Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Odaların Şarkısı...// Salih Aydemir



Odaların Şarkısı

bu bekleyiş eksik bir günden başlar

ışıkları sönüyor iken oda aydınlandı
bu bekleyiş zaman üstüne zaman kurdu
sesler çağırdı bir yakadan bir yakaya
içiminse soğuk ve ürkek rüzgarları vardı
ses yitip gitmek üzereydi
der iken
dilinden kopmuş yüz açtı tenini

fırladım giriş kapısından
inmek mi çıkmak mı
her nefes zor
insen
toprak olurum
çıksam koşarım
aklıma yedirdiğim sokak düş olacak
hoş
koşsam gökyüzünde oyuncaklar
dert iken
sıcaktır denir
genişleyen bekleyişlere


II.


yükseklik düşülen yer
kendi gölgesine düşen odaların ışıklarında

dilin bekleyişinde büyür odalar
kocaman bir yaz bahçesi gibi
içinde büyür büyütür adımlar ve susmalar
soluklarla aynalarla karanlıklarla
kilitleri açılır kapanır kapıların
sessizlik bir ten bir koku
sarılır sırtından usulca
iki tende bir
iki ağızda bir nefes
ağacın yapraklarına bakar
yaprakların gövdesine bakması gibi

III.


gözle görünmez düz yolun çizgileri
sana yokuşlar vaat ediyorum
sonra o terli ateşler
aynı sokağın evleri arasında
gecelerin yolu ile sabahları

sabahların aklını geceler getirir
ürpertilerden
kırık dökük uzaklık
ve yakınlıklardan uykusuzluk
dil külle uçmaz

geride yalnızca sesli ve sedalı
su götürmez kum tanecikleri
pasın ve tozun koyu ve açık tonlarında
sırtüstü
elleri tutulan
kasıkları durmadan tekmelenen gövde
ile kaçtı sessizlik uykulardan

boşuna değil iyilik acı kadar
göz tutulması
kim daha yakın evlerin odalarına
geceleri kendine uyanan gözler için
kim uyanır sabaha kim kime

IV.

Gecenin damlayan gölgesiydin
Yüzümden düştü ellerin

Salih Aydemir


1+1 Şiir..




Cam Kelepçeye Evet

Ilık bir süzülüşle
Geri dön hayat,
Bırakma yeryüzü salına
tünemiş pek kara kuşlar
Örtsün bakışımı,
Görmek acısı sürsün
pencere tutsağının
Düşsün hayatı suya...

Nilgün Marmara

* * *

AKI HESABI

Menzil uzar geri sayım başladığında
Girilen her yol atış alanı seraplığında
Ağzını açamadan başlar bombardıman
Elinde patlar en sevdiğin çiçek!


Görünmez olmuştur akıp giden hayat
Sağır ve dilsiz çalar saat
Ne yer ne içer bu özürlü zaman
Dilinde patlar en sevdiğin tat!


Tutmaz ya mayası her seferinde hamurun
Yıllarca çözülemez ya en basit formül
Beklediğin gelmez ya gittiğin yoldan
Hayatın akısı çivi değildir çakılamaz!


Haykırır tarih, beni unutma!
Çağırır coğrafya, unut tarihi!
Bir tenis maçı değil bu, uyan!
Kaybet ve bul her gün güneşi!


Çok oldu buralarda gemiler yanalı
Nehirlere git oralarda gözlerin
Kaz toprağı derinlerdedir sesin
Kapa çeneni hayat! İşim var!


Sen defol git şimdi,
Ben nasıl olsa seni geçerim.


