Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Dicle Koğacıoğlu







Özlemlerini,isteklerini,düşlerini ve tüm yaşamını
bir düş kırıklığının izinde; intihar esintili kum fırtınalarına
sesizce teslim eden sosyolog Dicle Koğacıoğlu anısına...



ESKİ EFLÂTUN



Kırmızı bir kiremit bu yalnızlık

Saçakları buz çığlıklı asmalar yalnızlığı

Ne zaman gelseler ben ordayım

Kalabalık kaçkını eski eflâtun

Zaman süzüyor ellerin bekliyorsun.





Eskimek, yazgılar günlüğü

Kurşun gölgeli anılarda

Bir pencere açar şehir, bakarsın

Aşk saçılır etrafa kanarsın, aldanmalarda

Bir eski terzi diker gri hüzünlerini giyersin.





Gül düştüğünde ateşe

Senin şarabın yol seyyahı sefil keder

Acının teninde şimdi bir sonbaharsın

Akarsın, kendinden başka yalnız kendine

Yollar bekliyor seni ve akarsın kendi sularınca.





Seni hep sende susturdular

Sen hep akşam rengi konuştun sakladıklarına

Gebeydi saat sarkaçları, zaman bir salkım hüzün

Alnı aşk lekeli düşükler yaptı çocukluğun

Ertelediğin çiçekler solar, kırılırsın dallarınca.





Senin yırtılmış düşlerinle yola çıkmak

Üşümeyi göze almak yaz rengi rastlantılarda

Bilmezsin, yokluğun gölgesini göster desem sana

Hazır mısın? Beyaz kuşanmış ürpertili anılara

Geçer gidersin, sığırcıklar konar kış yalnızlığı ağaçlarına.


Latif KÖYBAŞ


Herta Müller'le Söyleşi..// defter



2009 Nobel Edebiyat ödülünün sahibi
Herta Müller’le söyleşi..
Çeviri: Borges Defteri


Defter okurları için..
Herta Müller’in içindeki dünyayı daha iyi tanımak adına..
Her ne adına olursa olsun, bitmez “acılara” siper olan tüm kalemlere..
Hiç kimse bir başkasının sürgün öyküsünü, ana toprağından koparılmanın “anlamını” olduğu gibi kavrayamaz, sadece “tanıklık” edilir..onun öyküsü de böyle bir şey, gözlerinin derinliğine sinen o dehşet yalnızlık ve keder işte bu türden bir şeydir. Herta Müller’e Nobel Edebiyat ödülü verilmeseydi o yine ilgiyle okunacaktı, çünkü yazdıklarının tümünde kurgudan çok bir yaşanmışlık var.
Söyleşinin son bölümünde annesini anlatıyor, son romanın ana teması da annesinin yaşadıkları ve çevresinde gelişen olaylardan oluşur, ama hala annesiyle o “günleri” hiç konuşmadıklarını aktarıyor, korkunun, göçmenliğin, sürgünün insan ruhunda- yazgısında açtığı iflah olmaz yaralardan söz ediyor.
Onun yapıtlarını okurken bu kavramları özellikle merkeze alarak ilerlemeli okur.
Söz konusu korku-sürgün eksenini tartışırken bizler sadece konunun “insani” boyutunu vurgulamaktan yanayız, politik tercihler ve seyirleri bilinçlice kıyıya çekerek acının derin katmanlarından vicdana sızabilecek akıntının gücünü unutmamak kaydıyla, her şeyin sonuçta “bağlı” olduğu realite ile göreceli ilişkilerini sergileyecek bir yığın işareti vardır..

Borges Defteri

- Sizce son romanınızın önemi ne?

H.M: Zorunlu sürgün konusu benim tüm yaşantımla ilintilidir. Çünkü annem zorunlu sürgüne gönderildi. Sadece o değil, onun kuşağından herkes-cephelerde savaşan erkekler dışında.
Bu durum 1950’li diktatörlük yıllarında geçerliydi. Sudan sebeplerle insanların tutuklanıp hapishanelere atıldığı karanlık yıllar. Sürgünler hakkında konuşmak yasaktı. Sürgüne göderilenler bazen ima yoluyla konuyu gündeme taşırlardı. Benim aile tarımla uğraşırdı. Bu aileler kendilerinden hiç söz etmezlerdi, onun için bu alanda söylenen sözcükler yok. Ama annemin perişanlığını hissedebiliyordum. 300 yıl boyunca kasabanın yapısı hiç değişmemişti. Rusya’dan, sürgün kamplarından bölgeye gönderilenlerin durumu farklıydı. Yerel giysilerini giyemez olmuş ve kadınlarının örülmüş saçları tümden kesilmişti. Bu görüntü hep karşımda belirir ve bir toplu öykü kitabımda da ona işaret ettim. Bu konuda bir şeyler yazmalıydım, ama yazmaktan korkuyoru, çekiniyordum, çünkü sıradan şikayetlerin dışında, açlık ve soğuktan başka neyi yazacağımı bilmiyordum. Aktarmak istediğim şey hep hakiki felaket durumu olmuştur.

-Son romanınızı Oskar Pastior(2006 yılında ölen Rumen asıllı şair, hayatı iki uzun sürgün arasında geçti../defter) ile başlamışsınız, onun da bir sürgün olduğunu biliyor muydunuz?

H.M: Evet, onu uzun yıllar öncesinden bilirim, ama Oskar Pastior kendi sürgün konusunu hep kıyıda tuttu. Gulag sürgün kampı ondan korkak ve uslu bir kişilik yaratmıştı. Özünde ise çekingen ve ihtiyatlı birisiydi. Sanırım bu özelliklerinden dolayı sürgün konusunu açıkça tartışmıyordu.

