Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



‘Ne karanlık, Ne Kaos’...// Borges Defteri



‘Ne karanlık, Ne Kaos’

Borges için,

Kimbilir ne çeşit yaşamlar geçip gitmiş olmalı
Bu acınası ve ufacık ölümle birlikte,
Yazgının ya belleğe göndereceği ya da
Unutulmaya bırakacağı kaç yaşam kimbilir
!”-
Borges/ Çev. A. N. Akbulut

Cumhuriyet Gazetesi Kültür servisi(29 Ocak 2011)“Borges’in mezarına işeyen adam” haberini( kültürel çıkışını!) karşı tarafın "Meşru bir sanatsal eylem" ibaresini öne çekerek duyurdu.
Borges’in kim olduğunu, ne yazdığını ne düşündüğünü, ne konuştuğunu, geride neleri miras olarak bıraktığını herkesten önce bir kültür servisi sorumlusunun çok iyi bilmesi gerekiyor(du), anlaşılan o ki borges şiiri çevirmekle o şairin coğrafyasına vakıf olmak arasında dağlar kadar fark var. Genç kuşaktan bir okur o malum haberi(tiksinti verici resmi) ve ardından sıralanan kafa karıştırıcı, yalan-yanlış, tek taraflı akıl yitimi kanaatini okuyunca acaba zihninde nasıl bir Borges portresi çizer? Celal Üster hiç bunu düşündü mü?

Borges’in Pinochet ile görüşmesi doğrudur, hatta bazı malum çevreler işi o denli abartılı noktalara taşıdılar ki, şunu bile yazdılar: "Pinochet, Borges'e devlet nişanı takmış".
-Öyle mi?
Evet, Kültür servisi ölçeğindeki zekalar( ya da gazete zihinselliği) bu yalan ve iftirayı, aynı Labarca gibi hiç vicdan azabı duymadan yaydılar, şimdi kültür servisi aynı zihniyetlerle gönüldeşlik kurma peşinde ve bir karalama da bizden olsun diyerek, sanki yeryüzünde kin-nefret duyulacak kimse, hiçbir politik sistem, çıkış kalmadı da geriye bir tek şair, sanatçılar kaldı. O iğrenç fotoğrafı 100.000 adet çoğaltarak(Cumhuriyet’in tahmini tirajı) Labarca değirmenine su taşıyan zihniyetle “Ucube” çıkışı, ruh ikizi değilse nedir? Bunun adı haber, duyuru değil, birilerinin bir garip ve anlamsız-kinci deneysellik içinde olduğunu az çok psikanaliz bilen herkes kavrar, boşuna yırtınmasınlar, sifonu çekmeyi marifetten sayanlar ya marifeti ya da hakikati bilmiyorlar. Ömrünü edebiyata, yaratıcılığa adamış bir büyük yazara olsa olsa ancak bu denli rezil bir haksızlık reva görülürdü.
Peki ama özellikle söz konusu olayın ardındaki hakikat nedir?
Borges hayatta olmadığı için, geriye bir tek onun sözcükleri ve yanıtları kalıyor.
O zaman gerçeği direkt Borges'in dilinden, kendisinden öğrenmemiz gerekiyor.
Bir yazarın mezarına işeyen aklı selimden yoksun zatın fotoğrafını binlerce adet çoğaltarak Borges’e vurmak ne o servisin sorumlusu Celal Üster’e, ne de herhangi başka bir gazetenin kültür kulvarına yakışacak “iş” değil. İş değil yaptığınız…biraz ağırbaşlılık, nitelik ve derinlik gerekir, izan, insaf muhasebesinin yanında.
Bu girişiminizden geriye bir tek “ gölgenin kirlettiği” o “ kutsal dehşet” kalıyor..
Evet bir dünya yazarına karşı girişilen bu “dehşet ölçekteki hakarete”, insanı utandıran kareye sizler ortak olmamalıydınız.
Konuya açıklık getirecek çevirimizi ve ilintili bölümü(1984 yılı söyleşisi) aktarmadan önce bir ön bilgi olarak Borges’in çileli yaşamı hakkında bazı şeyleri bilmemizde yarar var, Borges’in ballı börekli bir yaşam biçimi hiç olmadı. Acının, şiddetin, kederin her türlüsüne dokunmuş ama yaşam coşkusunu asla yitirmeyen müthiş bir edebi deha olarak dünya edebiyat tarihindeki yerini çoktan almıştır. Keşke hepimiz onun kadar önce kendi eksikliklerimizle, hatalarımızla, doğrularımızla yüzleşebilsek.
Yaşam biraz daha çekilir olurdu.
İnsan olabilme ödevinin yalınç ve olumlu anlamından tutun mecbur ve muktedir olmanın çelişkisine kadar.
Yaşam kulvarında “yukarı çıktıkça”, “uzağa gittikçe” işler karmaşıklaşır..sırf bu yüzden edebiyatın hala bir şansı var.


