Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Yeni Bir Mevsimde Kurulan Dünyalar/ Fatih Yavuz Çiçek


Okuyanlar, bir şekilde duyanlar hemen anımsayacaktır. “Türkiye’de ne kadar futbol varsa o kadar edebiyat var” sözü Fethi Naci’ye aittir. Fethi Naci, bu sözleri söylediği dönemde Türkiye’de o dönemde var olan edebiyatın farklı bir boyutuna dikkat çekmek istiyordu muhtemelen. Niçin? Çünkü o yıllarda futbolun merkezi üç büyükler olarak bilinen İstanbul kulüplerinin tekelindeydi ve bu tekelin, merkezin dışında kalan taşra tarafından kırılması ancak Trabzonspor’un şampiyon olmasıyla mümkün olmuştu.

Şimdi durup dururken hangi sebeple bunları anımsatma ihtiyacı duydum, açıklayım. Trabzon doğumlu ve Trabzon’da ikamet eden Serkan Türk, 4.öykü kitabı “Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim”le yıllar evvel Trabzonspor’un futbolda yaptığı değişimi, tıpkı edebiyatta yapacak gibi görünüyor da ondan.

Çünkü edebiyat, ana malzemesi dil olmak üzere insan yaşamının bütün safhalarını içine alan, düş gücüyle beslenen, ortaya koyduğu anlatım teknikleriyle bireyi, toplumu ve bütün dünyayı, merkezi hegemonyaların boyunduruğu altına girmeyi reddederek yansıtan bir sanat dalıdır ve öykü de bu sanatın estetikle kurgulanmış bir dalıdır.

"Edebiyat; aynı zamanda kurguda doğruyla yanlışın karşıtlığının asılı durduğu olanaklı dünyalar, hayali ama metaforik olarak doğru ve böylece gerçeklik algımızı güçlendiren dünyalar kurar."(1)

Oniki öykünün yer aldığı kitapta yazar; takıntılı, çevresiyle ve yaşamla uyum sorunu çeken, bir taraflarında eksiklik, olmamışlık duygusu taşıyan bireylerin gündelik hayatlarını anlatıcı karakterler üzerinden dolaysız bir anlatım dilini tercih ederek kurgulanmış dünyalar kuruyor. Ki yazarın bu tercihini kitapta yer alan öykülerin gerçek dünya, anlatma olgusu, işlevler, eylemler, tümceler gibi düzlemlerle birlikte düşününce “Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim” in kendi içinde bütüncül bir yapı inşa ettiğini görüyoruz.

Serkan Türk’ün dipnotlarından büyük çoğunluğunu Almanya/Berlin seyahati sırasında yazdığını öğrendiğimiz öyküler “Hitler Ve Yoldaki Üç Kişi” nin anlatımıyla başlıyor. Tren’de çekirdek çitleyen, müzik dinleyen, yaprak sarma yiyen, yüksek sesle konuşan insanlardan rahatsız olan ve bir an önce oradan uzaklaşmak isteyen, uzaklaşamayınca da susup oturmak zorunda kalan takıntılı bir insan profili çıkıyor karşımıza. Hatta öykünün kahramanı takıntılı olduğunu saklamaz. Muhataplarına: “Takıntılıyım. Çekirdek çitlerken siz, beynimin içine doğru su aygırları koşuyor sanki” demekten çekinmez.

Kitaba adını veren öykü “İnsanlar ölür, elbiseleri kalır geriye” cümlesiyle başlıyor. Eşini genç yaşta kaybetmiş bir adamın takıntıları psikolojik yaklaşımla ele alınıyor. “Sekiz güzel yıldan sonra aniden hastalanıp rahmetli oldu benim hanım. Ev başıma yıkıldı. Sofa bir mezara döndü. Yatak odasının kapısını açamaz oldum. Mutfak masasının üzerinde ne varsa küflendi. Gün boyu kanepeye uzanıp uyuyor gibi yapıyordum. Uyumuyordum. Gözümü kapadığımda onun gözü, onun elleri, onun olan her şey beliriyordu. Aniden gözü bir cam parçası gibi kırılıp dağılıyordu. Eline uzanacak gibi oluyordum. El asırlık bir ağacın köküne dönüyordu, sarılmaya doyamadığım gövdesi kuruyup iskelete. Kapatmamak için zorluyordum gözlerimi. Bu defa eşyalar üzerime geliyor, sandalye yürüyordu sanki odanın içinde. Pencereler kirden sokağı göstermez oldu. Bir odanın içinde mahkûm gibi yaşamaya başladım.” Bu cümlelerde yazar, öykü kahramanının içinde bulunduğu zihinsel süreç ve bilinçdışı unsurlar arasındaki ilişkiyi bir psikanalistmiş gibi ortaya çıkarıyor.