Aylin Güven
Londra


BODOS..// Leon Felipe









BODOS

Hurufattan çıkmadır kayık. Tek kolunu balık yutmuş bir balıkçının kürek çeken bilgesidir
Karasularda. Eski bir ittihat delikanlısının masalı sanki, AMA kurtarılacak yerde yıkık bir manastırın olduğu hakikattir. Derler ki zaman içinde pişmanlığa yatacak kadar yaşlanmış korsanlar bunca sene yaşayabilmelerinin sebebini tanrıya yormuş, tanrı DA usanmış ve yılmış, yorulmuş ve bıkkın tayfasını solgun gemilerin bu adaya keşiş olmaları için yığmış.
Sakin ve durağan yıldızlar altında küçük bir koyda korsan keşişlerin manastırı dalgın bir zamana dalgalanarak vurmuş unufak olmuş. Zeytin ağaçları, şarap mahzenleri, domates fideleri, tütün yaprakları, parıldayan kuyu suları ve mezarlarının yılgın taşları güvercinlere yuva
olduğunda tarih dedikleri kaba sanrılar bütünü papaz gregorinin izinde bir günü, diyelim 2004 senesini işaret ediyor. Bu hurufattan bozma kayığın sağ küreğininin yırtık denize dalan kırık ucu kıyıdan esen rüzgara münasip hizmette kusursuz iki yolcusunu Ege denizinin açık sularına savuruyor.
" Asıl küreklere Muntazamcım. Güneş yaktı diri ve kel kafamı. Haşlandım balık peşinde.
Aç ve susuk kaldım aslında. Konuşamayan dudaklarım çatladı." İki yolcudan tekinin adı
Muntazam, diğerinin adı Muntazaman'dır. Muntazaman bir kral oğlu, Muntazam bir köle çocuğudur. Köle daha sonra peygamber olmuş ve adını darağaçlarına kazıyan kavmin önderi olarak toprağı bereketlendirmiştir. Bu kölenin oğlu ve ülkesi olmayan kralın oğlu eskimiş tahtalarının arasından su Alan kayıktan uzattıkları ince iplerle kandırmaya çabaladıkları balıkların mı hışmına uğradılar? Belki de AMA şimdi acımasız olmadan söylemeli durumlarını:
Felakete sürükleniyorlar.
Kayığını ödünç vermiş te mbel balıkçı, kıyıda uzo zıkkımlanıyor. Arada bira DA içiyor.
Sıcak havanın hatırlı yüzüne suyuna hürmetine keyif içinde şükrediyor koca yele 1001 rüzgar ülkesindeki ölmüş gemici düğümlü hamağında ve umursamıyor NE kayığını NE de içine uyarmadan attığı iki oğlunu bu tuhaf doğanın.
" ...küreğin ucu kırık. Çok çaba sarfeden kollarım kadar bıkkınım bu deryadan sanma AMA. Memnunum ortasında beni üstünde taşıyanın." diyor Muntazam ona yaktığı sigarayı uzatan Muntazaman'a.
" Bir bakarsın soluğu şu uzaktaki Yunan adasında alırız." kendine de bir sigara yakıyor Muntazaman.
'' Ya DA karaciğerini kartalların yediği bir adamın öyküsünde sayıklarız geçmişten."
'' Şu rüzgarın savurduğu bizi açık deniz kadar yoracak bir adamın öyküsünde NE işimiz olur bizim. Homeros Gılgamış'tan, James Homeros'tan, Melih Cevdet her üçünden nasiplenmiş gerçi ve sen şimdi neşeli bir Homeros bense irlandalı bir kürekçiyim."
" Bizim bu kadar edebi konuşmamız seni yormadı mı dostum? Lacivert denizin sığılacak
Dindar bir koyu yok mudur bu kadar açıkta? Biraz yemek ve su bulabileceğimiz. Bizden korkacak iki kişinin olacağı, küçük bir lokanta arıyor gözlerim."
" Ah dostum. Keşke şimdi kendi gemimizde olsaydık. Seni bulaşık yıkarken görüyorum her daim. Kızarmış ahtapot bacaklarının kokusuna karışan rakının Adonisi kadar yakışı kalır bir yanın vardır bilirim." Muntazam küreğe daha DA asılır, başında bir uzun düşünce ve rüzgarın hoş kıldığı seccadeli balında sereserpe güneş varken uzaktan işittiği pancar motorunun sesine uyar sözleri.
" Bizi kıyıa çekecek kadar düzgün yaklaşıyor. Anladı başımızın güneş ve rüzgarla dertte olduğunu, bizi olduğumuz yere çivileyen bu küreğin uzaktan göründüğü kadar masum olmayacağını biliyor bu teknenin kaptanı. Bak rotasını uskumrular gibi dizdi iskelemize."
" Ey köleoğlu, bu balıkçının yüzü genç ve dili sivridir. Bilmem ki bizi götüreceği kıyı uğurlu olsun."
Genç balıkçının kayığı. Hasanaki'nin oğludur bu kayık ve üstündeki; Hasanaki yüzme bilmez bir çobandır. Rivayete göre denizde uyurken doğurmuştur anası onu ve babası bir ağılda ekmiştir tohumlarını, keçi sesleri arasında, ayışığı manastırının akarsuyunda DA yıkamıştır kamışını ki oğlu olsun bu diyarda ilk. Kamışındaki temiz su dileğini yerine getirmiş bir çoban oğul bahşetmiştir Giritli Musa'ya. Hasanaki Musa'nın oğlu, balıkçı Hasanaki'nin şarabı fazla kaçırdığı bir gece gözlerini sıkı sıkı kapayarak kokladığı karısından doğan ikinci oğludur. Der ki bakışlarıyla ve sonra konuşarak:
"Sizi kıyıya, şu korsan adasının karşısındaki Bıyıklı'nın yerine çekmeli. Dinlenirsiniz orada...Zaten bilirim bu altınızdaki kayık, ölmüş bir İlyada anlatıcısının ve bıyıklının yerinde yaşar gizli sureti, zıkkımlanır değirmeninde genç bir yazarın. Ama benden genç değil.
Siz Symrna'lılar kadar AZ saçlı ve görünüşü dertli, AMA sesi sert değil usul isa kadar tok çıkar konuştuğunda. Rahat edersiziniz orada. Atın ipi şimdi ve gidelim. Güneş batmadan varırız. Rüzgar karadan esiyor. Yoksa çok daha erken orada olurduk.''
Muntazam ve Muntazaman birbirlerine neşeyle baktılar. Son sigarlarını yaktılar ve asıl maceralarının başlayacağı öyküye doğru bir başka teknenin kıçında seyire çıktılar.
Şimdi. Ben öykünün darmadağın anlatıcısı, size bir bilgi vermeliyim. Silgim bu kağıdın üstünde dolaşmadan hemen yazmalıyım anlatacaklarımı ki önemlidir bu ayrıntılar ve bir şeytan gizlidir izbesinde kelimelerimin.

