Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Kuzeye Ağıt..// Salih Aydemir



kuzeye ağıt

insan yaşadıklarını okur
yaşayamadıklarına zaman tanır
okumak için


kaç kez uyuduk seninle
yaşımdan yaşına döndüm
içimde genişleyen yüzün
çatlayan dudaklarıma sızdı

ey oğul
bir olmakmış gülüş
onu da senden öğrendim

senin de büyüyecek sözcüklerin
biraz ateş biraz dumanla
biz öyle yaşlandık
soğuklara sarılarak söyledik şarkılarımızı

kaç kez bakıştık seninle
parmaklarından avuçlarıma gittim
kim ağlıyorsa geceleri
onu sen bildim

umutsuzluk gizem içinde
ayırır gözyaşlarının yollarını
taşır gezgin adımlarını kapılardan kapılara
sesin bastırır uğultularımızı
sessizliğin sefaletinden çıkarız

ey oğul
biz gülüş olmakmış
onu da sende gördüm

sanki yok gibi olan bendim
yanlış yerden tutuyordum göğü
bahçelere yanlış yerden giriyordum
düşe kalka oynuyordum kendimle

annen bir evliya huzuruydu bu aşkta
dokunulmamış ten yorgunlukları içinde
düşlerinden süt taşıyordu sana
bir yeryüzü cümlesi kurmak için dilinde
yana yana hayat aşılıyordu bize

ey oğul
pir olmak inat olmakmış
onu da sende bildim

yağmur gök gürlemesi
sonrası ağır bir sessizlik
tırmanıyor kış etime
o yaz gülüşlerine sığınıyorum
içine giremediğim sözcükleri
uzaklaştırıyorum birbirinden
bir ateş yakıyorum anlamların arasında
hiç yanmamış gibi
dilin boşluğuna düşüyorum
eski bir oyuna başlıyorum seninle
bende kalan şu yakar
bu parlar oyununa

ey oğul
düş kurmak gerçeğe düşmekmiş
onu da sende tuttum

insan önce gözlerden alır yarayı
sonra yüzden taşınır dile
biter sanır unutulur yeniden
başlar yağmur gök gürlemesi
ve gövdede birikir çizgiler
yakın bölüne bölüne uzak olur

son bulmaz son kalır
son yaşanır sokaklarda
bütün bunlar yaz olur
doğumuna gün üstüne gün eklenir
dışarısı hep gece kalır
ev kapılarında büyür insan
akşamlarla ekmeksiz bir saat daha
bir saat daha tek başına
ses daha bir derinden çıkar içinden

ey oğul
ki sonsuz yurtsuzmuş
onu da doğumundan anladım

“babanın ikinci adıdır oğul,”

yıllar sonra yaşanan onca anlara
gözleri yaşlı bir kuş konacak
beni umursamadan geçecek rüzgar
fısıltılar kentinde gürültülü bir odada
gündüzleri öldüren gece sendin
diyecek bana
diyecek ki

“zaman hepten geçip gitmiş olandır.”

ey oğul
her şey sessizdir ama hava güzel
onu da senden tattım

evet çocukla kurulur ağız
yeniden yeni baştan
söz barışır
ve bir elle döner
anahtar kilidinde
açılan ve kapanan kapılara
ayakkabılar çıkarılır
yükler atılır
neresi olursa olsun
bir gövde bırakılır sessizliğe
çocukla kurulan ağız
omuzlarımdan tutar kaldırır başımı

ey oğul
sözcükler olmadan da sevilirmiş
onu da benden bil



Salih Aydemir


YUKUTA..// Ziya Alpay




Ve
Var olmayan şeylerin Tanrısı
Beni yarattı bu zamansal paradokslar
Ortamında
İyi mi etti bilmiyorum
Bazen insanlara bir şeyler söyleyecek gibi oluyorum
Ama korkuyorum çünkü
Ağzımı açsam her yerde 9.9 şiddetinde
Depremler olacak sanıyorum
“Bu kendime inanın gıcık oluyorum”

Suyun üzerinde yürüyebilenler beni bilirler
Bir onlar bilirler bir de sokak kedileri
Nerede görseler tanırlar beni, Yukuta’yımdır
Görünüşüm su içen güvercinlere benzer
Yürüyüşüm yolunu kaybetmiş geyiklere

-Tahminiz doğru, “Geyikli Gece”nin tüylerinden yaratıldım.”