“Kalbim Oyuncak Bir Gemi Senin Sularında” başlıklı öyküyü okumaya başladığınızda Serkan Türk’ün “Uzak Yaz” ve “Rüzgârlı Camlar” isimli öykü kitaplarındaki “Öldüğümde Ağlamadım” ve “Şal” isimli öykülerini anımsıyor, orada kaldığınız yerden ve bu defa cinayeti işleyen karakterin dilinden anlatılan öyküye devam ediyorsunuz. Bu öyküdeki final cümlelerinde kullanılan şiirsel üslup dikkate değer. “Kalbim oyuncak bir gemi senin sularında, demiştim biliyorsun. Durmaksızın yalpalayan bir gövde düşün, öylece yalpalıyorum. Eksiğimin ve fazlalığımın sen olduğunu biliyorum.”

“Küçük Şeyler” isimli öyküde takıntılı insanların hayatlarını anlatmaya devam ediyor Serkan Türk. “Çocuk doğurmak istememişti. Zaten şimdi çocuk sahibi olmak istese bile yaşı sorun olabilirdi. Karga sürülerinin ardından koşturduğu köyde tanıdıkları bir komşu kadın vardı. Kadın üst üste dört doğum yapmış ve her çocuğu problemli dünyaya gelmişti. Otistik bir çocukla ne yapardı?” cümleleri, çocuk sahibi olmamış, çocuk doğurmaktan kaçınmış bir kadının takıntılarını işaret ediyor bu öyküde.

“Fotokopici Dükkânı”nda yöresel şive kullanan yaşlı kadının (Ayşe Teyze) konuşmaları öyküye folklorik renkler katılarak öykü dilinin zenginleştirilebileceğinin göstergesi gibi algılanabilir. “Boyu devrilsun, inşaat yapayrum diye diye baturdi bizi. Haçan anlamaysin ne diye zorlaysin kendini. Gelsun, alın nesi varsa kıçindan. Vermem ineklerumi. Onlar benum.” Fakat öyküdeki ana karakterlerin dışında çok fazla yan karaktere yer verilmiş olması bu öykünün belki de tek olumsuz yanıdır diye düşünüyorum.

“Wannsee’nin Mavi Suları”nda kızkardeşini merak eden, onun sarararak öleceğinden endişe eden takıntılı bir abla, “Ailenizden Biri Beklenmedik Bir Anda” da hastalıklardan, romatizmadan bunalmış, sıcak iklimlere takıntılı bir kadın çıkıyor karşımıza.

Gösterişsiz, birbirinden sakin hamlelerle öykü ağacının zirvedeki dallarına doğru tırmanışını sürdürüyor, Serkan Türk.

Başlarken; edebiyat, ana malzemesi dil olmak üzere insan yaşamının bütün safhalarını içine alan, düş gücüyle beslenen, ortaya koyduğu anlatım teknikleriyle bireyi, toplumu ve bütün dünyayı, merkezi hegemonyaların boyunduruğu altına girmeyi reddederek yansıtan bir sanat dalıdır ve öykü de bu sanatın estetikle kurgulanmış bir dalıdır demiştik. Bu cümleden hareketle “Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim” gerek estetik kurgusuyla, gerek anlatım teknikleriyle sıradan bir öykü kitabı olmaktan ziyade yazarın gerçekle düş gücünü harmanlayarak kurguladığı, bireysel veya toplumsal takıntıların odağına yerleşmiş insani kaygıları çok yönlü dile getirdiği bir eserdir diyebiliriz.
 Hepimizin ruhumuzdan silip atamadığı, kurtulmak isteyip de bir türlü kurtulamadığı takıntıları, batıl inanışları mutlaka vardır değil mi?
Cevabınız evetse, işte sırf bu yüzden "Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim"i okuyunca yazarın hakkını teslim edeceğinize inanıyorum.