BORGES DEFTERİ

Şimdi hakikat faslı:

Yıl 1946:
Borges’in de aralarında bulunduğu bir grup Arjantinli yazar-sanatçı Peron faşizmini kınayan ve onun baskıcı uygulamalarını çok sert bir dille eleştiren bir bildiri yayınlarlar(bildiriyi Borges kaleme alır). İlk imzalayanlardan bir doğal olarak Borges’tir ve sırf bu yüzden Arjantin devletinin örtülü –açık şiddetine maruz kalır. Borges, BUENOS AIRES milli kütüphanedeki görevinden alınır ve bir tavuk çiftliğinde teftiş memurluğuna sürülür. Bu olayın üzerine Borges devlet memurluğundan istifa ederek, serbest eğitimci olarak çok zor koşullar altında yaşam savaşı verir, tek bir gününü bile Polis takibinden yoksun geçirmez, tutanaklar yeni yeni gün ışığına çıkarılıyor. 1948 yılında “Buenos Aires Yıllığı” adı altında bir edebiyat dergisi çıkarmaya karar verir, kısa süre sonra dergi yasaklanır, kapatılır.

Yıl 1948:
Borges’in annesi ve kız kardeşi sırf Borges’i baskı altında tutmak ve ona ruhi işkence uygulamak adına tutuklanırlar, hatta annesi üzerinden Borges’i daha da aşağılamak için (annesini) hapishanede bir süreliğine hayat kadınlarıyla bir arada tutarlar.

Yıl 1984:
Clarke M. Zolotchio, Borges'le bir görüşme yapar, Borges'in ölümünden tam iki sene evvel.
Söyleşi "Voice of the River Plate-1984" ve 23-39 sayfalarında yayınlanır(tam ve eksiksiz kaynak), müthiş güzellikte bir edebiyat eksenli söyleşidir(tam metni defter arşivinde mevcuttur) ve çevirdiğimiz bölüm ilk kez yayınlanacak..Bir yığın konu hakkında görüş bildirimleri var bu söyleşide.
Söyleşiyi gerçekleştiren Clarcke.M.Z belli ki hem edebiyat hem politik dersini çok iyi çalışarak çıkmış Borges'in karşısına.
Sorular-Yanıtlar arasından üç tanesi direkt konumuzla ilintilidir, yanıtlarıyla beraber veriyoruz.
Ve okuru vicdan muhasebesine davet ediyoruz.

Soru:

Clarke.M.Z: Şili diktatörü size devlet nişanı verdi mi?

Borges: Hayır, hayır, hayır! Bu söylenti kökünden yalandır.
Böyle bir şey söz konusu bile olmazdı, ben ne için gittim Şili'ye, bunu merak eden oldu mu? Pinochet ile görüşmek için gitmedim, böyle bir davet yoktu, davetin konusu bu olsaydı asla gitmezdim. Şili Üniversitesi bir konferans için beni davet etti ve konuşmamın sonunda Üniversite rektörü bana (hiç haberim bile yoktu) fahri doktora unvanı verdi. Aynı günün akşamı üniversite yetkililerinden haber geldi Pinochet sizi yakından görmek, tanışmak istiyor, bir an kendi kendime düşündüm: gitsem mi, gitmesem mi? Sonunda Santiago'da olduğum için ve ilk kez "onunla" yüz yüze gelme şansım olduğu için, gitmeye ve özgürlük alanının genişletilmesi konusunda düşüncelerimi aktarmaya karar verdim bu şansım oldu, bir gelişme oldu mu diye sorarsan, hiç, asla, militarist bir düşüncenin hangi facialara yol açtığını hepimiz biliyoruz. Bütün konu bundan ibaretti, abartısız ve olduğu gibi.