-Son yapıtınızın temelini oluşturan “izlenimler” konusu sizin için ne kadar önemlidir?

H.M: bir önemi yok!

-Başkalarının kişisel öykülerini yapıtınıza aktarmak konusundaki “izin” sınırı ne olmalı?

H.M: Esasında burada üzerinde durulacak konu, sanat’ın başarısı olmalıdır. Konu iznin sınırı değil.
Kendi kişisel öykülerini yazarak aktaranlar var ama başarısız işler olmuştur. Sanat, gerçek değil, ve gerçek ise sanat olamaz, sanat genelinde suni bir şeydir. Ben burada başka bir şeyi işaret olarak seçemem ki.

-Edebiyat unutkanlığa-toplumsal bellek kaybına-karşı durabilir mi?

H.M: Elbet ki. Örgütlü kıyımları, sürgün kamplarındaki felaketleri, o insanların acılarını ben kitaplardan hep okudum. O kamplarda olup bitenleri anlatanlar, aktaranlar, tümü bir içsel gereksinimden dolayı bunu yapmışlar. Benim son romanımın öyküsü benim özgeçmişi aktarmıyor ama bulunduğu ortamı ve annemin yaşamını kapsıyor.

-Anneniz son romanınızı okudu mu?

H.M: Hayır. Annem çok pür-saf bir insandır. Aramızda o konu hakkında hiç konuşmayız.
O biliyor ki yazıyorum. Aramızdaki ilişki başka bir şeydir. Sessizliğin de bir gücü var. Tıpkı anlatmak gibi. Herkes kendi yaşamına kendisi yön verir: Anlatarak veya Sükut içerisinde.




Görüngüler..// Şenol Erdoğan


Image and video hosting by TinyPic

1

yazı değil görüntü haiku
ileri bir resmin dili
suyu da tarihi de kazımak için

nehir. en yalnız su
ve en kadın su da nehir

…yalnız gene…
-yazılabilir mi su?
-suyun ‘tarih’i var mı?

mümkün mü?
ölüm nasıl gündüz vakti yazılabiliyor-sa…

ki

bugün, içime ağır bir sen koydum

eteklerini sürüyordun sen
Nil kuruyordu

işte o sıra gezdim eskilerimi
geçtim Dicle ile Zap’ı

sık sık rüzgarın yaşını düşündüm
—mısırlara her yağmur vurduğunda-

ve

kaç kez yakaladım
kendimi
camdan sen gibi bakarken


işte o an-dı:

yaprakları döküldü yazın
kokusuz kaldı çiçek

bildim ki, artık ben:
bir şehir yontmak
istiyorum
hiç kimsesiz

bir şehrin yazını olabilir yontu-m

yüzleri kararmış yolsuz köy evleri’nden uzak

ŞENOL ERDOĞAN
(1-25 Haziran-İstanbul)


Borges Defteri / Şiir..


Image and video hosting by TinyPic

…Monolog Ada…

çokluğun tarifiydi içimdeki ada
yokluğun sihrini seçti
tersyüz edilmiş
bilmece dehlizleri

ucuza kapatılmış demirbaştı öznel duruşmalar
dilsizliğe adanmış iki yüzlü gebelik
hem yazı, hem tura

balık gözlerin dibinde saklı
yalanlardan kaçtım
sesimi tırmalayan akçadikenlerden
kendini serçe bilen
künyesiz
irikıyım cüsselilerden

yoktu bir evveli kaçış hikâyelerinin
sonrası yazılmadı daha
bin yüzlü hayat
kendine dönük pala

monologlar bana kaldı böylece...

şiir de kalburdan geçirir
ayıklar kendini
kaotik suskuların zılgıtçı lânetiyle
sahici bir monologa açar perdesini

söyleriz suya
ağlar

öksüren bir deniz ütülüyorum şimdi
sabrını denediğim ütopik şilepler
s.o.s. veriyor hüzün bohçama

sesimi saklayan ada bir hiç
ve her şeydir hâlâ...

Naime Erlaçin

* * *

Halkım İçin Apolitik Mimari

dile gelmeyen acı
çürütüyor kalabalıkları oysa
haremin ağası içerken nargilesini
kikirdeyen birkaç güzel
önlerindeki sütü döküyor
süt kokan önlerini
aristokrasi topluyor bir bir
saçları çok çocukken örülmüş
olan bir şarkı mırıldanır gibi
dudaklarını öpüyor türkçenin
namusu parlak bir mekan
bekliyor teşriflerini
gelmeyen acının
tasavvuruna notlar düşüyor
yüzünü hafifçe ağırlayan ışık
ağanın canını çekiyor
kapanıyor mevsiminden önce
bacakları bencil olan
cumhuriyet ilan ediliyor

Kerem Toker

* * *

MUŞMULA GÜLÜŞLÜ

Susmayı da öğreneceksin elbette
son kalan bozukluklarla ekmek almak için
bakkala kimin gideceğine karar verirken aranızda,
izmarit dolu kültablaları , yere atılmış eski long-playler
gizli bir öfkeyle çatırdarken gecenin hafıza-tözü
üzerine plastik çiçek yapraklarıyla alevlenen ,yeşil
bir taç takınıyor sabahın asık suratlı kraliçesi.
ve şimdi
uykuda gerçekleştirmen gereken bir cinayeti
ertelemenin yakıcı pişmanlığı kaplıyor yüreğini.

Geri dön ey zaman !
artık sevmiyorum seni.

ŞAFAK ÇUBUKÇU









ULUS FATİH // SOYUT OT (E-KİTAP) YAYINLANDI..


