yoldaşındı
bulutlar
insan
soyu
ak
pak
düştü
sonra maske
gerçek
acı
gerçek
kırk
yamalı
“bir
ben biliyorum
her kundaklama sonrası
ormanların zehrini
bir hışımla genzine çektiğini” (*)
suya
tutkulu akrep çelişkisiyle
takvimi
öteliyorum senin için
yeni
bir paragraf açarak müjdeci gök atlarına
eskimemiş
baharlar ısmarlıyorum
ağudan
arta kalan tutukevi bakışlarına
nafile
ey yağmur kokulu çocuk!
durulmuyor
kum saati
bilinmeze
sual eden akış
yüzünde
okyanus gezdiriyor
elinde
arı kovanı
Naime ERLAÇİN
(*)
“Bir Ben” - Lou Salome
İnsanın
düşünce ve yapıp-etmeleriyle ilgili faaliyetlerini üç temel
başlık
altında toplamak mümkündür. Bunlar; felsefe, sanat ve bilim olarak
adlandırılabilir. Genel olarak, tarih boyunca insanlığın başarıları da bu üç alanda kendisini göstermiştir,
denilebilir. İnsanın düşünce ve yapıp etmeleriyle ilgili diğer alanlar ise
doğrudan veya dolaylı bir şekilde bu üç alanla ilgili olarak bulunurlar.
Kaynağı vahiy olan din ise, insani olanı aşan ve kaynağında ilahi olan
bulunduğu için insani faaliyet alanlarından ayrılır. Ancak dinin felsefe ve
sanatla olan ilişkisinin olduğunu da belirtmek gerekir. Hatta her dinin bir
felsefesi ve sanat anlayışı vardır. Her toplumda da ya bir felsefe ya bir din
ya da her ikisi birlikte bulunur. Zaten her dinde muhakkak surette bir felsefe
gizlidir. Özellikle ilahi dinlerin dışında ve kaynağı daha çok toplum olan
dinlerin felsefeyle olan ilişkisinin boyutu çok daha yoğundur. Ancak bütüncül
bir bilgiye ulaşmak isteyen bilgi dostu bilimden, sanattan, dinden, ahlaktan
hem faydalanmak hem de bütün bu alanlara etkide bulunmak durumundadır. Felsefe
ile yakın ilişkisi bulunan disiplinlerden biri de sanattır. Edebiyat da güzel
sanatların bir türüdür ve bu özelliğiyle de felsefeden ayrılır. Felsefe ile
ilgili ilk düşünce kırıntılarının dini metinlerde, trajedilerde, efsanelerde
bulunduğu gerçeği ve 20. asırdaki felsefi roman türünün gündeme gelişi dikkate
alınacak olursa, felsefe ile edebiyat arasında önemli bir ilişkinin bulunduğu
düşünülecektir. Ama bu ilişki, felsefeyi edebiyata, edebiyatı da felsefeye
indirgeyici olmamalıdır. Felsefe ile edebiyat arasında bir ilişkinin bulunup
bulunmadığı, eğer böyle bir ilişki varsa bu ilişkinin niteliği, bu ilişkinin
tarafların varlığını tehlikeye atıcı olup olmadığı konularında doğru bir
kanaate ulaşabilmek için felsefi olanla edebi olanın özelliklerinin bilinmesi
gerekir. Bu özellikler bilindikten sonra, söz konusu özelliklerin aynı eserde
birlikte bulunmalarının mümkün olup olmadığı tartışılmalıdır.
Felsefe
tarihine baktığımızda, pek çok filozofun aynı zamanda edebi
bir
tarzı kullandıkları görülür. ilkçağ filozoflarından bazıları görüşlerini
şiirler
şeklinde dile getirmişler ve aynı zamanda ozan olmuşlardır. Platon,S.
Augustine, Schopenhauer, Nietzsche aynı zamanda büyük edebiyatçılardır. Russel,
Camus, Sartre Nobel Edebiyat Ödülünü almışlardır. Ama bazı çok iyi filozoflar
da vardır ki, bunlar kötü yazar olmuşlardır. Örneğin Aristoteles, Kant gibi
isimler çok iyi filozof oldukları halde, kullandıkları dil bakımından iyi yazar
değillerdir. Bu örnekler bize şunu göstermektedir: İyi bir filozof olmak için
iyi bir edebiyatçı olmak şart değildir. Yine aynı şekilde, iyi bir edebiyatçı
olmak için de filozof olmak şart değildir; Öyleyse bir filozofu filozof,
eserini de felsefi yapan edebi ve estetik değerlerin dışında başka değerlere ve
özelliklere ihtiyaç vardır. Bir edebi eser de bir düşünüşün eseridir ama her
düşünüş felsefi olmadığından dolayı bir düşünüşün felsefi olabilmesi için bir
takım fikri inşa gereklerine ve felsefi temellendirmelere uygun olması
gerekmektedir. Bundan ötürü de eğer bir edebi eser bile, bu fikri inşa
gereklerine uyuyorsa, o eserin aynı zamanda felsefi olabileceği yönünde bir
kanaate sahip olabiliriz. Çünkü böyle bir eserde fikir zevke indirgenmemekte,
zevk fikrin anlatımı için daha büyük bir kolaylık sağlamaktadır!. Bir düşünüşün
felsefi olabilmesi için reflexif olma, mantıksal ve tutarlı önermelerden
meydana gelme, var olan karşısında bir tavır alışı dile getirme, eleştirel olma
ve en yüksek genellik derecesinde bir bilgi arayışına yönelme gibi hususların
yanında felsefi sayılabilecek bir soru etrafında vücut bulması, sistematik
olması, varlık kavramı etrafında merkezileşme, felsefe tarihi çerçevesinde,
belli bir problematik devamlılık içerisine oturtulabilmesi gibi fikri inşa
gereklerine de ihtiyaç duyulmaktadır.
Yukarıda
bahsedilen özelliklerin bütünü dikkate alındığı zaman,bütün bunların bir edebi
eserde bulunabileceğini kabul etmek oldukça güçtür. Ama "aynı zamanda
felsefi olarak önemli sayılacak yazın açısından daha geniş bir görüşü kabul
etmek de olanaklıdır"4. Bu bakımdan felsefi-edebi diye adlandırabilecek
tezli romanlardan bahsetmek mümkündür. Nitekim Kafka, Camus, Sartre,
Dostoyevski, Simone de Beauvoir gibi yazarların eserleri tezli romanlardır ama
tezi, tam olarak felsefenin
kavramlarını
kullanmadan ortaya koyarlar.
Osman Gündoğan