Leon Felipe


NURHAKLI ÇOBAN // Sezai Sarıoğlu




NURHAKLI ÇOBAN


eski çobanlardan yenik anılar dinledik
bir efsane bulduk kaybettiğimiz
kadınlardan ezberledik acıyı
masal yerine tarih anlatılmış
çocuklarla göz göze geldik
mağara resimlerini okusan da
manalansan diyen köylü,
bizi mektepli ellerimizden tanıdı...
büyük bir yüktü geçmiş

onların dillerinde yaşamıştık aylarca
bugün gördük ki, bize benzer
kim varsa el vermişler
devrim misafiri deyip
evlerine almışlar kim darda kalmışsa
nasihat etmişler dillerini karla ovup...
anladık ki ekmeklerini, tuzlarını

huylarını paylaşmışlar onlarla
bize benzer kim kalmışsa
kimi bulmuşlarsa, yataklarını vermişler
peşlerinden gitmeye heveslenmişler
asi aramışlar saklamak için dağlarda
aynalara onlara benzemek için bakmışlar...

hakikati başka mecazı başka bir hikayeydi bu
mağarada gizlenmiş bir kitabı seyrederken
iyi huylu anıları katık yaptık
yeni çoban, kavalıyla eşeleyip sesini
huylu huyundan vazgeçmesin
tarih biraz da budur, dedi usulca
uykusuz günleriydi dağların
çocukların gönlünü anılarla aldık
ve dalıp geçmişin sularına
devrimin eski cevaplarına soru kaldık




Sezai Sarıoğlu


UBİK Project sergi, lansman, blog, sokak, hayat...




Ubik, yazar/düşünür P.K.Dick'in yaşam, ölüm, gerçek, gerçeklik, entropi, varoluş, algı, duyuötesi, metafizik kavramları üzerine yazdığı felsefi bir Bilimkurgu başyapıtıdır. Ubik projesi; Ubik'in dünyası, kavramları, tartışmalarını derinlemesine ele alan ve onu imge formlarına dökmeye soyunan bir projedir. Kavramlar, metinler, disiplinler arası çakışmalar,bağlantılar, sınır ihlalleri üzerine yoğunlaşarak, Ubik Project kollektif bir düşün/yaratı atmosferini tahrik etmeye soyunmuştur.