Yeryüzünün tüm dükkanları kapanır bir bir
Ben Tanrıma dua ederim
“artık gelsin gerçek güneşler, gece kuşları, denizler”diye
Kapıda bir kız çocuğu duruyor ya, işte orada
İçeri girerse duanı kabul edeceğim der
Beklerim.
Beklerim olmayacak şeylerin Tanrısı
Kim bilir belki o da olur bir gün
Yukuta, yani ben de olurum
Kırmızı güneşler
Mor mevsimler de olur

Ziya Alpay


Madalya Fabrikası..// Leon Felipe



Oyuncak satıcısı kasabaya girdiğinde akşamüstüydü. Gök kararıyor, kışın başlangıcını hissettiren ayaz soğuğu sokakları boş bırakıyordu. Yağmur yağabilir, böyle düşündü. İşi için hiçte iyi olmazdı. Arabasını park etti. Geceyi bu kasabada geçirmeliyim. İndi. Bagajdan ufak oyuncaklar alıp, paltosunun ceplerine doldurdu. Bagajı ve kapıları kilitledi. Sağına soluna bakındı. Tüm kasabalar aynıydı. Belediye binasını gördü. Merdivenlerin önünde kırklarında biri, sakallı, sağlıklı yüzlü biri oturuyor. Yaşama kayıtsız, ıslık çalıyordu. Gaspard de la Nuit Melodiyi anımsadı. Adama doğru yürüdü. Konuşmadan yanından geçti. Her kasaba gibi buranın da belediye yanındaki sokaklarında dükkanlar ve lokantalar ve gece uyuyacağım berbat bir motel vardır. Bir oyuncakçı için sıradan bunlar. Çok sıradan. Şu savaş olmasaydı. Belki. Karnım acıkmış. Sigara çok içiyorum. Yine de bir sigara yakmak için paketi çıkarttı. Eli cep telefonuna değmişti. Burada da çekmez. Küçük kasabalar daha sıkıcı. Yürüdü. Açık bir lokanta gördü. İçerisi boş. Benden başka müşteri yok. Umarım yiyecek bir şeyleri vardır. Oturmadan, bir ayağı dışarıda diğeri lokantanın açtığı kapısından biraz içeride sordu. Yemek var mı? Yok. Dedi, mutfaktan genç bir ses. Bir kadın. Aşağıda kahvede var ama. Zaten gece oluyor kapatıyoruz. Lokantanın adına baktı. Camdan silinmek üzere olan harfler anlamsızlığı yüceltiyordu. Aç Baba Lokantası. Kendini doyuramayan aşçılar ne kadar çok. Adımını çekti. Kapı ardından kapandı. Sokakta kimse yoktu. Dükkanlar kapalı. Burada da oyuncakçı yok. Belki de başka bir sokaktır. Evet, bu kadar boş olamaz. İş çıkışı saati. Okullar dağılmak üzeredir. Başka bir sokağa saptı. Burası daha genişti. Bir iş merkezi gördü. Kepenkleri kapalı, camı pis ve kırıktı. Sokak daha iyi gibiydi. Hızlı hızlı yürüyen iki kadın, köşede sandalyesinin üstünde oturmuş sigara içerek yanında dikilen adama bir şeyler anlatan yaşlı suratı buruş buruş olmuş adam, bir şişko karı, iyi giyimli. Bahse varım toptancının karısıdır. Dükkanlara göz gezdirdi. Sigara, içki satan üç tane. Tuhaf yan yanalar. Hiç mi kavga etmez bu herifler? Ama hayır, akıllıca. Savaşta birbirlerini kolluyorlardır. Savaş bitsin görürüz. Veresiye vermemek için hepsi sinsice dizilmişler. Pastane kapalı. Şeker yok zaten. Terzi. İyi para kazanıyordur. Bir meyhane. İçeriye baktı. Şişman, zayıf, esmer, sarışın; hepsi saçlarının asıl rengini unutacak kadar yaşlı. Sigara dumanından pek yüzleri seçilmiyor. Baktığı cam buğulu. Burnunu cama dayadı. İyiymiş bu kasaba. Her masa doluydu içerideki. Herkes içiyor, atıştırıyordu. Yemek yedikten sonra burada alırım soluğu. Çocuğu olan bir kadın bulur ve iki oyuncakla geceyi orada geçiririm. Yürümeye devam etti. Kahveyi gördü. Birkaç adam. Bunlarda kırklarında. Askerde olmaları gerekirken ne yapıyorlar burada? Aralarında sakata rastlamadı. Selam verdi. Selam verdiler. Pek ilgilenen olmadı. Savaş sırasında herkes her yabancıya her şeyi sorardı. Bunlar umursamıyorlardı. Televizyon