  olayların ülke genelinde nasıl çözümlendiğini üç beş aklı evvel gazeteci bozuntusuna yaptırarak  toplum mühendisliğine kalkışırsın, yine olmaz. 

Bu gençler geleceklerini asfaltın alt katmanında neden arasınlar ki? Canlarına mı susadılar ki 10-12 Bar’lık basınçlı suya,   yağmur gibi, insafsızca yağdırılan, türlü gaz bombalarına copa, sopaya  sine siper etsinler?  Kimse kimsenin hangi mezhep, hangi okul, hangi sınıf, hangi dini –politik yönelimden geldiğine bile bakmıyor, olaylar zinciri ve şiddet tercihi bu olguları önemsiz kılıyor.  Sosyalist Müslüman gençlik de var aralarında,  baş örtülü vs de vardır,  kaç dil bilen zehir gibi bir gençlik var meydanlarda  bu kez,   diğer  donamlı, bilinçli kardeşleriyle beraberler, onları inkar eden, hakikati  de inkar eder.  Çünkü onların da bu kahrolası yaşamdan beklentileri var, aynı acıların içindeler, aynı kaygıların, aynı işsizliğin(büyük kentlerdeki genç işsizlik oranları  ortalama %24’lere dayanmış, geniş tanımlı işsizlik oranı ise %16- kaynak:disk-ar)  görmemezliklerin karanlık kuyularındalar.

Anadolu kentlerinin bir çoğunun kıyısı, iç sınırları, nehir yatakları  resmen tahrip   edildi, HES'ler hakkında tek kelimelik itiraz sesi, oracıkta boğuldu, havasını, suyunu, çevre koşularını,  geleceğini,  yıkıcı, yok edici HES projelerine karşı savunmak isteyen kırsal  kesimde yaşayan yurttaşlar türlü türlü özel sektör-otorite baskılarına  maruz kaldılar. Karadeniz kıyı şeridindeki sayısız akar nehir kıyısı yerleşim yeri çöl canavarlarına teslim edildi. HES'lerin ana kurucu sermayesi ise hep yabancı şirketlerdi. Çelişkiler yumağı ülkemizde bir taraftan elde ne varsa satılırken diğer yandan Taksim'in göbeğindeki milli parkı önce AVM-Yerleşim noktası,  sonra “sadece kışla”  olmadı, bu kez  “şehir müzesi”  ve  bildik çelişkili açıklamalar, yer yer yalan söylemler, inkar mekanizması işletiliyor, domino taşları bir türlü yerli yerine oturmuyor,  ardından  sanki burası bir memluk ülkesi  gibi “Taksim’e birde Cami yapacağız”  sesi duyuluyor,  ihtiyaç varsa elbet ki yapılsın, bu güne kadar yurttaşların ihsanıyla  ve hayratıyla (Osmanlı Selatin Camileri  dışında kalanlar) yapılan bir ibadet yerine kim itiraz etti de,  yeni yapılacak olana da etsinler?  Yıllardan beri  tüm iktidarlar bu  olguyu bir tehdit dili olarak kullanıyorlar, yazık değil mi?  Hangi Osmanlı hanedan üyesi Cami yapıtını halkın bir kesimini diğer kesimine karşı bir “söylem” olarak kullandı?  Hangi Cumhuriyet döneminden yapılan  Cami  böyle propaganda nesnesi yapıldı?  Bu ne görgüsüzlük böyle? Azcık “Deruni” ve “Enderun” hikmeti barındıralım.  Selçuklu-Osmanlı   mimari  estetik anlayışı ve özgün mimarisine  dil çıkartan arabesk mimari anlayışımızdan vazgeçelim artık.  Vedat Dalokay bu topraklardan çıktı, ama onu efsane yapan yapıt ne yazık ki kendi ülkesinde değil, Pakistan’ın İslamabad kentindedir ve  hakikaten İslam’ı abad eden o görkemli modern Camii’dir. Neden o kavrayış, anlayış  kıyılarına yaklaşamayız bir türlü?
İşte sıradan gibi görünen bu küçük olgular ve ..., son 30 yılın birikimini (darbe yılları dahil) ) yangını oracıkta tutuşturuyor ve son 30 yılın hiç hesapta olmayan yığınları sokaklara sel gibi akıyor. Dünya şaşkın, bizimkiler hala “komplo teorisi” , “iç-dış mihrakların”,”faiz lobilerinin” peşindeler, 1980 edebiyatına devam,  bazı pratikler teorisiz, ideolojisidir  ve bir fırtına hızıyla kapıya, pencereye  çarpar, akıl durur, duygular barikat olur ki  birileri için en tehlikeli olan da budur.  Bunları uyduracağınıza,  4500 üniversite öğrencisine “paralı eğitime”  karşı  itiraz sesi çıkardılar diye dünyayı  nasıl dar ettiğinizi düşünün. Tam gün yasası kapsamında sadece İstanbul’un iki çok önemli Tıp fakültesinden 480 Prof.Dr. unvanı taşıyan kıymetli bilim insanının, öğretim sürecinden el-etek çektirildiğini düşünün. Ülke adına, bilim, araştırma adına kayıp değilse nedir?  Ya gelir dağılımı uçurumu? Gittikçe daralan ve  boğulan alan? Asgari ücretin düşük –yetersiz tutulması kime hizmettir? Geçerli rakamın 4 kişilik bir emekçi ailesini geçindirecek  seviyede mi? Soruları, yanıtları, olumlu, olumsuz sayısızca sıralayabilirsiniz. Ekonomik ve Sanayi gelişiminin ve hizmetlerin maliyeti biraz ağır fatura ediliyor, bu da ister istemez toplumun ciddi bir kesimini olumsuz etkiliyor.
 