Edebiyatımızın üretken bir o kadar sessiz kalemlerinden Ulus Fatih'in "SOYUT OT" e-kitabı Borges Defteri'nde yayında... Borges Defteri E-Kitap Proje yönetimi birimince tasarlanan, görselleri eklenen kitap ülkemiz e-kitap arşivini zenginleştirecek çalışmalardandır. Alışkanlıkların alt-üst olduğu bir sürez(zaman) kesitinden okuma aşkıyla yeryüzünü selamlayanlar içindir e-kitap projeleri. Defter e-kitapları bugüne kadar binlerce işin ehli okura ulaştı..

Allen Ginseberg; Howl(Uluma)-Çev.Şenol Erdoğan,
Bukowski'den "İntiharcı çocuğun son günleri"-Çev. Mustafa Ziyalan,
Hasan Safkan'ın "gezi notları" kitabı,
Çağlar Tanyeri'nin "Direnmenin Estetiği"
Üzerine Gözlemler kitabı defter e kitap proje yönetim birimini de şaşırtacak bir okur ilgisiyle karşılaştı..
Bu düzlemde harcanan çabaları okur karşılıksız bırakmadı. Defter olarak bu yöndeki çabalarımızı titizlikle sürdüreceğiz.. ileriki zaman diliminde surpriz projlerle e-kitap arşivinize katkımız devam edecek.

Borges Defteri

Kitap kapağına tıkladığınızda sayfaları takip edebilirsiniz:





Kitabı indirebileceğiniz link:

E-Book(ULUS FATİH- SOYUT OT) Download By MediaFire 250 kbps-1MB

Kitabı 1 dakikadan az bir sürede indirebilmeniz mümkündür!..


F.H Dağlarca'yı Özlemle Anıyoruz..// Defter


15 Ekim; birinci göç yıldönümünde... Şiirimize, dilimize "çok şey" katan, derin duyarlılıklar taşıyan ve şiir için soluk aldığını her an vurgulayan edebiyat tarihimizin en üretken şairlerinden sayılan Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı özlemle anıyoruz.. 
DÜNYACA Burda, Hindistan'da, Afrika'da, Her şey birbirine benzemektedir. Burda, Hindistan'da, Afrika'da, Buğdaya karşı sevgi aynı, Ölüm önünde düşünce bir. Nece konuşursa konuşsun, Anlaşılır gözlerinden dediği. Nece konuşursa konuşsun, Benim duyduğum rüzgarlardır, Dinlediği. Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız, Bölmüş saadetimizi çizgisi yurtların; Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız, Gökte kuşların kardeşliği, Yerde kurtların. F.H DAĞLARCA


Aydın kavramı, ya da Seçkin Bir Grup..// Ali Şeriati



Bir seminerimde "hizmet" ve "reform" kavramlarından söz etmiştim. Buna ilaveten de hizmet eden ile reformcu arasındaki fark üzerinde durmuştum. Çünkü, bu iki kavram birbirinden ayrı olduğu kadar, çoğu zaman da birbirleriyle çelişir anlamlar ifade etmektedirler. Fakat genelde benzeştiklerinden bu iki kavram, birbirinin yerine kullanılmaktadır. Örneğin bir hizmet vardır ki, yalnız ıslah etmekle kalmaz, ihanet derecesine varırcasına bozgunculuk yapar. Bir mahpusu özgürlüğüne kavuşturmak, ona bir hizmettir. Ancak eğer bu mahpus ıslah olmamışsa, toplum için bu hizmet değil, ihanettir.

Belediye, hizmet ile sınırlı bir kurumdur. Başka bir deyimle Pasteur, Edison gibi bilginler, dahi ve mucitler birer hizmetçidirler. Fakat, Budha ile Aristo, Ali ile ebu Ali Sina, Mesih ile Batlamius, Robespierre ile Lavoisier, Bacon ile Newton veya yazar ile tabip, filozof ile mühendis arasında mutlak bir "fark" vardır. Bireysel ilişkiler ve düşünsel çabalarınızla birisinin yaşam ve düşünce biçimini değiştirerek onu bozulma ve çöküşten kurtarıyorsunuz, Bazen da herhangi bir ihtiyacını karşılıyor veya ona bir otomobil hediye ediyorsunuz. Ya da hayatındaki bir sorununu zaman ve para sarf ederek gideriyorsunuz. Bu iki iş bir değildir. Sözün burasında, hayati önemi olan, basit ve fakat çoğunlukla unuttuğumuz temel bir noktayı belirteyim: "Her ıslahatçı aynı zamanda hizmetçidir de. Fakat her hizmetçi asla ıslahatçı olamaz!"

Bilimde bile bu tür anlam bölümlemesi söz konusudur, ki bunun en büyük tanığı yine bilimdir. Hizmetçi bilimler, "varolan insan'a" yönelikken, ıslahatçı veya reformist bilimler, "olması gereken insan"a yöneliktir. Biri, "vakıa" ile ilgiliyken, diğeri "hakikat" ile ilgilidir. Biri, insanın ilerlemesi, takviyesi rahatı ve mutluluğuyla ilgilenirken diğeri insanın tekamül, ululuk, olgunluk ve hareketiyle ilgilenir. Biri insanın hizmetçisiyken diğeri onun kılavuzu! Birinin işi işçilik iken, diğerininki yol göstericilik, yani peygamberane bir işlev! Tarih boyunca topluma mesaj taşıyan peygamberler ile bilginler arasındaki ana ayırım noktası budur.