Ubik; kendine ait felsefi/metafizik/politik bir dünya görüşü yaratmış, eserleri bir çok dile çevrilip, sinemaya uyarlanmış P.K.Dick imgesinin bir tepe noktası, çatısını temsil ettiğinden; proje doğal olarak Ubik üzerinden PKD'nin büyük düş dünyasına da sızmayı da amaçlamaktadır.
Konsept: P.K.Dick
Koordinatörler: Alper T. İnce&Rafet Arslan

Proje çalışma grubu(ön liste):
Ali Mete Sancaktaroğlu/Defter Kazıyıcılar Kooperatifi
Alper T. İnce
AltKomşu
Andrea Buran
Anti-pop
Bob Arc Can Batukan
cins
Eda Gecikmez
Gamze Özer
Hannah M.G. Shapiro
Merve Şendil
Nezaket Tekin&Çağdaş Ülken
OnstOn/Can Yeşiloğlu
Rafet Arslan
Yaprak Gözeker

Sergi- UBİK
4-28 Ocak 2012
Mekan: Hayaka+
Proje & Sergi Mekanı:
Çukurcuma Caddesi No:19A Tophane 34425 Istanbul

Ubik Lansman- 6:45 Yayın, new edisyon
Aralık 2011


Ödül Düzleminde Şiir Erkini Yıkmanın Anatomisi..// Serkan Engin




Ödüllendirmek, üst konumundaki biri ya da birilerinin, ast konumundaki biri ya da birilerine övgü lütuf etmesidir. Yani her şeyden önce iki birey arasında hiyerarşi kurar ki hiyerarşi insani değildir, dolayısıyla ödüllendirmek ve ödül beklemek de insani bir eylem değildir.

Sahibinden daha doğrusu kendisini sahibi olarak gören insandan ona uygun eylem sergilediği için bir köpeğin “ödül” beklemesi, kendi yapısı açısından anlaşılabilir bir durumdur, oysa insani eylemin temel ölçütü, herkese göz hizasında bakıp kalp hizasında sevebilmek, yani kimseyi üst ya da ast saymamak, herkesi kendiyle eşit düzlemde görüp buna göre hareket etmektir. Oysa ödül beklediğiniz zaman, otomatikman ödül veren özneleri üst, kendinizi ast konumuna getirirsiniz, kendinizi eşitlik çizgisinin altına, ödül veren özneleri de çizginin üstüne çekersiniz, yani fırlatılan topu sahibine getirdiği için ödül olarak kuru mama bekleyen köpekten farkınız kalmaz.

Bu açıdan ele alındığında, tek tek şiirlere ya da şiir dosyaları veya şiir kitaplarına verilen ödüllerin hem ödül talep eden hem de ödül verenler açısından, insanın insana üstünlüğünün olamayacağı, aralarında hiyerarşi kurulmaması gerektiği temelindeki insani öze aykırılığı ortaya çıkar.

Ödül veren özneler, “sunan” taraf olduğu, ödül talep edenlerle aralarında kurulan hiyerarşik yapıda “üst” konumunda oldukları için bir erk gücü elde ederler. Tıpkı istediği eylemi yapan köpeğe kuru mama “sunan” ve ödül talep eden köpeğe karşı “üst” konumunda bulunan “sahip” insanın durumundaki gibi. Dolayısıyla bir şiir ödülü almayı talep edenler, ödül verenlere, bu talepleriyle bir erk alanı sağlar ve bu alana tabi olurlar. Politik bağlamda da erki yaratan, gene kendi başlarında bir politik erk bulunmasını talep edenlerdir zaten. Ancak toplumdaki bireyler erkperestliği aşmaya başladıkça, sınıfsız bir dünya kurulması yönünde adımlar atılabilir.

Ödül talep edenlerin varlığıyla, ödül verenlerin şiir erki oluşur, oysa şiir muhalif duran/durması gereken ve şiir erki başta olmak üzere her türlü erke muhalif tavır sergilemesi gereken bir olgudur. Ancak bu şekilde sanatın eleştirme, sorgulama ve toplumsal devingenliğe katkı işlevi gerçekleştirilebilir. Şiir erkine tabi olmak, pekâlâ politik erke tabi olmayı da getirir ki şair özne, politik erki elinde bulunduranlar, kendi ideolojik algısında olsa dahi toplumun muhalif sesi olmak adına, sanatın ve dolayısıyla şiirin eleştirme/sorgulama/toplumsal devingenliğe katkı işlevi açısından politik erkten uzak durmalıdır. Dolayısıyla şiir ödülü sunan ya da talep eden şairler, en baştan sanatın ve şiirin temel yapısına, asli işlevine, birincil niteliğine aykırı hareket ederler.

