BARBAR
BEN Mİ
ÖTEKİ Mİ?
Dün yaşananlar şimdi
donuyor. Yarına kendini saklıyor üstelik. Öyle ya, yarına bir şeylerin kalması
isteniyorsa şimdi’yi dondurmak gerekmez mi?
Zaman, hangi türde ve
nerede eşlik ediyor gerçeğe? Gerçek, kimin ve kimlerin tekelinde? Aradığımız ya
da peşine düştüğümüz gerçek mi hakikat mıydı? Yarın denilen o içi boş karanlık
şimdi’den hangi zamanı istiyordu? Saatlerin, mevsimlerin, ayların ya da
yılların mı?
Kim taşıyacaktı şimdi’yi
? Taşıyanlar kim ya da kimlerdi?
Ben mi, başkası mı,
öteki mi?
Ben kimdi? Başka mıydı?
Peki başka kimdi? Ya öteki! Öteki ben miydi? Ve bunlara eşlik eden zaman
hangisiydi?
*** *** ***
“Aynalar olmasaydı, belki
evlerimizde mağara resimleri çizmeye devam edecektik.” Cümlesini okuduğumda
aklıma Platon’un mağara miti geldi:
…
Yeraltında mağaramsı
bir yer, içinde insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş… İnsanlar
çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada
yaşıyorlar. Ne kımıldayabiliyorlar, ne de burunlarının ucundan başka bir yer
görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını bile
oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında.
İnsanlarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar,
hani şu kukla oynatanların seyircilerle kendi arasına koydukları ve üstünde
marifetlerini gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar. Böyle bir yeri
getirebiliyor musun gözünün önüne?
…
Diye devam eder.
aslında ayna aynı zamanda mağarası insanın. Tıpkı Platon’un mağara mitindeki
gibi… Bu mağara hem insan için hem de coğrafyası için bir ayna… Çünkü bu
mağara/ayna şimdi’ye yataklık ediyor aslında. Kaçıp kendini mağaradan kurtaracak
kadar talihli ve iyi donanımlı herhangi bir insan güneşi görür. Kendini bilir
ve tanır.
Burada varlık ve değer
çakışır…
Bu arada, mağarada
oturanlar, bilgisizlik olarak tanımladıkları bilgisizlikleri ve önyargılar
olarak bilmedikleri önyargıları içerisinde mutludurlar.
Peki kim bunlar;
barbarlar mı?
“
…
Hava karardı, barbarlar
gelmedi.” Kavafis
Barbarların gelmesi mi
gerekiyordu? Peki, kimdi bu barbarlar?
Barbar ben miydi?
***
Onlar aslında hep
karşımızda, arkamızda, sağımızda, solumuzda hatta içimizde değil miydi? Nereye
geleceklerdi? Zaten yüzyıllardır içimizde değiller miydi? Her zamanın
şimdi’sinde değiller miydi? Milyon kilometrelerce yürüyüp gelen/kalan onlar
değiller miydi?
Nerede arıyoruz onları?
Sokakta, evde,
mahallede, köyde, kasabada, şehirlerde, dünyada değiller miydi?
--- Nereden gelecekler?
--- Hiçbir yerden.
… Neden?
… Her yerdeler çünkü…
Bitiremediğin günlerin
sorumlusu ‘ben’, barbar değil miydi?
*** *** ***
Kendi soruna verecek
bir cevabın yoktu. Aslında vardı ama soru soramadığın için cevap veremiyordun.
Eve dönmekten
bahsediyorsun. Aslında evindesin ve farkında bile değilsin.
Çünkü ben’in barbar.
Bir yerden bir yere
varman için sana gerekli olanın yol olduğunu düşündün hep. Oysa ben’in
yolculuğuydu senin için önemli olması gereken. Sen o yolu yürümedin. Aslında
hep ‘ben’ kaldın.
“
…
Barbarlara, bu kente
nereden geldiklerini sorduğumda, birbirlerine yakın iki köyde oturduklarını
söylüyorlar, iki köy arasındaki uzaklığın tam olarak ne kadar olduğunu öğrenmek
istediğimde, pek uzak sayılmaz diyor biri, diğeri ona yol tarifesine destek
olmak istercesine, birbirimize ateş edecek kadar yakınız diyor.” s. 15
‘ben’ kadar barbar
Ben’e yapılan
yolculuklar iç yolculuklardı. Yaptın mı?
Aslında ben’in
katmanları arasında bile gezmeye yanaşmıyorsun. Her şey kadar ben’in de
katmanlı olduğunu fark edemiyorsun.
“
… Duymuyor! Yüksekte
durduğu için duymayan herkes gibi duymuyor.” s. 17
***
Kökleri ve tarihi unutun.
En basit, en dolaysız tecrübelerimizi ele alalım. Önüme bakıyor ve ufukta
kaybolan denizi görüyorum.