Clarke.M.Z: Ordu iktidarını eleştiriyorsunuz yani?

Borges: Onların iktidarında birçok insan ortadan kaldırıldı, öldürüldü, işkence gördü, tıpkı Arjantin gibi. Korkunç bir sansür vardı. Ama şimdi yanlışımı kabul ediyorum ve kendimi eleştiriyorum, yanlış yaptım.

Clarke.M.Z: Anarşizm Ütopyası hakkında düşüncen ne?

Borges: O ideal için sanırım bir 200 yıl daha beklememiz gerekecek. Devlet aygıtından ve onun polis gücünden kurtulmak için kısa bir bekleyiş süresi bu, değil mi? Vatandaşlığın yeniden tanımlandığı bir izlek gerekir…şimdilik şunu söyleyebilirim. Öte yandan hepimiz biliyoruz ki “devlet” acı bir ilaç tadındadır, gerekli bir beladır, ve şimdi bütün bu olanlardan sonra benim umutlu olma hakkım var. Ama kuru ve içi boş bir umut benimkisi, başka bir şey değil. Öyle tahmin ediyorum ki beş yıl sonra, ..nasıl desem, uzun bir nekahet döneminden sonra Pronism, Terörizm, askeri diktatörlükler, “kayıp insanlar”, adam kaçırmalar, işkence, bu haksız ölümlerin doğurduğu olumsuzluklar, hepsi son bulur..bütün bunlar yeryüzünü o derin anlamdan yoksun bırakıyor, onun anlamını boşaltıyor, öyle değil mi ? Umudumu yitirmemleyim…




Hypatia..// Hakan Güzeldere



MEYDANLAR ÜÇLEMESİ / HYPATİA

İskenderiye,
milattan sonra dört yüzler,
aydınlanmak istiyor
Büyük İskender’in
Firavunların aldığı şehir.

Beş bin yıllık kadim kitap;
tozlanmış kapağını açarak
bilime davet ediyor insanlığı.

Yine de kimileri ah çekip ağlamaklı
kaldırıp kaldırıp kollarını göğe
yukardan bekliyorlar aydınlığı.

İşte!
Görseler ya!
Hemen yanı başlarında
yedi yüz yıllık İskenderiye Fener’i…

Fenerin altında
yükü güzellik ve merhamet olan
peri misali pürüzsüz bir atıfet,
okuyarak bilge ve yaşlı akdenizi
aydınlatmak istiyor kör karanlığı.

Üstte gök,
önde kitap
ve ellerini bir pergel gibi açarak
yıldızları ölçüp biçip
Öklid’den kalan
yedi yüz yıllık ödevine çalışıyor.

Onu görenler,
diyorlar ki:
Bütün Mısır ellerini açsa
su içebilirdi vahasından;
matematik ve fizik
bir sesi bir işaretiyle
Nil’in yatağından uyanarak
her gün neşeyle doğuracak olan
bereketli bir dişiye dönüşebilirdi.

Ancak, Platon çok haklı:
Kadının filozofu kırk yılda bir oluyor,
nadir olunca da
ne kıymetine paha biçilebiliyor
ne de yaşamasına izin veriliyor.

Hypatia!
Çöller Nil’e
denklemler formüle susarken
gözlerinin feri,
saçlarının sarısıyla
İskenderiye meydanında
ışıksız geceleri aydınlattın ya,
aydınlığı gökte arayanlar,
hasedinden çatlayarak
üç gün üç gece
seni pusuda bekledi
ve sen daha dördüncü güne varmadan
Minerve tavrıyla;
vakar ve dünyayı terk etmeye hazır,
dikildin onların karşısına.

Önce, saçlarından yakalayıp
seni yerlerde sürüdüler.
Sürüsünler Hypatia ne çıkar!
Senden evvel kendi Mesih’lerini de
Kudüs meydanlarında delik deşik edip
sırtında çarmıhıyla yerlerde sürümediler mi?

Ve sonra Hypatia,
gören göz, anlatan dil
şahitliğinden utanmaz mı ?
Fakat onlar,
bir an gözlerini kırpmadan
toprak testileri kırıp kırıp
içindeki suyu kahredercesine
tül gibi narin tenini parça parça etti.
Etsinler Hypatia ne çıkar!
Sanki senden sonra Nesimi’yi de
derisini bir gömlek gibi üstünden yırtıp
Bağdat meydanlarında çırılçıplak bırakarak
ölüme terk etmediler mi?