Bugün de bu ayırım, bu aykırılık bir başka biçim ve tonda düşünürler arasında gözlemlenmekte! Bağımsızlık hare¬ketlerinin, anti-sömürgeci ve özgürlükçü hareketlerin düşünce önderi başka, filozoflar-bilginler-edebiyatçılar-uzmanlar-kaşifler ve dahiler başkadır. Çağımızda Seyyid Cemal, Mirza Hasan Şirazi, Gandhi, İkbal, Seyyid Kutub gibilerin yaptığı iş birinci türden iken, Apollo'nun mucidi, yapıcısı Von Brown'un yaptığı ikinci türdendir.

Sözün burasında dilimizde çokça kullanılan ancak genellikle, müphem, karışık, öz anlamından uzak, yanlış bir biçimde kullanılan "Aydın" ve Entelektüel" kavramlarını da açıklayabiliriz. Entelektüel kavramı mefhum olarak, beyin işi yapan kişi anlamınadır. Farsça'da bunu "Tahsil-okumuş, eğitim görmüş-" sözcüğüyle ifade etmekteyim. Çünkü, bugün hiçbir entelektüel yoktur ki tahsil yapmamış olsun! İşte biz bu kavramın yerine yanlışlıkla "aydın" kavramım kullanıyoruz ki bu asla doğru değildir. Çünkü; entelektüel ile aydın arasında anlam benzerliği ve birlikteliği yoktur. Ancak, mantık ehlinin kurabileceği şu genel ve özel ilişki söz konusu olabilir: Bazı entelektüeller aydındır, bazı aydınlar da entelektüeldir. Ya da bunun zıddı olarak; çoğu entelektüeller aydın değildir, çoğu aydınlar da entelektüel değildir.

İşte bu nedenle "aydın" kavramı için ki bunlar seçkin bir gruptur- başka bir tanımlamayı kullanmak gereklidir. Burada kapsamlı ve mantık yargısını engelleyici bir tanımı, özgün bir tanımlamayı bulabilecek noktada değilim. Fakat burada karşı çıkılmaz gerçek şudur: Aydın, değiştirici ve kıvrak bir güce ve kavrama yeteneğine sahip; içinde yaşadığı toplum ve zamanın durum ve şartlarını bilen, onlara uygun mantıklı çözümlemeler getirebilen ve bunların tarihî, sınıfsal, insani ve ulusal duygularla bağlantısını kurabilen; somut sosyal tespitlerde bulunabilen ve tüm bu sorumluluğunu ve bilincini, eriştiği bilgi ve uyanıklıktan alan kimsedir.


Yani kendini, toplumunu ve dünyayı bilmek ve bunları duyumsamak!.. Bunlar olgun bir bireyin kişiliğinde belirebilen seçkin ve yüce bir insanilik göstergesidir. Bu bilgi, felsefe, tabiat, psikoloji, antropoloji, sanat, edebiyat ve kökeni uzmanlığa dayalı herhangi bir bilgi değildir. Bu, ideolojik bir bilgidir ki eskiler buna; hidayet, peygamberlik bilinci ve rehberlik, derler. Ve bu bilgiye ancak peygamberlere özgü çizgiyi izleyenler sahip olabilir. Bu, Peygamberin deyimiyle; "Allah'ın, dilediğinin kalbine yerleştirdiği aydın ve donuk ruhlu kabile, toplum ve ulusun bireylerini ansızın kitleler halinde harekete geçirir. Felsefe, sanat, bilim, kültür, deha, zeka, yapıcılık, hareket ve eylemden oluşan bir kıyameti koparır. Evet gerçek medeniyet, böyle oluşur ve bir ulusun, halkın bağrından coşkun bir biçimde fışkırır.

Bu insanlığa özgü bilgiyi halka kim verebilir? Bir ulusun gamlı, suskun, mezarlığa dönüşmüş bünyesine bu ruhu üfleyecek, hangi İsrafil'dir? Kuşkusuz aydın! İslam'daki "Hatemiyet" (sonunculuk) kavramından ben şu anlamı çıkarıyorum: Son peygamber Hz. Muhammed'e kadar peygamberlerin yüklendiği ve uluslara ulaştırdığı mesajı, bundan sonra sürdürecek ve yüklenecek olan aydınlardır! Aydınlar, herhangi bir bilimsel dalda söz sahibi olan kişiler değil, belki "peygamberlik mesajı"nın bilincine sahip düşünürlerdir. Çökmüş, dağınık ve putperest insanları, muhacir olarak yola koyan ve onlara eski, büyük, maddi-manevi kültür ve medeniyetlerden birini, belki de en büyüğünü kurduran bilinç... Her şeyi elinden alınmış olarak Firavunun zillet ve esaretinde yaşayan yabancı ulusa (İsrailoğulları), kurtuluş bağışlayan ve onları Filistin'in güzel, engin ve büyük kültürünün, medeniyetinin yapıcıları yapan bilinç. Roma toplumunun kasvetli ve korkunç yapısına, dehşet verici gladyatör alanlarına, Sezar'ın karanlık zulüm ve cinayet zindanlarına, insanlık dolu, latif ve rahatlatıcı ruhu üfleyen; silahın, kin ve kanın ülkesini, toprağını, yüce bir maneviyat, iman ve duygunun toprağına dönüştüren bilinç. Sert, yitik ve vahşi sahranın bedevilerini; en büyük dünya hareketiyle insanlık tarihinin ve medeniyetinin en zengin kültürünün öncüleri yapan bilinç.