Ufuğa bakmana gerek
yok. Önce ben’ine bak, ‘ben’ barbar.
Ben’ine baktığında
kökleri ve tarihi de anımsayacaksın. En basit en dolaysız tecrübelerinle
kendini ifade edeceksin. Omuzlarında ölü taşıyarak değil, içinde ben’i
anlayarak her gün değil bir gün öleceksin. Ve bir kez öldüğünde yakınlaşacaksın
kendine… Kendine yakınlaştığında dilin ovasında ‘başka’ ile karşılaşacaksın.
‘Ben’ ölmüş olacak
başka’nın içinde. O ‘ben’ senin dünün, senin geçmişin. Aslında ölmeyen ‘ben’
başka’nın içinde sessiz sedasız, kontrollü bir şekilde yerini alacak. Kontrol
başka’nın elinde. Ben buna dün diyorum.
“
…
Denizin kenarında
oturmuş bir barbarın parmağından çıkardığı nişan yüzüğünü suya fırlattığını
görüyorum. Halka dibe doğru indikçe büyük balıkların kendisini hayranlıkla
izlediği ve her haliyle bir sirk akrobatı olan küçük bir balık halkanın içinden
geçmeye başlıyor. Büyük balıklar onu alkışladıkça daha hızlı ve kıvrak
hareketlerle halkanın içine girip çıkmaya devam ediyor. Keşke karadaki durumda
tıpkı böyle olsa diyorum. Ama biz bütün alkışları halkanın içinden çıkamayacak
şekilde sıkışıp kaldığımızda alıyoruz. Ve bu alkış bizim gibi halkasının içinde
sıkışıp kalanlardan geliyor…” s. 26
***
Mehmet Mahsum Oral’ın
“Barbarlarla Beklerken” anlatı kitabı aslında bize her ne kadar şimdi’yi
anlatsa da yüzyıllar öncesinden ben’in hem bireysel hem de toplumsal olarak
nasıl süregeldiğini gösteriyor. Çünkü ‘ben’ hem insanın hem de toplumun özüdür.
‘Ben’ başka’ya dönüşerek başka’nın içinde öteki ile buluşmaya yöneliyor.
Her ne kadar
öteki’ye/yarına girmese de M.Mahsum Oral aslında yarını/öteki’yi dolaylı olarak
hissettiriyor kitabında.
İnsan iç yapısının üç
evresi olan alt ego-ego-süper egoyu; ben-başka ve öteki olarak algılıyorum.
Alt ego=ben=dün
Ego=başka=şimdi
Üst ego=öteki=yarın
“Barbarlarla Beklerken”
kitabı ‘ben’ ve ‘başka’ arasında yoğunlaşmıştır. Diğer bir deyişle alt ego-ego
ya da dün ve şimdi arasındaki barbarlığımızı göstermektedir.
Felsefi derinlikten
ziyade şiir dilinin olanaklarıyla imgesel, alegorik bir tarzda ele almış olan
M. Mahsum Oral şu soruyu düşündürdü:
Barbar ben mi
başka mı
öteki mi?
‘Ben’ sürekli seyir
halindedir. Aktiftir, hareketlidir. Ve yolculuk halindedir. Ben’in yolculuğunun
ilk durağı başka’dır. ‘Başka’ içinde olan ‘ben’ diyalektik seferine ve
derinliğine devam eder. ‘Başka’ da durmaz, yolunu öteki’ye ulaşıncaya kadar
yürür.
Öteki’ye hep ‘başka’
ile ulaşacaktır. Geri dönüşü mümkün değildir. Öteki, ben’in son durağı
değildir. Değişir/gelişir/değişir. Öteki’den sonraki yolculuğu onu başladığı
yere getirir. Nereye mi? Elbette öteki ben’e…
Yola çıkan ‘ben’,
döndüğü ben değildir artık. Çünkü o bu döngüyü öteki-ben ile sürdürmeye devam
eder.
“
…
Sessizlik diyor,
maliyeti yüksek bir şey, bu duvardaki saatin pili çabuk bitiyor, ben neden diye
sorunca ona, çünkü sadece zamanı göstermekle kalmıyor, onu bana duyuruyor da
yanıtını veriyor.” S.29
Toplumlar birbirlerine
benzer ya da benzemez. Kimi farklı kültürlerden kimi yaşam tarzlarından
farklıdır. Kimi zaman inançlar, kimi zaman alışkanlıklar, kimi zaman coğrafik
değerleri ve yaşamsal tecrübelerinden ayrılırlar. Aynı zaman ve coğrafyada
bireyler de farklılık gösterebilir. Ama tek hakikat vardır o da evrende her
toplumun ve bireyin eşit olduğudur.
“Barbarlarla Beklerken”
önceki ve sonraki bölümlerini okuyucuya bırakarak bir soruyla çekiliyorum
aranızdan:
Peki barbar kim?!
SALİH AYDEMİR