kapalıydı. Sessizce kağıt oynayan orta yaşlı etine buduna sağlıklı adamlar. Meyhanedekiler de öyleydi. Anımsadı. Belediye önünde yerleri süpüren ıslıkçı, yaşlı adamın yanında dikilen. Hepsi orta yaşlarında sağlıklı adamlardı. Oyuncakçı boş masaya oturdu. Yemek var mı? Ne yersiniz? Bıyıkları kapkara genç bir delikanlı suratına sahip, kırmızı yanaklı kahveciye şakın şaşkın baktı? Ne varsa getir. Tavuk, pilav, kuru fasulye…çok! Bekleyin ben size menüyü getirivereyim. Savaşın başından beri bu kadar zengin bir mutfağı olan kasabaya gelmemişti. Umarım çocuğu vardır. Menüye baktı. Ucuz olmasını umduğu yemekleri söyledi. Çorba hemen geldi. Sıcak bir domates çorbası. Kışın bu vakitte! Şehirde bile domates bulunmuyordu. Mutlu mutlu içti. Bir kase daha istedi. Pilav, tavuk, karnı doyana dek yedi. Yemeği bitince bira ısmarladı. Sigarasını yaktı. Borcum ne kadar? Bedava. Nasıl bedava. Bu kasabada her şey bedava amca. Sen yabancısın sanırım. Ben de seni general sanmıştım. Hadi dedim albaydır. Sen asker diil misin? Hayır. Ben oyuncak satarım. Oyuncak mı? İyiymiş. İşsizsin desene. Kasaba kasaba dolaşıp satıyorum. İşim bu benim. Ha! Yapmıyorsun yani? Hayır yapıyorum. Şehirde atölyem var. Hangi şehir. Başkentte. Savaş sırasında başkentte yaşanır mı? Neyse beni ilgilendirmez. Bedava bu kasabada her şey. Hazır kimse sana bir şey sormamışken ye iç keyfine bak. Ama tavsiyem sabah olmadan buradan tüymen. Neden? Boş ver nesini niyesini amca. Bir bira daha? Olur. Terliyordu oyuncakçı. Paltosunu çıkartmadığını farketti. Oyuncaklarda ağırdı. Yemeğe dalmışım. Bu ne saçma iş. Savaşta böyle bedava yemek mi olur? Ceplerinden oyuncakları çıkarttı. Masaya koydu. Ayaklandı. Sandalyenin arkasına paltosunu koydu. Kahveci geldi. Birayı masaya koydu. Paltonu kapının arkasındaki çivilere as. Yerlere sürünmesin. Güzel de bir şeye benziyor. Sağ’ol. Ne! Teşekkürler. Ha! Oyuncakçı kalktı. Paltosunu astı. Bu zamanda birisine sağol demek aptalcaydı. Küfretmek gibi. Masaya döndü. Oturdu. Birasından yudumladı. Sigara yakmak için masadaki pakete uzandı. Oyuncaklar yoktu. Küçük GI Joe’lar. Silahlı Hummer jipler. Tanklar. Minik, ağır oyuncaklar. Silip süpürülmüştü. Hırsızlar. Kahveciye seslendi. Çöpe attım. Bu ıvır zıvırların masamda işi yok. Burada savaşı anımsatacak şeyler istemiyoruz. Ama bunlar oyuncak. Oyuncak hiç istemeyiz. Kahvede oturan herkes dönmüş bakıyordu. Aralarından birkaç kişi homurdandı. Kalın bir ses işitildi. Git buradan. Oyuncakçı durakladı. Ne yapacağını kestirmeye çalıştı. Saçma bu. Çok saçma. Savaş ve oyuncaklar önemlidir. Kalktı. Hiçbir şey bedava olmaz bu hayatta. Neyse yemek ucuza geldi sayılır. Paltosunu giydi. İyi akşamlar. Kahvedekiler çoktan oyunlarına dönmüşlerdi. Başını kaldırıp bakan olmadı. Dışarıda yağmur başlamıştı. Şemsiye. Hep unuturum. Paltosunun önünü ilikleyerek yakalarını kaldırdı. Meyhaneye gitmek için adımlarını savurdu. Optik gökyüzünün altında bir ışık belirir gibi oldu. Silah fabrikalarından işitmeye alıştığı, kayalıkların siren sesini iliklerinde hissetti. Meyhaneye doğru yürürken çocuklar işlerine gitmek için ellerinde sefer taslarıyla önünde çoğaldılar. Cebindeki tüm oyuncaklar çöpteydi. Bir şey satacak hali olmadığının farkına vardı. Arabasına dek yere sürtünen paltosunun ağırlığı ve sıcaklığı altında ezile ezile yoklaştı öyküden. Silindi gitti. Uzakta olmayan Irak çocukların sessizliğine büründü.