İyi okumalar.


Fatih Yavuz Çiçek


Seni, Paris yürüyüşünde görmüşler! / Borges Defteri



“Bizler, Charlie Hebdo facıasından sonra birçok yeni dost edindik: Papa, İngiliz Kraliçesi, Merkel, Putin,.. bu olay beni gerçekten güldürüyor. Biz bu ansızın ortaya çıkan dostların üzerine kusuyoruz!..”
Bernard Holtrop / Çev. borges defteri
Charlie Hebdo dergisinden geriye kalan yayın kurulu üyesi, dergi çizerlerinden.

*   *  *

“Yeryüzü çok acı bir karikatür zaten”

Karikatüristler, terörist-karteller tarafından öldürlüyor,
Oysa karikatür hala insanı düşünmeye davet ediyor,
Diktatörleri öfkelendiriyor,
Evet Hanzala, “Yeryüzü çok acı bir karikatür zaten”,
Güler misin? Ağlar mısın Hanzala, karanlıklar heyulası karşısında?
Karikatür de ağlar Hanzala, tıpkı “Ali Naci’ye” ağladığın gibi,
Yumruğun havada, seni Paris yürüyüşünde görmüşler,
“Büyük adımlara” karşı isyan ettiğin anda,
Evet, yeryüzü çok kötü bir karikatüre dönüştü Hanzala,
Henery Kissenger’e Barış Nobel ödülü veriyor !
Ve yaşayan bir karikatür olan Bebnjamin Natanyahu’yu
kanlı çizmeleriyle  Şanzelize caddesinde  yürüytüyor!

Hanzala’nın dostları kimseye öldürmediler,
Ama bir buğulu ayna tuttular evrene karşı
Kimseyi öldürmediler ama ellerindeki kalemlerle,
dudaklarındaki kan kırmızı gülücükle öldüler!

Borges Defteri






Yaşama Dair Minimal Öyküler ...// Ömer Serdar (Ayvaşa)



Yusuf: “Kar nerelere düştü?”
Ayvaşa: “ Yusuf, anı okursan zamanın değeri kalmaz, geçen kışların biri işte.”


Ömer Serdar(Ayvaşa)


Adam aldı başını gitti…// Ömer Serdar (Ayvaşa)





Defterin notu: Metin Kaçan aramızdan ayrılalı tam 1 yıl oldu. Karlı bir İstanbul günü (6 Ocak 2014) kendi iradesiyle yaşamına son verdi. “Fındık Sekiz”, “Ağır Roman” ve “Harman Kaplan” romanlarının yazarı, ama illa “Ağır Roman”! Türk edebiyat tarihine “fosil” olarak geçebilecek kapasitede enfes bir başyapıt.  Kimi yazarlar var, tıpkı Metin gibi, “Kolera” sokağında gözlerini dünyaya açarlar(İstanbul) ama sonsuzluk yürüyüşleri hiç bitmez. Gittiği günlerde herkes  tuhaf bir kendine güvenle yargı divanı kurdu  ama o sahte yüzlerde tek bir şey eksikti, edebiyat-felsefe tarihinin kimi zaman  büründüğü o korkutucu iç dehlizleriydi. Söz konusu “çok ahlaklı” kesim eğer Puşkin’in yaşamına, anılarına dair tuttuğu notları okusalar bırakın “Puşkin”i, P’yi bile telaffuz edemezler, bu gibi  yazar, felsefeci listesi uzar gider, ama yapıtlar, düşünceler dağ gibi yerli yerinde durur.  “Ağır Roman” yapıtını yazan bir kalem ve yürek, kimileri için at koşturdukları o yüzeysel güncelin sirk ortamındaki “gül bahçesi” müjdecisi olamaz! Tarihin ve “gerçeğin” uyguladığı dehşet boyuttaki  şiddete mürekkebin isyanı, yüz misli şiddetidir. Anlaşılması da elbet kolay olmaz. “Adam aldı başını gitti…” yazısını Ömer Serdar geçen sene bugünlerde kaleme almıştı, zaman hüzün dolu akıyor, kim düşünebilirdi ki Metin Kaçan için  kaleme aldığı yazı, 6 Ocak 2015 tarihinde yayınlandığında, Serdar  sonsuzluk yolculuğuna çoktan çıkmıştı…/ borges defteri