Yani şiir ödülü vermek ya da almak her iki taraf için de hem insani öze hem de sanatın ve şiirin temel niteliğine aykırı bir eylemdir.

Buraya kadarki şiir ödülü irdelemesi, idealize edilmiş, yani kendi içinde tutarlı ve kendi koyduğu çizgiler dahilinde ödül veren ödül mekanizmaları baz alınarak yapılmıştır. Yani, şiir ödülü sunan tarafın, kendi ilkelerini ortaya koyup bu ilkelere uygun olarak ödül talep ederek şiirlerini gönderenlerin eserlerini, şiir sanatının günümüzdeki nesnel ölçütleri, şiir ödülü şartnamesinin içeriği ve eğer varsa adına ödül verilen şairin poetik algısına paralellik temelinde değerlendirdiği varsayılmaktadır. Oysaki pratikte durumun böyle olmadığı, şiirle az çok ilintisi bulunan herkes tarafından bilinmektedir. Geçmişten bugüne, şiir ödüllerinin verilmesinde yaşanan pek çok olumsuzluğun varlığı sürekli gündeme gelmiştir. Ödüllerin verilmesinde şeyh-mürit, baba-oğul, ahbap çavuş hatta sevgili-metres ilişkilerinin belirleyici olduğu ya da para ödülü olan kimi ödüllerin ekonomik destek amaçlı olarak durumu kötü olan ve elbette “tanıdık, eş-dost” şaire verildiği ya da sosyalist bir şair adına konmuş bir ödülün post-modernist bir şaire verilmesi gibi ödülün kendisini hiçleyen eylemler sıkça ve sürekli yaşanmaktadır. Yani şiir ödülü talep edenlerin şiir ödülü verenlere sağladığı şiir erki, ödül veren özneler tarafından kendi çıkar ve keyfiyetlerine göre kötüye kullanılmakta ve idealize edilmiş ödül mekanizmasından daha kötü bir tablo ortaya çıkmaktadır. Böylece insani özden iyice uzaklaşılan, şiirin küçük kirli çıkarlara alet edildiği ve şiir erkinin gücüyle, şiirin ve şairlerin yönlendirilmeye çalışıldığı bir durum var olmaktadır. Özellikle ödül veren öznelerin (jüri üyelerinin) çoğunun her sene aynı ödülün jüri üyesi olmaları, hatta bazı şairlerin pek çok farklı ödülün jüri ekibinde yer almaları, edindikleri şiir erkiyle, kendi egolarını beslemek amacıyla mürit edinebilmelerini sağlamakta ve özellikle genç şairlerin, jürinin poetik algısına uygun şiirler yazmaları yönünde yönlendirilmesi sonucunu da doğurmaktadır. Böylece jüridekiler, kendi şiir algılarına ivme kazandırma yetisi elde etmektedirler, elbette şiir erkini var eden ve besleyen ödül talep ediciler sayesinde.

Sanat eserinin bir başka eserle “yarıştırılması” ise bir başka ve çok yönlü, derinlikli bir tartışma konusu. Ontolojik bağlamda her sanat eserin biricikliği ve bir başka eser ile niteliksel açıdan kıyaslanmasının sakat bir tavır olmasına vurgu yapan Cengiz Gündoğdu’nun şiir yarışmaları/ödülleri ile ilgili yazıları ve İonna Kuçuradi’nin “değer” kavramı ve “bir sanat eserinin değerlendirilmesi” ile ilgili yazıları, bu konuda açımlayıcı ve tartışma alanını genişletici olacaktır.
İdealize edilmiş bir şiir “yarışmasında”, yani kendi paradigması içinde referans aldığı politik ve poetik düzlemde, jüri üyelerinin, şiirin nesnel ölçütlerine göre yarışmaya katılan ya da aday gösterilen şiirleri değerlendirmesi ise elbette değerlendiren öznelerin öznel algılarından bağımsız olamaz, çünkü hiçbir nesnel amaçlı değerlendirme, öznel algıdan bağımsız değildir. Burada “nesnel ölçütler” derken, o sanat disiplinin diyalektik gereği tarihsel değişim/dönüşüm sürecinde geçirdiği aşamalar sonucu bugün geldiği konumu ile ortaya çıkan niteliksel özelliklerine vurgu yapılmakla birlikte, bu ölçütler pozitif bilimlerdeki gibi sayısal veriler ve ölçümlerle somutlanabilir olmadığından, jüri üyelerinin öznel algılarına dayalı yorumlarının eserin değerlendirilmesine etkisi yadsınamaz.