Leon Felipe


1+ 1 Şiir../ Ahmet Ertan, Halim Yazıcı


Kelimeler Durduğunda

asılır kalır düşünceler
kelimeler durup
semboller silindiğinde
bilemezsin nereye sürükler
esen rüzgar
o rüzgar ki yelkenleri doldurur
yol aldırır
o rüzgar ki düşürüp askıdan adamı
toza, toprağa bular

Ahmet Ertan



Masaldan Tahterevalli

çok eskiden
pabucu yarım
uzak ülkenin derinliğinde

bir çocuk yaşarmış
kulakları sarı ve pembe

masal bu ya
ters getirmekmiş

çocuğun işi
belinden şiiri

sarılı pembeli
kulaklı kedilerin

dedikleri de tutmazmış
söyledikleriyle birbirini

bir gün her günkü güneş
batıdan doğarken

o sabah doğudan batmış
-aklı karışık tanrıların işidir bu-

diye aklından geçirmiş
dünyanın bütün bildikleri

o gün bu gündür
çocuklar ellerinde çember

toplar bütün rüzgârgüllerini
dünyanın

dengede tutmak için
gece gündüz

tahterevalliden
bir aşkı.

Halim Yazıcı





Kısacık metinlerdir kısa öyküler ve kısacık metinlerin olanak tanıdığı ölçüde yapabileceklerini yaparlar. Yani sözcükler aracılığı ile bir insanın, bir anın, bir durumun ve bir oluşun resmini çizerler.

Sanki böyle;



Piyanonun tuşları kalbime vuruyor, ritim yok! Kuytuda sözcüklerimi toparlamaya çalışıyorum. Şiirden ıslanmışken, şiir olamıyorum. Ancak şiire özenmiş bir yazı olabiliyorum. Sözcükler tik tak atıyor, ritim yok. Ses yok, çocukluğumda bir yerlere bıraktığım sesimi, anlamsızca piyanonun tuşlarına vuruyorum. Duymayı çok özlüyorum.

ya da,


Açıldı. Kararsızlıkla kapandı ama hemen. Bir daha. İkincisi biraz daha cesurcaydı; bu yüzden cesaret bir balon gibi sönerken öfkeyle sıkıca kapandı iki dudak birbirine. Alt dudağını dişlemiş olabilirdi. Bir daha denemeyecekti. Tümden sustu.
Konuşma, söz söyleme gücünü yitirmeyi diledi. O zaman korkaklık değil, özür olacaktı susmak. Tekrar ısırdı dudaklarını. Başını önüne eğdi. Karanlık kapladı her yanı. Ben görmeyince evren yok, diye düşündü. Bakışlarının dilini susturdu.


