Her şey o kadar dokunaklı ki
Sevgili Borges defteri,
“Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
Dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem
Üstelik yalnızsam bir de –telefonda kuş sesleri-
Aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı
Bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar”
(E.C)
PRENSES
Anla beni ey yağmur
İçime içime çiseliyorum geceleri
Başkaları uykuda dinlendiriyor acılarını
Bense düşlerden duvarlar örüyorum korkularıma
Çağlardan çağlara ince bir köprü kurulur şimdi
dudaklarımda
Bir prenses hayaleti yürür o köprüde
ve
Ortaçağın tam ortasında bir kale düşer
Düşer gözlerime oradan da ellerime
Hayalet askerler çeker güneşin ve ayın bayrağını
Prenses ince ayaklarına bakar, bir de mavi
Der, durmadan mavi
Gözyaşları derelere doğru akar da akar
Bir balkondan diğerine konan kuşlar gibi
Yakın çağın yakın bir günü
Savaşlar, ihtilaller arasında
Bütün güller soluk soluğa
Anlatıyor bir sevda masalının
En ince ayrıntılarını:
Onun, o prensesin
Kederi annesinden miras kalmıştır
Sabahları saçlarını yalnızlıkla tarar
Gözlerinin akı bulutlara doğru akar
Bardağını tutarken konuşmaz –bir konuşsa içi kan
dolacaktır-
Kırıldı kırılacak bir kurumuş dal gibi sallanır da
rüzgârda
Annesinden yeni ayrılmış kedi yavrusu
Nasılsa, üşümüşse, sokakta
Yaralı bir kuş gibi çatılardan-çatılarda
Uçarak şimdi de çırıl çıplak asfaltın ortasında
Orada hep bir çocuktur durur, çocukça kaldırır onu
Bir de baloncu vardır durdurur zamanı, parçalara
böler
Karelere, küplere ve konilere, yamuklara…
Olmadı silindirlere benzetir elleriyle
Ve
Kırmızı balon
Mavi balona anlatır terk edilmiş masalları
Sokak eritir o zaman aşkları, boşaltır yalnız
kalplere
Kaldırımlarda ise heykeller yürümektedir artık
Bilinmezliğe, ayrılığa ya da bir sinemanın tam önüne
Filmdeki sonbahar sahnesinden yapraklar düşer artık
her yüze
Prenses uykuya dalar…
Ziya Alpay