Onlar,
bir sözünden öldürdüler Nesimi’yi, ama
bütün dünya şimdi, o sözle secde etmiyor mu?

Hypatia!
Saçlarına toka yerine iliştirdiğin
Biruni, Synesius ve Farabi
Öklid’den kalan
yedi yüz yıllık ödevi
sayende bitirip arşa çıktı da,
o gün bu gündür
aydınlığı gökte arayanlar, çıkamadı
seni son gördükleri yerden.

Öl Hypatia ne çıkar?
Beş bin yıllık kadim kitap ,
Pisagor, Thales, Pascal
nihayet aradığı eşi buldu
bilmin ve aklın anacığından
nasıl olasa doğacaktır
ışık haresi sarışın çocuklar .

HAKAN GÜZELDERE


Aşk baki kalsın hayata..// Bayram Balcı



Aşk baki kalsın hayata

Gülay'a

ab-ı hayattan içmişim
red ve ihsan uğruna
koparmışım bu canı
heveslerden
...şad olmuşum
yaşamışım bin yıl
harabet avlusunda

derdin benim olsun cancazım
ağrın sızın
başım gözüm üstüne

şirk koşmamışım kalbime
aşıklar hanesinde şimal bulmuşum
ah dediysem bülbüle
ömrüm baharında çürüsün

göz değsin istemedin
gözün üstüne
el değsin istemedim
elin üstüne
kanla yazılmış
bir tarihin içinden
çıkıp gelmişim işte

vurmuşum ömrümü yoluna
dağlara yürümüşüm
yalnayak

bırakmışlar sanki dünyayı üzerime
kayıp sanmışlar beni
ama bilmezler işte
bilemezler
bir hırkaya bile sahip olmak istemediğimi

bilemezler
gönlümde aşkın ezeli
dünyaya su
dünyaya toprak olduğumu
ve sevdalılara
avuç avuç isyan taşıdığımı

insan zamanın kalbidir sevgili
dünyanın arkadaşıdır
kendini yitirdiği yerde bulacak
aşkın mağarasında
dünya hoş olacak

bütün divanlar yıkılır
hürriyetin bahçesinde
buluşur çileci sevdalılar
ne mecnunu hükmü okunur
ne leylanın sıfatı
ne ferhat bir masala konu olur
ne şirin kader renginde
bağlar saçlarını

çözülür iki yakanın sırrı
aşk hayata baki kalır

sana
gönlümün kelamıdır bu
cancazım
hiçbir şey olmaz dünyaya
bizden yana aşk
hayata baki kalınca

Bayram Balcı


İllüzyonlar yüzyılı–siber ayaklanma–şeylerin yer değiştirmesi..// S.E.T



Yaklaşık bir aydır Tunus’ta devam eden ayaklanmalar, 17 Aralık'ta üniversite mezunu olmasına rağmen işsizlik nedeniyle seyyar satıcılık yapan 26 yaşındaki Muhammed Buazizi'nin sebze tezgâhının elinden alınmasını protesto için kendisi yakarak hayatını kaybetmesinden bu yana; protesto gösterilerinde tepe noktasına ulaştı. “Demir yumruk” lakaplı diktatör eskisi Bin Ali'nin vermek zorunda kaldığı tavizleri ve ardından ülkeden kaçmasına rağmen ayaklanmalar durmak bilmiyor. Şimdi ise ateş Fas ve Ürdün’e sıçradı.


Doğan iktidar karmaşası, ölen protestocu sayısının 80 e çıkması, polis ve ordunun gücünü arttırması, cezaevlerinden firar ve yangınların, yağmaların, sokak eylemlerinin artması isyanın şimdilik devam edeceğinin göstergelerinden.


Bir askeri darbe sonrası uzun süreli baskı ile yönetilen Tunus halkının bazı basın kaynaklarına göre örgütlenme biçimi, kendiliğinden sokak hareketine taşan Facebook ve Twitter gibi sosyal internet ağları üzerinden bir siber örgütlenme modeli.


Küresel kapitalizme karşı küresel isyanlar yüzyılının başında öngörülebilir ki elektronik ortam, bilgi ve bilişim teknolojisi devlet iktidarının önemli bir parçası haline gelmeye başladıkça ve güce dönüştükçe, isyanın sivil örgütlenmesinin bir alanının da aynı teknolojinin kullanımı üzerinden sosyal ağlarla yürümesi, net’tin özgürleşmeci kullanımları sürecin doğal bir sonucudur.


