Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



1+1 Şiir // Ela Dincer



Soyut  Şiddet

her şeyin değişeceğine inanıyordu.
ağzına bir iz bırakayım istiyordu ağzımdan.
ben kendi çapsız çekirdeğimin yörüngesinde cisimsiz bir isimdim.
“maceralı şarkılar” söylemekle yatıştırmıştım ağzımı.
sakince eriyordum. ve boşluğa karışan zerremin uzaklardan seçilebilen
parlak
geri dönüşlü bir geçmişi yoktu.
o bekliyordu.
zordu yeryüzünün bütün bekleyişleri. öncesi düşünülmeyen ve
sonrası için bütün bütün adanmış ruhlar yaratan bekleyişler.
uçsuz bucaksız anı ormanından tek bir dal kesmeye yeltense el
gövdeden ayrılıverirdi
kanla tutuşurdu acı.
zordu yeryüzünün bütün bekleyişleri.
tarih kitaplarına benziyordu yüzü. her beklemede.
yumuşak ve inançsız sözlerle aldatılmış
savaş kahramanlarının ölgün bakışıyla yıkanmış ve gittikçe
ölü savaşçıların iradesine teslim bir kılıç keskinliğinde.
her sayfasına ayraç bırakır gibi ayırıyordu yüzünü benden
gelişimi beklemeye hazırlıyordu kendini.
cisimsiz bir isimdim ben. herhangi bir boşluğun içinde.
zerreye ve toza olan yakınlığımla tanırdım yankımı
gecenin günden ayrıldığı ışık oyunlarında karanlığın tekrarı
şiddetli soyut.
ki yankım olsun diye her doğumda
cinsiyetsiz aşklar yaratırdım: anlaşılması zor boşlukta/
yorgun düşen hayalleri olurdu onların.
benimse maceraya yenik her yanım: dağılıp yankılanmaktan.
yine de:
cisimsizliğime inanmasına yetecek kadar koklardım bazen her yerini
gözlerinden tuzlu su balıkları sıçrayıp atlardı ağzıma
göğüs kafesine dayadığım yüzümle titrerdi kalp atışı
böyle duyulur olduğunda bedeni:
yüksek dozda dokunmalarla
inandırırdım aldatıcı gerçekliğe
ağzı gerilir gerilir ve sonunda çığlığı
gerilip boşalan bir yayın fırlayıp gitmesi gibi
uzaklaşırdı kendinden.
/
inanmayı bıraktı sonunda: her şeyin değişeceğine.
uzak çağların ilkel çoğalışını tekrardan ibaretti hayat
ve kahramanlar doğuracak kadın kahraman değildi
bende şekillenen cisimsizlik:
zaman dışı zihnin dişi zamanları idi olsa olsa.