İnsanlık ve toplumu değiştiren, bilim-ötesi, insanlığa özgü bir bilinç. Bu bilinç, doğa-üstü bakış açısı, "sorumlu ve yapıcı" bilgisi ile, kendi hayat ve hareketi sonucunda yaratıcı ve toplumu değiştirici insan tipini doğurur. İşte, bu sorumlu, ağır ve tehlikeli mesajı yüklenen ve yarının tarihinin iplerini elinde tutanlar, "aydınlardır". Bu aydınları ille de bilginler arasında aramak gerekmez. Aydının belgesi, tahsil ve tasdik değildir. Bilimsel ve teknik veriler de değildir. Yüce değerlere sahip olma, toplum bilgisine sahip olma, yol arayabilme, yapıcılığa özgü yetenek, hidayet ve hakikati tanımaktır aydın için aslolan!

Bu gerçekler, felsefi, bilimsel, sanatsal ve teknik bilinmeyenler değil, belki, toplumsal realiteyi, zamanı, zorlukları, hareket, kemal ve kurtuluş yollarını arama gerçekleridir. Bu bilgi, kendine özgü yapısıyla teknik ve akıl ötesidir. Aynı zamanda toplum yapıcı, medeniyet doğurucu başarıya ulaşmış bir ulusun, düşünsel ve toplumsal dirilişi ile hareketinin etkenidir de. Şu an bile, belli bir oranda bu tavrı bulmak mümkündür. Bilimsel bilgi ile bilim-ötesi bilgiyi teşhis etmek, ya da sosyal, politik ve diğer bir deyimle ideolojik bilgiyi, bilimsel bilgiden ayırt etmek artık kolaydır. Her birimiz, çağdaş, tanınmış çehreleri bu ölçüye göre tahlil edebiliriz. Pasteur, Koch, Watt, Marconi, Marx, Newton, Darwin, Einstein bir tarafta iken Seyyid Cemal, Abduh, Kevakıbi, İkbal, Gandhi, Seyyid Kutub, Julius Nyerere, Aime Cesaire, Fanon, Che Guevara, Ömer Mevlud ve ismini sayamayacağımız diğerleri diğer tarafta...

Bu bilgiyi, bu eyleme geçirici görüşü, ideal yapıcı ve yaratıcı bilgiyi; genel anlamıyla ideolojiyi, "insanın kendinden bilgisi", "toplumsal ve tarihsel bilgi", "kemal ve önderlik bil1gisi", "değiştirici ve devrimci bilinç", "ekol ve meslek idraki", "hidayet dokusu", "hedef ve idealin kavranması", "toplumun dirilmesi" diye adlandırabiliriz. İşte bu, aynı zamanda bilimler ve teknikler ötesi bir marifettir. "Oluşu"nda değil "olması gerekende insana yöneliktir. Ben bu nedenle, anlata geldiğim bilgiyi: "Hikmet, kutsal akıl, peygamberane aydınlık" olarak adlandırıyorum. Onun bilim ötesi kutsallığı da buradan gelmektedir. Bunun kolaylığını seviyorum ve onu Eflatun'un deyimiyle "politik haber" olarak da adlandırıyorum.

Eflatun diyor ki: "însan politik bir hayvandır." Bu söz çok derin bir anlam taşımaktadır. Metin kavramada kendini çok üst düzeylerde görenler(!) kendi hayallerince bu sözü "sosyal bir hayvan" diye anlamlandırıyorlar. Onlara göre politika, ayağa düşen bir iş, kötü ve çirkin bir iştir. Politika; hile, zulüm, sulta arayıcılığı, halka hükmedebilme gücü, halkı her durumuyla aşağılama işi ve maddi şeyler ürünü¬dür. Oysa insanı hayvandan ayırt eden en somut özellik, insanın "fiil"idir. Bu nedenle de üstadın bu zayıf ve eksik sözünü tadil ederek "politik" yerine "sosyal" deyiverdiler. Oysa ki Yunanca'da "sosyal" ve "politik" kelimeleri bağımsız ve farklı iki anlamı yüklenen iki kelimedir. Hatta bugün bile değişik Avrupa dillerinde bu iki kelime farklı anlamlarıyla kullanılmaktadır.

"Sosyal" olmak yalnız insan fiili değildir. Balarıları ile karıncalar ve diğer birçok hayvan vardır ki, "sosyal hayvandırlar. Hatta balarısı, insandan daha da "sosyal"dır. Aslında insan denilen yaratık türüne özgü olan özellik, "politik" olmaktır. Siyaset, pis ve çirkin manevraların, ahlaksız temaların, rakibi yenip koltuğu elde etmek için her çeşit dolabı çevirmekten çok öte bir şeydir. Siyaset, hükümet olmanın da ötesinde halka tasallut etmek değildir. Siyaset, bir toplum ve bilgiye olan bağlılıktır, topluma karşı duyarlılıktır, toplumun yazgısına ve konumuna ilişkin bilgi ve topluma karşı sorumluluk duygusu taşımadır, bir "grup" veya bir "toplum" vicdanına sahip olmadır. Bireyin, yaşadığı toplumun çile, hareket ve hayatına her yönden ortak olmasıdır; toplumun duygu ve yazgısına katıksız katılmadır. Heidegger'in deyimiyle; "vicdan sahibi olduğunu, evrendeki varlığını bilen ve varlık okyanusunda bulunduğunu duyan yalnızca insandır." Ekzistansiyalistlerin diğer bir deyimiyle: "Varlık sözcüğünün yüklendiği anlamı bilen salt insandır." Hatta bu sözcük (birey/insan) toplumda, varlık yerine de kullanılabilir.