Sonra, 12 günlük ekonomik kaybı 1 Milyar Dolar olarak hesaplayan yarı  felçli, jöleli zihinler var! Tek bir gözün, ölen 4 sivil  ve bir polis memuru ve bir kağıt toplayan küçücük çocuğun(hiçbir bildirimde adı geçmiyor, Adana’da köprü ayağı  çukuruna düşen polis memuruyla beraber o da yaşamını yitirdi)  darphane fiyatı ne beyim?  Bu kadar ucuzsa eğer,  göz bebeğinin birini o göz kaybı yaşayan üniversite öğrencisine verin lütfen! 10 kişi tek gözünü kaybetti .  30 yıldır aynı  gazeteci bozuntusu oyunları!  Çünkü işin aslı astarı hiçbir zaman tartışılmıyor, masaya yatırılmıyor. Bunca ağır bedeller  kimin için veriliyor? Ve ne uğruna?  80’ darbesinde 700.000 insan yerinden yurdundan oldu, onca ölüm, işkence,  tarihin derinliğinden toplumu selamlayan  politik semboller için değildi herhalde.  1980 darbe  yılları, saçma sapan seçim yasası granit taş gibi yerli yerindedir! Darbenin kültür-politiği çökertilmedi ki, heyulanın ruhu sandığın, toplumun  üzerindedir! Ne inkar eden var ne de değiştirmek isteyen, ama kime sorsan “darbe karşıtıdır”, maskaranın  maskarası!

Daha belirgin ve açık istek ve talepler ne?  Kişi veya politik partiden söz etmiyoruz,
Chomsky'nin dediği gibi "geleceği işgal etmekten" söz ediyoruz, hangi gelecek ve hangi işgal?
İçtiğimiz suyun hesabını neden Sam amca kesintisiz tutuyor(Wikileaks belgeleri ve ülke yöneticilerine dair  en olmadık bilgilerin Amerika’ya servis edilmesi).  Bu kepazeliklerden ne zaman kurtulacağız?
Eski sistemin duvara çarptığını o sistemin başkenti olan Amerika'da gün gibi ortada, günlük yaşamına adım atar atmaz durumun felaket boyutunu oracıkta kavrıyorsunuz,  yeni liberal çark toplumun bütün kesimlerini pas pas yapmış durumda. Elinde avucunda insani unsur olarak ne kaldı ki onu takip edelim? "Paran varsa yaşa yoksa öl", diyen bir zebaniler cennetini kimse olgu olarak  bu saatten sonra sunamaz. Wall Street  işgalinin bittiğini düşünmek çok büyük bir yanılgıdır, daha büyük dalgalara gebedir o toplum.  “Şok Doktrini” kitabının yazarı  Naomi Klein; Chomsky ve daha başka aydın ve düşünürün (aralarına katılan Negri dahil) düşünce fırtınası toplantılarının ana konusu post kapitalizm dönemin nasıl işlerlik kazanılması  alanındadır, ilginç ve tartışılması gereken kavramlar, modeller, teoriler sunuluyor, o çevreler “ev ödevlerini” ihmal etmiyorlar, çünkü çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu ülkelerinin her yerinde, her alanında hissediyorlar artık( zamanımız olursa bu toplantıların sıkı bir özetini defter okurlarıyla paylaşacağız, çünkü çok  önemli başlıklar var bütün tartışmalarda).

Yapılacak şey şu an dünyayı kasıp kavuran ve ülkemizde de  yerini son yıllarda inanılmaz derece sağlamlaştıran şu Plutonomi sistemin  bir biçimde tümden bertaraf edilmesidir, bütün sınıfsal rezaletlerin  müsebbibidir, başka da açıklaması yoktur. (Plutonomi: Ekonomik büyümeye en zengin üst sınıf tarafından güç sağlanması ve büyümenin yine bu sınıf tarafından tüketilmesini ifade eder.  Plutonomi, toplumun ekonomik büyümesinin zengin küçük bir azınlığın servetine bağımlı hale gelmesidir).
Bunun için de şu an vitrinde at koşturan siyasal partilerin hiçbirisi bu karşı duruşa gelmez, gelemezler. Onlar işin yüzeysel boyutunda ve günü gün etme, gündem yaratma, rutin ve  gündelik hizmet sunumu döngüsündeler,  bunca hata bu yüzden işleniyor.

