türümüz Homo-Sapiens ölüm denilen olgunun daha çok bilincindedir.
Bu
bilinç yaşamı değerli ve önemli kılar daima. Bazı insanlar büyük
bir
gayretle ölümü unutmaya çalışır ve sanki hiç ölmeyecek gibi yaşama
büyük bir arzu duyar ve tutkuyla yaşama sarılır.. Ölüm sadece
medyada
ve bazen çevresinde duyduğu bir futbol maçının sonucu gibi sıradan
bir
haberdir. Bense depresif kişiliğimden galiba ölüm haberlerini
beğeniyle karşılarım ve onlardan biri olmadığıma hayıflanırım. Bu
hepimizin kaçınılmaz sonu, kim bilir belki de hepimizin kaçınılmaz
bir
başlangıcıdır çok başka yaşamlara doğru.
Şu sözler zihnimde hep dolanıp durur:
"Doğumdan nasıl
korkmuyorsak ölümden de korkmamak gerekir" -Walt Withman
"Ölüm bir şey değil,
ölüm hiçbir şey değil"- Svevo
Kişisel olarak çoğu zaman insanlardan ve dünya yaşamımdan umduğumu
bulamadığım için kendi kendime "iyi ki ölüm var, ölüm de
olmasa
napardım" diyorum. Yaşamında başarılı ve mutlu olanlar için
ölüm
korkunç bir tokat gibidir, mutsuz ve umutsuz olanlar için çok
büyük
bir ödüldür ölüm.
Kendi bedenime bakıyorum da saniyede trilyonlarca faaliyet yapan
hücreler ve daha önemlisi beyini ve sinir sistemini oluşturan
nöronlar
ve elektrokimyasal reaksiyonlardan ibaret bir biyo-makina mıyım?
Diye
soruyorum. Aynı organik atom ve moleküllerin sonsuz çeşitli
kombinasyon ve dizilişlerinden teşekkül ederken.... Eğer öyleyse
diğer
ölümlülerden ne farkım var? Hiç. Bütün bunların ötesinde Bilinci,
duygu ve düşünceleri oluşturan madde (Gerçi halen maddenin gerçek
doğası çözülebilmiş değil Kuantum fiziği ve biyolojik gelişmelere
rağmen)nin çok fevkinde bir şeyler olmalı diye düşünüyorum, ister
buna
kozmik enerji, ister Tanrı, ister Allah denilsin, bence aynı
kapıya
çıkar.
Haz konusunu bedensel hazdan ziyade Epikürcü düşünüyorum. Bir
müzikten, şiirden, sanat eserlerinden duyulan haz. Freud'un dediği
gibi "insan acıdan kaçan, hazza koşan bir varlıktır"
"Siz hiç hazzınızı terk ettiniz mi?" Bu soruya cevabım,
hayır ve
hiçbir zaman, olacaktır. Ancak çok derin bir depresyonda insan
değil
hazdan her şeyden vazgeçip, bilinçli olarak kendisini ölümün
soğuk,
bilinmeyen ve anlaşılamayan kollarına bırakır. Sylvia Plath,
Nilgün
Marmara, Özge Dirik ve Zafer Ekin Karabay gibi...
Peki ya arzu? İnsan neyi arzular? Sonsuz, sürekli mutluluk ve haz
dolu
bir yaşamı mı? O yüzden "Cennet" diye bir yerin hayalini
kurmuş olmalı
insanoğlu. Orada sonsuza dek mutlu olacağı umuduyla yaşayan
milyarlarca insan var. Bu dünyaya kendi arzularıyla gelmedikleri
gibi
büyük bir çoğunlukla kendi arzularıyla gitmeyen insanoğlunun
yaşamındaki amaç sadece mutlu olmak mıdır? Olmamalı, insan bu
kadar
basit olmamalı ama genellikle gördüğüm durum böyle. Belki ben de
öyleyim de bunu kendime itiraf edemiyorum.
"Ben yaşama hazırım"
Diyemem. Onca sefalet, hastalık, savaş, çıkar
kavgalarıyla, paranın, güç makam ve mevki arzusuyla yaşayan
insanlarla
dolu sevgisiz bir dünya yaşamına hazır değilim, olacağımı da
sanmıyorum. Çünkü "ben ölmeye hazırım" Peki, ya sonra?
"Vardır ya, hani bir yer, uzakta çok uzakta
Ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha
Üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu
Hiç bilmiyoruz"- (Edip
Cansever)
Ziya Alpay
durdu
yüksek sesle ölümümden korkuyordu
çağrıldığımız
zamanlar vardı ve ihanet ettim kalbime
birkaç
gün ve geceden sonra
şekilsizlik
ve soğuk kaldı bedenimde
korkunun
korkusundan saklandım yüzüme
siz
benden biri değildiniz gördüğüm ölüler
yaşadığım
ölülerle aynı
aşkları
olanlarla canım daha çok acıyordu
susadım
rüzgara ve yağmurlara
taşların
yaptığını yap
denizlerle
kurudu boğazım
çok
uzağa durdum hafif bir kokuyla
bana
yasak değil acı sana da ama yol acı
işte
burada acıyız ve eşitiz
yollarımızı
öğrenmekle eşitiz eğer sağır değilsen
ölmeyi
öldürmek bir toz ağrısı
bırak
açılsın kapılar ben tenimi yırtarak geçtim
sen
kal tiksinti ve öfke kabarsın ellerinde
kucaklaş
her şey değişti bir değişmeyen ateş
zaten
düş bir tınıdan düşme anlatılan babalardan
düş
zaten tını gece ile şimdi arasında annelerden
renkler
ve seslerle bir kumaşta taşlandık
salih aydemir