İnsan da birçok hayvan gibî "sosyal"dır, yani bir "toplum"da yaşamaktadır, fakat bir toplumda yaşadığının bilin¬cini taşıyan yalnızca insandır. Yani insan "başkalarının arasındaki varlığının diğerleriyle ortak ve ilişkilerinde toplumun bireylerinden biri olduğunun ve içinde yaşadığı "toplumsal kişiliğin" farkında olandır. Kanımca "siyaset" diye adlandırılan da bu bilgidir. Buna rağmen eğer ille de Eflatun'un ünlü sözünün anlamını kaydırmak istiyorsak, o zaman "İnsan sosyal bir hayvandır" sözü yerine "İnsan sosyal ve toplumsal bilgi sahibi bir hayvandır" yani "siyasi" dir. İşte bu noktada "aydın"ın titiz bir tanımı için yeni bir veri elde ediyoruz. Aydın her durumda bilgin insanın en bilginidir ve siyasi bir düşünürdür. 'Aydınlık', sıfat olarak da bu anlamı içerir. Yani nerede olduğunu bilen insan! Kendi "konum"unu aydınlık bir biçimde bilmektedir.

Sözün burasında kavramları, belleğimize yerleşmiş anlamının ötesinde ele alabilirsek "ıslahat" ve "hizmet" terimlerini, sosyolojik deyimiyle "fayda" ve "değer" terimlerini birbirinden ayırt edebiliriz. Faydalı ve hizmet eden bilimler, insanın "olduğu durumuyla doğaya egemen olmasını sağlamak, ona refah vermek; yani onu "mutlu" kılmak için çabalar. Bu, genelde entelektüellerin işidir. Öte yandan, "sosyal bilgi sahibi" olan aydın, kendine özgü anlamıyla, iman, ideoloji, toplumsal ekol, insanlar için yüce idealler taşıyan meslek, ulus ve sınıfta tecelli eden, "siyasi bilgi" sahibi olan bir aydındır. Evet aydın, "birey" ve "toplum" olarak insanı, olduğu durumdan" "olması gerekene ulaştırmak ve dosdoğru bir hedef belirlemek ister. Bunu da onun doğaya egemenliği ve mutluluğu için değil, belki, hareket, devrim, kemal ve manevi gücüyle insanın kendi benliğine egemen olmasını sağlamak için yapar.

Bilimler, insanı, tabiatı kendi istediği biçime yatkın kılabilmesi ve tabiata egemen olması için güçlendirir. İdeoloji; irade gücü, seçme yeteneği, iman ve bilgiyle insanı donatır. İnsanı olgunlaştırarak "olması gereken" biçimi almasını sağlamaya çabalar. Bilim gücüyle "tabiat", "tarih" ve "toplum" zindanlarından özgürlük ve yazgısını kurtaran insan, iman ve hikmetin olağanüstü gücüyle de en zorlu zindan olan "benlik" zindanından kurtulabilir. Böylece; kendini, toplumun, tarihin ve doğanın yapıcı etkeni haline getirebilir. Yani "misali" ve "olgusal" insan tipinden "gerçek" insan tipine; "Allah'ın yeryüzündeki halifesi" biçimine yücelebilir. İlahi ve peygamberlere özgü mesajı, tarihin akışı içinde insan toplumları arasında yüklenenler, geçmişte peygamberlerdi. Vahy asrının bitiminden; Resul'un vefatından sonra ise aydınlardır.


Ali Şeriati


1+1 // Leon Felipe



I.

Ayna

Bugün ellerimi yıkarken gözüm takıldı
dün takıldığında gözüm sokaktaydım
vitrinin önünde durmuş bakıyordum
yarın lunaparkta kendime
yeni bir ilaç almadan önce iyice
bakmak için komik aynalarda
bugün ellerimi yıkadıktan sonra
işe giderim diye düşünüyorum
belki temiz bir avuçla
dilenmenin faydası olur,
belki de yarın kendimi o komik aynalarda
farklı görürüm bu sayede
ilk defa hayatımda
ciddi bir amacım var işte
dalga geçmeyin benimle.

Geçen hafta yere düştüğümde
şaşırmıştınız ayağa kalktığım zaman
perhaps or perhaps, demişti aranızdaki
tiyatrocu, yer dilencinin yeridir elbette
ama sizin için dikilerek avucumu uzattığımda
yüzüme tüküren şu iri yarı solcu arkadaşınızdan
korkuyorum hala
bir de tabi lunaparktaki korku tünelinden,
ben dilenirken hep korkacak bir şey bulurum zaten
yüzüme daha acıklı bir ifade verir bu
ve kibar hanımlarla dini tümler
ne zaman sadakalarını verirlerse
versinler onların ardından acınarak kendime
korkuya saklanmış bir yalancı gibi
dua ederim tanrıya, biraz cesaret için
arada sırada.
İyi olur cesaret, dolu mideyle beraber
bazen kendimi şair ve yazar hatta sanatçıların en kudretlisi
ve de gece soğuyana kadar
çünkü paltosuzluk üşütür beni,
tanrı yerine bile koyabilirim.
İki kolu olmayan bir dilenci için bu
inanılmaz düş
gerçeklerin hepsinden ve hayalimde her sabah yıkadığım ellerimden
daha temizdir.


II.