Böyle.
Ki öykünün ağzı değil, zihni kalabalıktır.
Desek ki mesela;

Sözcüklerin yağmura vuruyor.
Toprak
Çiy
Kırağı
...Dönüş.



Denesek demeyi;


bakışlarının arasından yitip giden bir şey var.
yara
korku
sinsi
göç.



Ki öykü, kısacık bir ana sığdırılmış yaşantıyı sözcüklerle uzun kılma çabasıdır.

Sığar mı


Adam yerde yatıyor,
Kaldırımda öylece.
Anadolu var yarı kapalı gözlerinde.
Ne yazık!
Kara bıyıkları büyümeyecek artık.



Sıkışır mı yoksa?


Elini uzattı. İrice ve beklenmedik sıcak elini.
Bakışlarımı verdim.
Aldı yanında götürdü.



Ki öykü, içinden susar

Çünkü;


Söz’ü bileylersin
Çıktığı ağızdan başlar,
Kanatmaya…



Israrla devam;



gözlerimin ardında koyu bakışlar.
Kara
Ak
Kara
Ak
...... sus



Ki öykü, dildar’dır.

Denerken;


Aşk ülkesinin ikliminin bir belirleyeni var şimdilerde: yaryüzü hareketleri.


ve derken;


Bazen rüzgârlar bile susar.


Ki öykü, normal bir ses tonuyla konuşmaz: ya haykırır ya da fısıldar.
Nedense?



Dudaklarımın arasında ölen bir şey var.
hayır.
evet.
hayır.
evet.
... söz.

Derindense ya?


Ondandır ses kısıklığı, boğazındaki yangı. Uçlarda yaşar. Bedelini ödemeyi de pekâlâ bilir. Kimi zaman acısıyla, kimi zaman tutunulamamazlığıyla.

Ki öykü, “oluşumuzun çiçeklenmesi”dir.
Nasıl?
Baktı. Oradaydı. Derince bir yoldan gelmiş görünüyordu.
Ağzının kıvrımında;
Hüzün ya da içten gelen bir gülüş’ten çıkma.
Artık benimle, diye düşündü. Artık benim.
Bir adı olmalı mı? Gülümsedi.
Biteviye, dedi. Ağzımın kıvrımında biteviye.



Asıl.


Ki öykü, küflü bir arzudur.
Şiddetle,


Beklemenin dar geçitlerinden geçiyorum. Sürekli saatime bakıyorum. Akrebe takılıyor gözüm, neden akrep? Zaman insanı haince yaralayabilir mi? Nedir bu özlemin ağzımda bıraktığı küflü tat?
Gelmeyecek
Gelecek
Gelmeyecek
Saatimi hızla kırıp, içindeki akrebi söküp atıyorum..



Ve istekle.

Ki öykü, öykü kaç parçaya bölünür, diye sormaktır biraz da.

Parça;



İki noktam yok
Virgülüm yarım
Eksik bir yanım
Son noktayım.

Parçaya…



Düşünseydi.

Ama düşünmedi.

Tek atımlık kurşunu vardı. Tereddütsüz çekti tetiği.

Hayvan’nını acımadan vurdu.

ağlayan gözleri, cinayetinin iziyle hiç olmadığı kadar parlak artık.

Düşünmedi.

Düşünseydi;

Kan görmeye tahammülü olmadığını anımsardı.


Ki öykü, olanağın dayatmasıdır.

Diyebiliriz ki,



noktalı virgüle bile yer yoktur kimi zaman.


Ve demeliyiz ki,



Beklenmedik bir gülüş kadar şaşırtıcı olacak


Ki öykü, sürdürmeyi sürdürmektir.


Dostluk az sözcükle anlatılır mı? Hele öyküsü uzunsa. İş bu deneysel çalışma fikrini oluşturan arsız ‘’kısa öyküdür.’’ Bizi tahrik etmiş, ufak tefek haliyle kalbimizi çalmıştır. Biz onun kısa cümlelerinin altında uzaktan uzağa (Akdeniz’den-Ankara’ya) atışırken bu proje doğuvermiştir. Günlere yayılırken, asla bitmiş değildir.

Seçkin Aydın Kınacı-Melek Ekim Yıldız




Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***