Bir şiir ile bir başka şiiri niteliksel olarak kıyaslamak, temelde bir atı diğeri ile hız üzerinden kıyaslamak ile aynı düzlemde, kapitalist ekonominin rekabetçi algısına koşuttur. Kaldı ki at yarışında, hız üzerinden iki atın kıyaslanmasının yarışı izleyenlerin öznel algısından bağımsız nesnel bir sonucu vardır, yani atlardan biri ötekini geçer ve izleyici öznelerden bağımsız olarak kıyaslama kendi sonucunu doğurur. Sanat eserinin “yarıştırılmasında” ise, idealize edilmiş bir yarışmada dahi, eserleri değerlendirenlerin öznel algısı kıyas mekanizmasına dâhil olacağı, hatta ağır basacağı için kıyaslamanın kendi nesnel sonucunu doğurmasından söz edilemez. Cengiz Gündoğdu’nun “Sanatta Star Sistemi” yazısında (Varlık Dergisi, Temmuz 1984) belirttiği gibi, kendi yapısı gereği sürekli kâr marjını arttırmayı hedefleyen kapitalizmin, mal olarak gördüğü sanat eserlerini “piyasada” palazlandırmak için ödül kavramını da araç olarak kullandığı, bilinen bir durumdur ki bunun “çok satan” roman türü düzlemindeki etkileri yıllardır görülmektedir. Şiir bugün “satan” bir yazınsal tür değil, dolayısıyla kapitalizm için kâr unsuru olarak roman kadar iştah açıcı değil. Bugün sadece yayınevlerinin (ne acıdır ki “solcu” geçinen kimi yayınevleri de dahil) şair üzerinden kâr elde ettiği, kitabın maliyetinin üstüne yüzde yüz kâr eklenip şairden alınarak şiir kitaplarının basıldığı bir “şiir kitabı piyasası” var ki bu da bir başka derinlikli bir tartışma konusu elbette. Bugün “satmayan” hatta “hiç satmayan “ yazınsal tür olan şiir, ilerde roman gibi “satan” bir tür haline gelirse, hiç şüphesiz kapitalizm, romanda olduğu gibi şiirde de ödül mekanizmasını, satışları arttırmak ve böylece yüksek kâr elde etmek için kullanacak, “piyasada çok satması muhtemel” şiir kitaplarına ödül verilmesi, belirleyici unsur olmaya başlayacak ve yazılan şiirlerin niteliği de bu ödüllere tabi şiir yazanlar tarafından “piyasaya” göre belirlenecektir. Bugün “rekabetçi” mantaliteyle kurulan ödül mekanizmasını reddetmeyen şairler de o koşullarda, şiiri “piyasa için üretilen meta” konumuna getiren tavra koşut davranacaklardır.

Mevcut durumun değişmesinin ilk adımı olarak, tüm şairlerin önce insan olarak kendi öz benliklerine ve şiire saygı gereği şiir ödülü kavramını toptan reddetmesi, böylece kendilerinin ödül talep eden olarak “ast”, ödül verenlerin de “üst” konumuna gelmesine, böylelikle aralarında insan onuruna aykırı olarak bir hiyerarşik yapı kurulmasına, bu sayede bir şiir erki mekanizmasının kurulmasına ve bunun, erki elinde bulunduranlar tarafından kişisel çıkar ve amaçlarına yönelik olarak kullanılmasına, şiirin poetik ve politik düzlemde muhalif tavrına aykırı şekilde yönlendirilmesine, sanat eserinin kapitalist ekonomi anlayışına koşut “rekabetçi” algıyla “yarıştırılmasına” itiraz etmeleri gerekmektedir.

Özcesi, ödül düzleminde şiir erkinin yıkılması, şiire ve insan onuruna saygı gereğidir.




Serkan Engin


3 Şiir...