 ***

Tek  Sesli  Opera

al! semender! gizli dileklerin ağzındaki ateşi ve yan!
mavi kadifeden gece çığlığın içinde dağıldı
en derin yerinden çizildi yüzün
sabahı tükürürken incinen güne
ağzın: cennet kapım!
/
ağır ağır uzaklaşmakta idi ışık
gölgenin sırrını aralayan kapıdan içeri girdim
soluğumu tutar gibi tuttum bakışımı
çevirmeden başımı kendimden
dinle! dedi bir ses: duyulmayanı duyana dek!
bekle.
sabrın ikindi suları ile sırılsıklam olan ağzım
dilime yapışan emredici bir ortaçağ açlığı
bekledim…
yükselirken kendimden
gölge: dibimde sessiz bir tufan gibi gözledi an-ı
ne kadarını geçtim yolun
ne kadarında ışık
ne kadarında gölge sandım kendimi
eşsiz görkemi ile ellerimi kanat yapıp
ne kadar nefret ettim kendimden de
kutsal aşkların aşikar seslerini dinlemeye koyuldum
soyun! dedi o ses. (duyulanın ötesinde duyulamayana dek)
çarparak ellerimi biri birine
duymanın vahşi çağrısında
sesin doğruluğunu sınadım
(an: kendine uzayan dehliz
anladığım an yok olan)
//ve an ki bir pencere açılır esrarın perdesine: araftan yansır ışık
kapanır kapı
gölgeler uzar
gitmeler albümüne ilişen tek sesli ışık düşer perdeye: yüzümüzden
unutuş kalır geriye
unutuş:
,bağlanıp kaldığımız
,nesnesini kendi yaratan aşk engizisyonu
,unutamayacağımız ‘kararlılıkta’ ödenecek diyet
soluk
karanlık benizlerimizin
en şuh gecesi
ki: terk ettiğimizdir her şeyi
salıncaklarımız boş kalsın: sallana! sallana!//
soyun! der tekrar
salınım şiddetlenir havarilerin gölgesi uzadıkça
soyun!
küçük şeytanlardan!
yeni tanrılar besle rahminde
ne dişil bir öfke
ne bir çocuğu böyle öpen kadın
ne de şehvetin dudağında ısırık
yalnızca yeni tanrılar: “adamlar” olsun adı
böylece soyunduğun yerlerde uzadıkça uzasın çığlık
(kırmızı şarap soluyorum kan diyetine
bütün yüzüm çöle dönerken
vahalarda kutsal soytarılarla çiftleşiyorum
‘üryan’ı dirimden sayan bir tat ağzımda
bakıyorum durduğum yerden gölgeme)
oku!
dedi sonra
gördüğünü: girdiğin kapıların ardında/
cehennem! diye araladım ağzımı
ağzım ki yarattığım tanrıların cennet kapısı
/girdi içeri biri!
“ben”: gizli bir dilekti bundan sonra.

ELA DİNCER





Alice, Bob, Eve mi? Yoksa Medusa’nın sır dolu gülüşü mü? // Doruk Satenay




Alice, Bob, Eve mi? Yoksa Medusa’nın  sır dolu gülüşü mü?
 Google Brain!  Google Beyin.

Teorileri, felsefi kavram, açılımları bir anlığına bugünün somut debisine çarpalım ve bakalım nasıl bir gelecek bizi bekliyor?