Adam aldı başını gitti…// Ömer Serdar (Ayvaşa)



Özne üzerine yapacağım her yorum sübjektif olacaktır. O nedenle yapmayacağım. Burada dikkat edilmesi gereken, o bireyin yaşam hakkını kullanmamayı tercih etmesidir.

Sıradışı yazılar meselesine gelince, evet, sıra dışı yazılar yazdı. Sıra dışı yaşanan bir şeyler olmadan yazılamazdı bu satırlar.  Bu sıradışılık ahlak sınırlarını ihlal edici olmasa iyi olurdu. Deneyimlemek için akıl sınırları içinde kalmaya direnmişlik olsaydı da iyi olurdu.

Öte yandan edebiyatımız çok temiz değil. Elbette temizlik kime göre? Bir köpek için b.k mis gibi yenebilir. Kaprofaji, yani eniklerin dışkı yeme alışkanlığı gereği bu onlara doğaldır.

Aynada kendi yüzünüze yaklaşın, hem de çok yaklaşın, öyle ki, burnunuz ayna camına yapışmış olsun. O suratı tanıyabilir misiniz? Biliyorum, ansiklopedik bilgi ile çok yol yürüyebilecek insanlar çıkacaktır ama ben diyorum ki, yaşayanın vizyonundan hiçbir şey böyle değil. Belki de kaçan kurtulmuştur.

Sapla samanın karıştığı bir dünyadayız artık.

Tam şu anda yazan çizen çokça edebiyatçı arkadaşın yaşamakta olduğu şeyler “Kaçan”dan daha farklı olmayabilir. Bu nedenle kaçan kurtulmuştur. Bizlere, algı kapılarımıza bu vesile ile bir daha bakmak ve alınacak dersler varsa almak düşer. Elbette bir de ona rahmet, yani bunu yazarken içimdeki öteki el çıkıp yazı yazan elime vuruyor. Biz sandığımızın Siz olmakta bulunan türlü  şeyler olabileceğini de biraz düşünmenizi isterim, diyorken nefsim algımı saldırganlığa ikna ediyor.

Metin bahane, biz şahane. Yine de Metin kendini yaşamsal eylemine mahkum etti. En azından bana artık susmak düşer.

Sapla samanın karıştığı şu dünyada, kaçanla kalanın arasındaki fark, bireyin öznesinden kurtulma sorumluluğudur. Özneyken kurtuluyorsa sorumsuz, sorumluyken kaçıyorsa özneSizdir.

Öyle çok dolandırıcı görüyorum ki, kendilerini başbakan hatta geleceğin başkanı bile sanıyorlar.

Kaçan hiç değilse denize atladı, denizleri parselleyenlerin dünyasına kanını tükürdü diyebiliriz.

Dünya bir erk, nefs bir nefes olmadan harfler eksik kalıyor.

Selamla Defter

3D

Ömer Serdar


Şair-Yazar Ömer Serdar(Ayvaşa) sonsuzluğa göç etti...




Bir mektubunda: "Yaşadıkça sınırlarımız bakidir, önemli olan
sınırsızlıkta vaki olan ruhumuzun adresinden gayrı düşmemek..."

demişti...
Ruh adresin neresi Ömer?
Neredsin ey can?

Şair, yazar, güzel insan, güzel dost,

defterin prıl prıl kalemi Ömer Serdar (Ayvaşa) sonsuzluğa göç etti.
Acımız sonsuzdur...