MEZAR FIRÇACISI

Şiir yamıyorum efendiler, bidonlarım var
Bakın bana bu servi ağacının altında
Kısadan hisse boyumla ben ki maşallahım var maşallahım
Ucuza mezar siler, temizler, yıkar, çiçek döşerim son model
Arada şiir yamarım siyah boyamla
Mezar taşlarında,
Neler var neler, ölmeden önce ki sayıklamalar,
Yahu bu mezar var ya bu mezar şair doludur,
Romantikinden ultrasına, hiperinden bohemine
Kaynar bu taşlar kafiyelerle,
Ben de malum pırıl pırıl ederim önce mermeri,
Sonra siyah boyaya batırırım fırçayı,
Geçerim üstünden dizenin
Atarım cebe mangizi
Ve eve girince benim karıya iki dize attırır
Sürerim rakıyı koynuma, böyle geçer günler
Geçer tabi de
Şimdi bakın allahın işine
Bu şiir denilen illet de bulaşıcı ya
İki dize de beden dilimle bari ben
Edim dedim şuraya.

Leon Felipe


İkonoklastınız kim?..// Sufi.



İkonoklastınız kim?

"İyilere bakın! doğrulara bakın ! En çok kimden nefret ediyorlar? Değer verdikleri şeylerin yazılı olduğu levhayı kırandan_kırıcıdan,...-ama bu yaratıcıdır.. iyiler yaratamazlar:daima sonun başlangıcı onlar. Yeni levhalar yeni değerler yazanları çarmıha gererler, geleceği kendilerine feda ederler. İyiler sonun başlangıcı olmuşlardır hep.” ( Nietzsche-"Böyle Buyurdu Zerdüşt.")
Nietzsche'yi çok değerli ve insanlığın felsefi kazanımı olarak bulduğumu ve her şeyden öte baş ucu yazarlarımdan olduğu için, sebebini benim de çözemediğim bir "tutku"dan olsa gerek, ona eleştirel bakmayı pek denemedim(ya da sık sık yapmadım bunu), ama ara sıra “Sevgili Friedrich Nietzsche” bu noktada senden ayrılıyoruz” gibi bir iç sesimi de çok duyar oldum. İşte bu kısa pasajda o iç seslerimden "birisi" haykırıyor sanki. Bana öyle geliyor ki yukarıda paylaştığım saptama biraz yetersiz-eksik kalıyor, bir insan hem iyi, hem kötü, bazen yanlış, tersinden doğru olmalı. Doğrunun, gerçeğin hep uç noktayı gösterdiği “söylencesi” temelsizdir. İnsan anın öte yakasından bazen kendi vicdanını çarmıha germelidir, bilincini sekteye uğratarak dip kuyunun üst katmanında o “bir başkası” karşısında ve onun sentezinde “sözde kötü” olabilmek ne büyük bir mutluluk olurdu sesini yükseltmeli. Hor görünen vicdan-ten-insan bunu mutlaka yapmalıdır. Çünkü sonuçta iyilik ve kötülüğü insanoğlu kendi kendine atfetmiştir. Onu hiçbir zaman aramadı ve de durduk yerde bulmadı, ne cehennemde ne de umut ettiği cennetinden de çekip çıkarmadı, bir iç koruma, temelde koruma güdüsüyle tümünü ki buna çevresindeki nesneler de dahildir sürekli sezdirmeden ilişkilerine, bakışına yükledi durdu. Kendini yoktan yere yarattığı girdaplardan korumak için edindi o kalkanı. “ Bu yüzden kendine “insan” diyor, yani “değer veren” varlık. Zaman zaman yakan, yok eden ve belki de yerküreye fazla gelen ağırlık. Tarih boyunca ikonoplast'larla ikonoklast'ların her zaman ayrı ayrı kişiler olduğunu düşünmek, doğrusu oldukça moral bozucu bir ayrıntıdır. İnsan kendi yarattığı bir şeyden ayrılırken içinden bazı şeylerin kopup gittiğini hisseder, bir kurucu olduktan sonra, aynı ölçüde bir çabayı, yine aynı konu üzerinden bu kez yıkıcı olarak harcayabilmek, psikolojik yıpranmayı ve parçalanmayı yaşamın en doğal parçası haline getirebilmektir ve bunu denemeye kalkışmak ise bana göre resmen bela bir girişimdir.
Yukarıda alıntıladığım Nietzsche yazısı çok eskiden not tuttuğum “Böyle Buyurdu Zerdüşt” yapıtındandır. Bu yapıtın II. Ve III. Bölümleri “ebedi dönüş” kavramının ele alındığı en güçlü metinlerdir, yani Nietzsche’nin en güçlü yazılarıdır. Nietzsche bazı düşünce sistemlerinin “yalancılığına” karşın doğruculuğun en yüce erdem olduğunu söyler. Oysa tarih süresince aynı boruyu başka türlü üfleyenlerin sayısı hiç az değildi. Umutsuz yalanların ve aşağılık bir doğruluk (kime göre) üzerine inşa edilen, geçmişteki tüm intikam tanımlarını gölgede bırakan kepaze girişimlerden söz ediyorum. Nietzsche’nin Zerdüşt’ün dilinden kurgulamak istediği tam neydi? Zerdüşt’ün egonun gerçek mahiyetini keşfetmesi sadece “yeni bir gurur”un değil aynı zamanda “yeni bir istencin” doğmasına da yol açar.
Zerdüşt kendini Yunan tragedyasını alt eden aynı düşman güçler tarafından saldırıya uğramış bulur ve böylece Nietzsche’nin ilk kitabındaki Sokrates hani şu sözüm ona dünya tarihindeki bir dönüm noktasını ve girdabın merkezini temsil eder.
Anlaşıldığı gibi, hem gerçek hem de yalanlar nihayetinde ego kökenlidir. Yalanları ve aldatmacaları üreten, şeylere değerler yükleyen egonun kendisi değerlidir, çünkü kimine göre o sadece“dürüsttür” ve gerçeği dile getirir.
Yoksa:
Ne Faust çok istemekle beraber Mefistoyu yok etmeyi kabullenebildi, ne Robespierre kırbaç zoruyla Cumhuriyetin ilkelerini ezberlemekten, ne de Kafka kül olmasını istediği onca yazıları ateşin hırçın ellerine teslim etmeyi.
Dostumun, Sadık Hidayet’i konu eden yazsında işaret ettiği Hidayet vakası bir ilk olmamakla beraber, cesurca ve adeta bir yazarın kendi kendinin "ikonoklast"i (kendi yarattığını imha anlamında ) olabilmekle eşdeğerdir. Enis Batur’un dediği gibi “onun gibi bir yazarın intihar etmesi için başka sebepleri olmalıydı”, işte esas olanaksız olan da budur, sebep bence her ne olursa olsun bu kadar yıkıcı bir“gidiş” için önsöz olamaz! Yazmak, kalemi gönüllüce bırakmayı bir ölçüde anlarım ama o “dayanılmaz” noktayı kavrayabilmek o kadar kolay değil.
Eğer hala birileri bir yerlerde bir ütopyadan söz edebiliyorsa ve o ütopyanın sadece ve sadece bir an için çok hoş olacağı düşünülüyorsa,o an'ın "karelenmesi" gerekmiyor mu? Bir Vermeer ya da daha iyisi bir Breughel olmak gerekse bile; çocukça da olsa samimiyetle söyleyebileceğiniz bir evet-iniz olması gerekiyor, her şeyden sonra ve her şeyden önce. Saygıdeğer tine fazla güvenmemek, öte yandan onun cesaret, gurur, saygı gösterme halkalarını aşırı yorumun eline teslim etmemek kaydıyla..