Ertuğrul Kürkçü meclise girdikten sonra ne dedi: "Kapı gibi diplomatik pasaport var cebimde"!  Güç böyle bir şeydir herhalde!   Ne şahane bir arabesk ama! Mahir Çayan'ın kemikleri param parçadır yattığı pak toprakta!
Marks'ın bir zamanlar "Aslolan dünyayı yorumlamak değil onu değiştirmektir" sözü de yetersizdir, çünkü bu "dünya",  Plutonomi savunucuları pasifsize edilmedikçe   değişim sadece "change is good" gibi başı boş bir serserinin adı olur. Son 30 yılda Türkiye’nin “dünya bankalarına”, “trastlar-kartellere” ödediği  “faiz-kur” dengesiz terazinin  bedeliyle iki Türkiye daha kurulabilirdi. Bu saatten sonra kimsenin “faiz lobisi” gibi karmakarışık bir terimle sitem etmeye, devenin yükünü boşaltmaya hakkı yok, Türkiye hala İngiltere-Fransa-Almanya’nın tam 5 katı kadar faiz ödüyor! Bu paralar ülke emeklisinin, işçisinin, memurunun aile bütçesine girseydi fena mı olurdu? 

Daha insani, daha yüksek değerler, daha yaşanılır bir yeryüzü tasavvuru gerçekten çok mu zor?
-değil!..
“-Söyle kardeş; “bilmece”yi düşünmeye tahammülüz yok”; (ama bil ki)  gerçekten dertli olanlar, sade ve açık konuşurlar.”

Borges Defteri




Gezi parkı türküsü...// Ahmet Ada



Borges Defteri'nde
İlk kez yayımlanacak.

Sevgi ve selamlar,
Ahmet Ada

Gezi parkı türküsü

Sabah olsun gün ışısın gideriz
Binlerce yaprak olur ellerimiz
Yaprağın içinde güneşmişiz
Bir başka buluşmaymış
Denizden karadan gelmişiz
Flamalar bayraklarla gelmişiz

Barış adlı bir kızı sevmişiz
Kâr etmemiş biber gazı, tazyikli su
Seyretmişiz nefesini veren ağaçları
Göğü denizi, bu başka bir şeymiş

Çalmış da duymamışlar kalbimizin saatini
Tarihi yanlış okumuşlar
Oysa biz yoklaya yoklaya hissetmişiz
Başka bir dünyanın kurulabileceğini

Bu başka bir şeymiş ki memleket
Ayağa kalkmış, tencere tava sesi sivil
Kalbimizmiş, görmemişler hiç
Kalbimizin bir çiçeğe dönüştüğünü


Ahmet Ada


SİZ AĞACA BAKTINIZ.....// Hakan İşcen





Yakıp yıkan, canlılara zulmeden bizden değildir...


Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert ve Mustafa Sarı’nın anısına saygıyla:

SİZ AĞACA BAKTINIZ...




şafak kıyımlarına alışığız

şafaklarda asıldık, şafaklarda basıldık

çadırlarımızı yaktılar

nasıl bir belaya bulaştıklarını bilmeden

uykusuna yattığımız düşlerden zamansız uyandırdılar

üç beş ağaç iken

şimdi geceleri şehrin sokaklarını sessizce kımıl kımıl bürüyen

inatçı bir sarmaşık, yekpare bir ormanız



kibrin paletleri altında haysiyetimiz

zehirdir kana kana soluduğumuz

oysa biz tarihin bütün ütopyalarını yıkarak

çırılçıplak gelmiştik karşınıza

öylesine partisiz

öylesine sınıfsız



sizce gencimiz yaşlımız silme çapulcu

doğrudur; kafamız da kıyak

-gaz bu; kapsülde durduğu gibi durmuyor-

sizce ideolojik

oysa bizim yegâne idemiz: “yeter, dur bi artık!



sizin beyninizde yüzyıllık tümör

bizimkinde hınzırca humor

siz ağaca bakarken

biz zulamızda ormanlar kaçırdık!..



Hakan İşcen

31 Mayıs-8 Haziran 2013



ZATEN DEVRİM DEDİĞİN NEDİR Kİ ?..


devrim denen en uzak cennetin

farkında değildik belki, usulca kıyısından geçtik

zehirli bir sis vardı bilemedik

ihtimal ki yıllar sonra anlaşılacak

bir anakara keşfettik.



zaten devrim dediğin nedir ki:



devrim, kurtarılan parkta salınan bir hamak

belki, polisin gözünün içine bakarak okunan

tek ve hür bir ağacın hikâyesi?

kalkanlarının ardından polise tutulan bir börek

belki de kıyametin ortasında bir köpeğin silinen gözyaşı?

tomaların karşısında akortsuz bir gitar tınısı?

barikat molasında bibere inat

Zehra Teyzenin elinden yenen biber dolması?..

belki de devrim denilen şey:

göz göze gelmek sevdiğinle biber bulutunun içinde

öpüşmek belki de

buyurgan metro anonslarının altında, yıldızların yerine

zaten devrim dediğin nedir ki,

çocuk yapmak değil, özgürce sevişmek

belki de kim bilir

günün birinde kurtarılmış bir parkta

Allahın verdiği teni sadece okşamaktır usulca?..


Hakan İşcen
31 Mayıs-6 Haziran 2013










Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***