Borges Defteri


"Yok bir şey! Hiçbir şey yok!" // Nona


Pasolini, yaşadığı dönem ve yönettiği filmler, işlediği konular, seçtiği oyuncu kadrosu, filmlerine kattığı engin şiirsellikler-le hep anılacak.  Bütün bunlar bir yana yola çıktığı kimi sol cenah dostlarından bile filmlerinde kullandığı baskın dil ve şiddet unsurlarını, “onlara göre”(yüzeysel eleştiri  kesimi) koyu vurguladığı için  çok sert ifadelerle eleştirildi. Sanki yaşamın hiçbir katmanında şiddet yokmuş gibi ve  Avrupa kıtasının iki dünya savaşı, büyük, kitlesel kıyımları göz ardı edilerek Pasolini için bir “toz pembe” sinema gözlüğünü uyugun görenler, onun o canhıraş ölüm haberini alır almaz koro halinde “şiddete” kurban giden Pasolini için timsah göz yaşı dökmeye başlarlar.  Pasolini’nin yanıtı yine ölümüyle geldi.  Bir gümüş renkli Alafa Romeo  arabayı cansız bedeni üzerinden defalarca geçirilerek üstelik! Sistemin ve katillerin amacı ise çok açıktı, “dünya sizin düşünüzden  ve  de hatta Pasolini’nin karakterlerinden çok daha korkunç bir yerdir”.  Sinematograf biçimde kendini feda eden Pasolini , filmlerinin sinema tarihiyle nasıl  bir ters akıntıda olduğunu   yine sinema  tarihi ve edebiyatın belleğinde anıtsallaştırarak gösterir.  Pasolini sinema kadrajına yerleşir, bir avuç faşist başka bir kadrajdan dışarı fırlar.  Pasolini, her an ve tüm zamanlar için  bir  “çağdaş”  figür olarak   damgalanır. Öyle bir “çağdaş” ki,  şiddetin her türlüsüne denk gelecek, şiddet, ve kıyıma uğrayan ve  uygulayanları  hep anımsatan bir “çağdaş figür”.  Bütün zulüm ve sürgünleri anlatan, sürekli aktaran “çağdaş”. Hep  +18 filtiresiyle.  Dışkı yedirilen çocuklar artık Pasolini sinemasından bir “sahne” değil,  yanı başımızdaki öykülerdir.  Köle pazarları, tecavüzler, açlık sınırıları artık  bir sinema perdesi mesafesi yakınlığındadır hepimiz için, oyun cinneti çok derinden vuruyor bu kez. Dinler ve ideolojiler adına, iktidarlar adına, keza başkalarının çıkar ilişkileri adına heba olan, yok sayılan, talan edilen  masum insanların yaşamları birer Pasolini  perdesi  hiç değil.  Karartılmış gerçeklik dişlisinin hakikate attığı büyük çalımdır ve Pasolini’nin ezilmiş kemikleri kadar sahici. Bu anlatılarda uzun metraj tasarım, tasarruf ve “cut up” da neredeyse imkansızdır. Ne kurtuluş işareti ne de ölüm var! Yok bir şey! Hiçbir şey  yok!  Pasolini’nin somurtkan İsa'sı  bile şaşkın.  Siyah elbisesini giyerek çöllerde  divane  gibi gezintiye çıkar.  Çığlık atar: “Sanmayın ki barış için geldim!”.  O,  Pasolini anlatımlarında sadece bir kez  gülücük dağıtır, oyun oynayan aç, susuz çocuklar, Filistinliler ve Cezayirler için.  “Mavi Gözlü Ali” için, Afgan çocuklar için. Ya şimdilerde? Ezidi, Kürt , Türkmen çocuklarına kim tebessüm edecek? Satılan, öldürülen, tecavüze uğrayan o binlerce küçücük ellere  kim yardım edecek? Kim tebessüm dağıtacak? Yok mu bir  çağdaş Pasolini “elçisi”?

Nona


(Borges Defteri,  Pasolini arşiv okumaları sub-grubundan)

defterin duyurusu: 
Pasolini okumaları, araştırmaları arşivine katkı ve katılım  için:
defteriletisim@gmail adresine yazabilirsiniz. Bu çalışma  "dergi"de  ve sonra "kitaplaştırarak" defter tarafından yayınlanacak. Çalışmalar imza sahipleri adına yayınlanacak ve bir ilk olacak. / borges defteri


Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***