Sanal iktidarların gerçek iktidarların yerini alması, gerçek ya da hakikate ait perspektiflerimizi ortadan kaldırmıştır. Başka bir uzamdan yönetilmeyi tersine çevirdiğimizde o aynı başka uzamdan ayaklanma mümkün kılınabilmektedir. Ve Tunus’ta iktidarın sert gerçekliği ortadan kalktığında elimizde geç kalmış liberal ve sosyal ekonomik politikalarla yeni sisteme uyum sağlamış sibersistemler tarafından yönetilen ayaklanmadan caydırılmış yeniden simüle edilmiş hipergerçek haritalarda yaşayanlar kalacaktır.


Tunus ve çevresindeki ayaklanma batı merkezli modernizmin acı faturasının bakiyesidir. 20. yüzyılda özneleşmesine izin verilmeyen haklar, şimdi postmodern dönemde 20. yüzyılın isyancı ruhunu geri çağırarak ayağa kalkıyorlar. Bu isyan dalgası, 21. yüzyılın dipten gelen dalgasından bağımsız, son 300 yılın iflas etmiş politikalarına karşı bir artçı saldırı kabul edilmelidir. Ama bu günde tüm akışkanlığı ile bu isyanlara sızmıştır, isyancıların teknoloji kullanımından bir protesto olarak intihar eylemlerine dek.


Buazizi’nin intihar eylemi akla, geçtiğimiz ay İMF konulu görüşmeler esnasında Romanya meclis binasındaki intihar eylemini, geçtiğimiz Şubat ayında Teksas’ta vergi dairesine intihar dalışı yapan Joseph Stack, yaşamı protesto edip canına kıyan Dicle hoca. Geçtiğimiz yüzyıl başında bazı nihilist eylemcilerin ve Dadacıların ard arda intihar etmelerini hatırlatıyor. Kuşkusuz bireysel yıkım’ın en çıplak ifadesi olan intihar ve onu besleyen nihilizm gelişecek ruhsal direnişle, kendini tahripten toplumu tahrip etmeye evirilecektir. .
Bu isyanlar bölgedeki ülkelerde kısmı demokrasi, daha liberal bir hayat algısı ve küresel sisteme daha doğal bir uyum ile neticelenir.
21. yüzyıl ise sislerle kaplı bir köşede kendi ayaklanmacılarını bekliyor.


Ve gerçekliğin sınırları sonsuza çekildiğinde, henüz sisli bir bulutun ardında olan geleceğin ayaklanmacıları gerçeküstünün derinliklerinden lanetlenmiş evrene düşlerini aktarmaya devam ediyor olacaktır.