Sufi


JORGE LUİS BORGES // Çev. Ömer Cem Demirci



JORGE LUİS BORGES


DEVİRLİ GECE

Sylvina Bullrich’e

Tanıdılar Pythagoras’ın coşkulu öğrencilerini
O parlak adamlar devretti bir dönemi,
O kaçınılmaz atomlar geri getirecek
Altın Afrodit’i, Thebans’ı, agorayı.
Gelecek çağlarda yarı boğa yarı insan varlıklar ezecek
Sağlam, yarıksız toynaklarıyla Lapith’in göğsünü;
Roma toz olduğunda Minatour inleyecek
Bir kez daha kutsal sarayının karanlık sonsuzluğunda.
Her uykusuzluk gecesi geri dönecek bir zaman aralığında.
Bu yazan el doğmuş olacak aynı rahimden,
Ve keskin ordular tertipleyecek onların kaderini.
(Edinburgs’un David Hume’u verdi bu işareti.)
Bilmiyorum tekrar dirilecek miyiz başka bir dönemde,
Sayılar gibi periyodik bir kesirde;
Ama biliyorum muğlak bir Pythagorean rotasyonu
Geceden geceye götürecek beni dünyadaki
-Bu şehrin varoşlarıyla. Uzak bir sokak doğuda veya
Batıda ya da güneyde, fakat daima denizle yıkanmış
Bir duvar, bir incir ağacının gölgesi,
Ve bozuk asfaltdan bir kaldırım.
Bu, burası, Buenos Aires’dir. Zaman, para
Ya da aşk getirir erkeğe, bana ise tecrübe
Sadece bu ölgün güle, geçmişten kalan
İsimleriyle, sokakların bu aylak takipçisine.
Kanımda: Laprida, Cabrera, Soler, Suarez…
İsimlerinin saklı olduğu boru fısıldar tınısını,
Davet ederek, cumhuriyetleri, süvariyi, gündüzleri,
İnsanların öldüğü, coşkulu zaferleri.
Sır yüklü karanlık meydanlar hiç kimsenin umursamadığı
Boş bir köşkün muazzam teraslarındadır,
Ve tek yönlü sokakları yaratan boşluk
İsimsiz korku ve uykunun koridorudur.
Anaxagoras’ın karanlık boşluğu hayat buluyor
Ölümlü vücudumda, sonsuzluk birikir yineleyerek kendini
Ve sonsuz bir şiirin anısı veya planı, başlayarak:
‘Tanıdılar Pythagoras’ın ateşli öğrencilerini…’



***

EPİLOG
(SONSÖZ)

Tanrı razı insanların (yarattıklarının) değişmez kaderine, daha niceleri asimile olacak coğrafik ve tarihsel çeşitliliklerinden ötürü gezegenin. Zaman taşıdı bu çeşitliliği yanında, ben değil: O uygun buldu eski dilleri, benim revize etmeye cesaret edemediğim. Çünkü ben onu zihnimde literatürün kalıpları dışına çıkarak tasarlamıştım. Yazıcımda kâğıda döktüğüm bir insan kadar düzensiz ve dağınık metinlerimin hiçbiri dillerin çeşitliliğine erişemedi. Çünkü onlar zengindi fikir ve eserlerin bütününden. İddiasız ama mutluydu benim ailem, harika eserler okudum daha hatırlanabilir bir şeyler söylemek için Schopenhauer’un fikirleri ve İngiltere’nin sözlü müziğinden.

Bir adam yetiştirir kendini dünyadaki görevlerini portreleyerek, yıllar sonra tamamlar kendini şehirlerin, krallıkların, dağların, gemilerin, körfezlerin, adaların, balıkların, odaların, enstrümanların, şişman vücutların, atların ve insanların imajlarından bir görüntüyle.

Kısacası, o ölmeden keşfeder bu sayrı labirentin hatlarının kendi yüzünün bir resmi olduğunu…

JORGE LUİS BORGES
Türkçeye Çeviren; Ömer Cem Demirci


Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***