Rüzgârgülü Kırıldı

Kapı yorgun,
kuyu boş,
magmada yara,
tetikte rüzgârgülü.
Bir tutam söz kırığı,
birkaç suskun kabuk
konuldu çekmeceye
çözüldü tutku sessizce
aktı merdivenden
kasları ayda uçuşan
beyaz bir akşam kuşu gibi.
Perde indi gözlerine aşkın,
kanatları topladı rüzgâr.
Gecenin dili kesik
hayatın kolları kırık
duramazdı fırtına kuşu
bahçenin ıslak kalbinde.
Karabasan, gecenin üstünde
yalnızlığın tozunu alan
tüylü bir kelebek.
Üşüştü kurtlar kabuğa
delikdeşik ağaç
dayadı sırtını rüzgâra.
Rüzgârgülü kırılırken
yediveren açıyordu son gülünü
kabuğunu soydu ağaç
ve ikiye ayrıldı
kurtlar aktı saçından köklerine.

Kar kokan bir esmerlikte
uykuya daldı, kırlara uzanan anılar.
Kabuğunu yaktı kaplumbağa

Şiir: Dilek Değerli

* * *

“KEŞKE”, “ŞİMDİ” AMA “DÜN”, GEÇTİ BİLE

Yeni düşünceler, yeni insanlar, yeni parmak uçları
“Dün” bilmediği için kıymetini
”Şimdi” ye gün doğdu ama
Geçti bile

”Şimdi” suratsız düş avcısı, ayartıcı,
“Dün” düzen,”Dün” albümler,”Dün” yerleşik
”Şimdi” hayal “Şimdi” meyyal
Sınırsız sınırlı düş ne yapar ki “Dün” e

”Dün” geçti bile ama
”Şimdi” den güçlü “Şimdi” den sağlam basıyor olduğu yere
”Keşke”, “Şimdi” yi öyle sanıyor sadece
”Dün”ü seviyor “Keşke”,”Şimdi” bahane
”Şimdi” aslında “Dün”den beklediği ama
Dün “Dün” dür, şimdi “Şimdi” işte

”Dün” dünde kalmasaydı
“Keşke” izin verir miydi “Şimdi” düşlerine aksın diye

”Dün” eski, “Dün” radikal,”Dün” umursamaz ,
”Şimdi” olamaz ama “Şimdi” de “Dün” le başa çıkamaz
”Dün” kucakta üremiş, dokunmuş
”Dün” alışılmış, odanın sahibi, kokusu sinmiş
”Şimdi” de kokuyor ama keşke anımsasaydı “Keşke”
”Dün” dokunuyor “Dün” e mubah,
”Keşke” korkmasaydı “Şimdi”de dokunurdu ama geçti bile
Varsayımla sevişilmiyor
En kötü “Dün” hayali “Şimdi”den erkek işte

“Dün” bakıyor, bakışları güven veriyor
”Keşke” esir dündeki bakışlarda
Olmasaydı keşke
“Şimdi” ye bakabilseydi
“Keşke” ağlamasaydı
Keşke bunu yapmasaydı ama neyse...
Geçti bile

”Dün” de “Şimdi” gibi söyleseydi
”Dün”, “Şimdi” gibi bakabilseydi
”Dün” dokunuyor yine
“Keşke” “Şimdi” olsaydı yerinde
Ama
Geçti
Bile

Şiir: Tarkan Ragipoğlu

* * *

BENİ GÖLÜNE GÖM

dünyanın resmini gördün mü
kalbinin hizasından akan
nehirler gibiydi

elini saçlarından çözerken oluşan rüzgar
bak işte senin ağzın

ağzın dünyanın kuyusu olabilir
ama gözlerin
dünyanın resmini gördüğüm gözlerin
benim çukurumdur

bana diyor ki
sen artık neden şiir yazmıyorsun

yazıyla aramda oluşan boşluğu görmüyor
benim o boşlukta köprü halimi bilmiyor
üzerimden geçip gidiyor

ben neden şiir yazayım ki
sen kurduğum köprülerden gelip geçerken
hem de bilmeden
nasıl bilebilirsin yazdığım şiiri

nemrut bir yanar dağdır
acısı sadece van'da bilinir

cilo bir buz kütlesidir
o da benim
yazmadığım şiirlerde erir

erçek gölünden havalanan
bir turnanın şarkısıdır bu
sen bu dili unuttun
beni gözlerine göm

kimse bilmiyor artık
urartuca aşk ne demektir

van kalesi neden böyle yıkık dökük
ama dimdik ayaktadır
beni gözlerinden sil

urartu dilinde aşk
şiir demektir
deprem gibidir şiir
ve van şiir gibi kenttir
yıkılır yeniden kurulur
aşk ile

beni gölüne göm
ahtamara

Şiir: Bayram Balcı


Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***