Sürrealist Eylem Türkiye


Nazım’ı anlama egzersizleri..// Hayrettin Geçkin



Türkçenin, aşkın, barışın ve gelecek güzel günlerin büyük şairi; yeryüzülü hemşerimiz Nazım Hikmet 109 yaşında. Düş Bilgisi ve Gelecek Bilgisi dersleri için onu anlamak bugün daha bir önem taşımakta. Sosyalizmin bir dönemine ait yanılgılarımızın ve yenilgilerimizin yarattığı ruhsal çöküntülerimizden kurtulmak için de gerekli bu.
V.Hugo’nun , “öldükten sonra yaşamak istiyorsanız, ya okumaya değer şeyler yazın, ya da yazılmaya değer şeyler yaşayın,” ifadesinin iki yakasını da hak etmiş, şiiri ve yaşamıyla kendisini ölümsüzleştirmiş biridir Nazım Hikmet.
O, bulunduğumuz dünyadan, başka türlü bir dünyaya, yaşanır kentlerin, adil-demokratik ülkelerin ve barış içinde yeryüzü düşlerinin kurulduğu bir dünyaya özlemdir artık. Öyle bir dünyanın imgesidir.
Nazım, “Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” öylesi bir dünyaya yolculuktur da aynı zamanda.
Nazım’ ı önemli kılan, onu yeryüzülü yapan ve bir gelecek olarak karşımızda tutan, onun, kaynağını felsefeden alan, gelecek bilgisinin tam da kalbine oturan, kökleri çok derinlerde, iri gövdeli, uzun dallı ve geniş yapraklı şiiri değil yalnızca.
Onu önemli kılan,“yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine” dizelerinde en geniş özetini bulan dünya görüşünü, şiirinin içinden söylemesi, böyle bir dünyayı görünür kılması ve görüntüye getirmesidir.
Ve, Nazım’ı ölümsüzleştiren; aşkın, sanatın ve edebiyatın incelttiği bir dünyada yaşamak arzusudur. Ve de ısrarıdır. Şiiriyle ve yaşamıyla bu ısrardaki başarısıdır.
Onu, onun şiirini ve onun dünya görüşünü anlamanın, “gitmekte ve gelmekte olanı” sezebilmenin eşiği tam da burasıdır işte.
Böylesi bir kavrayışın içinden dünyayı algılamak, insanın değişip dönüşmesini, yapılacak ve yaratılacak olanı bu felsefinin ışığında yeniden tarif etmek, bugün bütün muhaliflerin önünde devrimci bir görev olarak durmaktadır.
Öyleyse Nazım, böylesi bir görev için aynı zamanda bir çağrıdır. “Bir şeyler yapmalı” çağrısıdır. Geleceği yapma ve yaratma çağrısıdır.
Çünkü gelecek beklenen bir şey değil onun için, yapılan ve yaratılan bir şeydir. Kaynağını yasaksız, yalansız bir dünyadan alan, şiirle, edebiyatla ve sanatla dile gelen Nazım’ın sosyalizm düşü, kendisini böylesi bir yerden duyurmaktadır bizlere. Ve hiç kuşkusuz bizlerden bir anlama ve algılama eşiği beklemektedir.
Böyle bir kavrayışın, bir bilinç, bir birikim ve de bir vicdan işi olduğunun ipuçları, imgeleridir; Nazım’ın şiiri de yaşamı da…
Onun şiiri ve yaşamı bir övgüden çok kendimize sorabileceğimiz ortak bir takım sorular olarak durmaktadır bugün karşımızda:

Nazım’ın şiiri bir arta kalan veya bir ajitasyon ve propaganda malzemesi olarak görüldüğünde ne kadar anlaşılabilmiştir? Onun şiirinin doruğu sayılabilecek “Saman Sarısı” ve “Severmişim Meğer” şiirleri, bazı şiirseverler dışında neden diğer şiirleri kadar ilgi görmemiştir? Bu engeli aşmadan, Türkçenin başka şairleriyle buluşma zahmetine girmeden, geçmişten geleceğe halkalar atmada onun şiirinden ve şiirine kaynaklık eden şiir felsefesinden ve dünya görüşünden ne kadar yararlanılabilir? Ve de Nazım’a, onun yaşamı ve şiirlerine ne ölçüde tanıklık edilmiş olur?
Birçoğumuzda, bugün bile tek kişilik bir devrim imgesi olarak yaşayan Nazım, barış ve aşk yüzlü bir dünya düşü, onun mücadelesi, insan ilişkileri bakımından öyle bir dünyanın pratiğidir de bir yandan. Nelerin yeniden yapılmaması, nelerin yeniden yaşanmamsı bakımından bu düş, bu mücadele, bu pratik bir ders olarak ele alınmalı ve üzerinde bir hayli çalışılmalıdır.
Ustaya 109. yaşında dünyayla, hayatla ve düşleriyle uyumlu sonsuzluklar ve de sonrasızlıklar diliyorum.


Hayrettin Geçkin

* * *


SEVERMİŞİM MEĞER

yıl 62 Mart 28
Pırağ-Berlin tireninde pencerenin yanındayım
akşam oluyor
dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer
akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim


toprağı severmişim meğer
toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
ben sürmedim
Pılatonik biricik sevdam da buymuş meğer


meğer ırmağı severmişim
ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde
doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin
ister uzasın göz alabildiğine dümdüz
bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremiyeceksin
bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa
bilirim benden önce duyulmuş bu keder
benden sonra da duyulacak
benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere
benden sonra da söylenecek
gökyüzünü severmişim meğer
kapalı olsun açık olsun
Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gökkubbe
hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın
kulağıma sesler geliyor
gökkubbeden değil meydan yerinden
gardiyanlar birini dövüyor yine


ağaçları severmişim meğer
çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Predelkino’da kışın çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar
kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi
İzmir’in kavakları
dökülür yaprakları
bize de Çakıcı derler
yar fidan boylum
yakarız konakları
Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına
ucu işlemeli


yolları severmişim meğer
asfaltını da
Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e
asıl adı Göktepe ili
bir kapalı kutuda ikimiz
dünya akıyor iki yandan dışarıda dilsiz uzak


hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım
eşkıyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz
yaylıda canımdan gayrı alacakları eşyam da yok
ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır
bunu bir kere daha yazdımdı
çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöze gidiyorum ramazan gecesi
önde körüklü kaat fener
belki böyle bir şey olmadı
belki bir yerlerde okudum sekiz yaşında bir oğlanın Karagöze gidişini ramazan gecesi İstanbul’da dedesinin elinden tutup
dedesi fesli ve entarisinin üstüne samur yakalı kürkünü giymiş
ve harem ağasının elinde fener
ve benim içim içime sığmıyor sevinçten


çiçekler geldi aklıma her nedense
gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
ağzı acıbadem kokuyor
yaşım on yedi
kolan vurdu yüreğim salıncak bulutlara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
yıldızları hatırladım
severmişim meğer
ister aşağıdan yukarıya seyredip onları şaşıp kalayım
ister uçayım yanıbaşlarında


kosmos adamlarına sorularım var
çok daha iri iri mi gördüler yıldızları
kara kadifede koskocaman cevahirler miydiler
turuncuda kayısılar mı
kibirleniyor mu insan yıldızlara biraz daha yaklaşınca
renkli fotoğraflarını gördüm kosmosun Ogonyok dergisinde
kızmayın ama dostlar non figüratif mi desek soyut mu desek işte o soydan yağlı boyalara benziyordu kimisi yani dehşetli figüratif ve somut
insanın yüreği ağzına geliyor karşılarında
sınırsızlığı onlar hasretimizin aklımızın ellerimizin
onlara bakıp düşünebildim ölümü bile şu kadarcık keder duymadan
kosmosu severmişim meğer



gözümün önüne kar yağışı geliyor
ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
meğer kar yağışını severmişim


güneşi severmişim meğer
şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
ama onun resmini sen öyle yapmıyacaksın


meğer denizi severmişim
hem de nasıl
ama Ayvazofski’nin denizleri bir yana


bulutları severmişim meğer
ister altlarında olayım ister üstlerinde
ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara


ayışığı geliyor aklıma en aygın baygını en yalancısı en küçük burjuvası
severmişim
yağmuru severmişim meğer
ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın içinde ve çıkar yolculuğa haritada çizilmemiş bir memlekete gider
yağmuru severmişim meğer


ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Pırağ-Berlin tireninde yanında pencerenin
altıncı cıgaramı yaktığımdan mı
bir teki ölümdür benim için
Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
saçları saman sarısı kirpikleri mavi


zifiri karanlıkta gidiyor tiren
zifiri karanlığı severmişim meğer
kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
kıvılcımları severmişim meğer
meğer ne çok şeyi severmişim de altmışımda farkına vardım bunun
Pırağ-Berlin tireninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek

19 Nisan 1962, Moskova

Nazım Hikmet RAN


Bir deniz güldü...// F.G.LORCA


Çok uzaklarda bir deniz güldü,
dişleri köpükten,
dudakları mavi göktendi.

Ey göğsü çıplak acılı kız!
Sen ne satıyorsun öyle?
—Ben, denizlerin suyunu satıyorum efendim.
Ey siyahi çocuk!
Kanında katışık halde başka ne var senin?
—Denizlerin suyundan başka bir şey yok efendim
Bu acı dolu gözyaşların
nereden akıyor anne?
—Denizlerin suyunu ağlıyorum ben.
Ey sonsuz acı ve kalbim!
Kaynağınızı nereden alırsınız?
—Deniz suyu zor ve acıdır, efendim.

Çok uzaklarda
bir deniz güldü,
dişleri köpükten,
dudakları mavi göktendi.

F.G. LORCA

***

BORGES DEFTERİ


Kapı..// Attar





“Alçaklardan yükseklere erişeyim diye
Sır aleminden uçmuş bir atmaca idim
Burada sırra mahrem olacak kimseyi bulamayınca
Girdiğim kapıdan tekrar çıkıp gittim.”



Attar




Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***