Yeni bir “beyin”, tüm bilgilerini insanoğlundan saklamaya-gizlemeye hevesli : Google Beyin. Az çok bilgisayar yazalım dilini bilenler  “google brain”in nedenli zarif, ince ve de bir o kadar zor bir dili kullanarak oluşturulduğunun farkındalar.   Google bünyesindeki bilim adamları nöroloji  ve  bilgi şebekeleri ağını andıran birkaç suni nöron(sinir hücresi) yarattılar.  Olay buraya kadar gayet normal ama işin tuhaflığı bu nöronların kendi aralarında  özel ve çözülemez bir dille-yazılımla iletişime geçtiklerinde başlar.  Kendi aralarında bilgi akışı gerçekleşiyor  ve bu akışı onu denetlemekle hükümlü insanoğlundan gizliyorlar, proje yöneticileri bile artık o kodlara ulaşamıyor.  Yani bilgi üretimi ve paylaşımını insanoğlundan özenle gizleyen  Alice, Bob, Eve adlı üç  yakışıklı suni hücre : ) suni nöronlar.  Evet, Alice, Bob, Eve bu üçlü yeni Google Beyin ailesinin tutucu üyeleri.  Google proje yöneticileri bu süreçte bir şey fark ederler, Alice, Bob’a bir mesaj gönderir  bu mesajı sadece Bob okur, çözer, Eve’in mesaja ulaşma çabası boşa çıkmış olur, mesajın 16 bit’lik bölümünü zor bela çözebilmiş, gerisi çözülememiş.  Bu da şu demektir ki elektronik devrim yılları çok girift ve içinden çıkılmaz sahalara gebedir, daha yeni oluşturulan üç suni nöron bunca karmaşık biçimde birbirleriyle iletişime geçiyorlarsa, geçebiliyorlarsa insanlığın gelecekteki işi cidden çok zor görünüyor.  Çünkü oluşan “yeni ve engin” bilgiye insanoğlu hiçbir biçimde ulaşamayacak görünüyor.  Bir zamanlar (1970’li yıllar) “Uzay Yolu”  dizisi vardı, ilk kez cep telefonu benzeri aletler kullanıldı bu düş ürünü üretimde, bu ilginç yeni duruma yani “google brain” kavramına tanıklık ise insanı Stanly Kubrick’in “A Space Odyssey”(Bir Uzay Destanı) filmini anımsatıyor,  soramadan duramıyor zihin:  Yeni çağın Odyssey’si fırtına hızında mı yaklaşıyor?  Kendi adıma ve mühendislik alanım olduğu için yanıtım kusursuz bir Evet olacak, ister üzülelim ister sevinelim. Kaçış yok.   Bu dehşet gelişme ve oluşumun neresinde yer edineceğiz diye bir ikinci soru gelirse ona verilecek yanıtım yok çünkü böyle bir durum ve gerçeği alt üst edecek gelişmeye dair bir hazırlığımızın olduğuna tanık değilim, ikna olmuş değilim.  Bir sunum için yazdığım makalede elektronik beyin  ve araştıran beyin çaprazında,  insanoğlunun taleplerini sıralamıştım.  İnsanoğlu tarih süresince onca inişli çıkışlı aşamalardan sonra ki tarihin belki de en büyük çöküşü olarak gördüğüm  “Bronz” çağın hazin yıkılışı ve yok oluşundan sonra ilk kez o ölçekte olmasa bile çok ciddi bir durumla karşı karşıyadır. Ünlü bilimci  Hawking “Favorite Places” başlıklı belgelerinde dile getirdiği gelecek korkusu ve  Glise832c gezegeninden ulaşabilecek tehlikeye dikkat çekiyor, o bir noktaya parmak basıyorsa doğrudur, fakat 16 ışık yılı uzaklıktaki bu gezegenden bir uç uygarlık volkanı  patladıysa bize ulaşmaları o denli de zor bir seçenek olmayabilir, çünkü biz(insanoğlu)  bile bu teknolojik seviye ve  birikimle foton konusunda  fena bir yol almadık ve ışık hızına ulaşma düşleri peşimizi hiç bırakmıyor ki eninde sonunda o sınırlar zorlanacak.  Sorun bunlar değil, sorun zihinsel ve beklenti çıtalarıdır, oluşacak çok ciddi teknolojik sorunlara karşı önlemlerimizdir.  Yaşam formları, düşlerimiz, çabalarımız, yaratıcılığımızın önümüze bırakacağı devasa meseleler.  Kaynaklar kıt ve sınırlı, insanoğlunun içinden çıkılmaz yıkıcı ve tahripkar hırsı karşısında  duracak ve bu işin üstesinden gelebilecek yegane  gri  bir düş var.  Ama biliyoruz ki bütün bu cehennem koridorundan geriye kalacak tek(kalıcı) şey insanın estetik zihinsel üretimi olacak. Sanat, Edebiyat.
Alice, Bob, Eve mi? Yoksa Medusa’nın sır dolu gülüşü mü?
Elbet ki o tebessüm:
‘Onu görmek için direkt yüzüne bakmalısın, o ölümcül değil, o güzeldir, gülüyor. Şer, yazmanın ruhudur, yazmak ise Şer bir duruma dil kazandırmaktır.  Eğer erkek kalemle (Fallus) yazıyorsa, Kadın beyaz mürekkeple yazar, kendi tenini iki yüzeyde işlevsel kılar: Fiziksel  ve Soyutlayarak, o Medusa gülüşüyle baskı öncesi döneme göndereme yapar, mitolojik  dönemin öncesine.  Kendini psikolojik  heyuladan kurtarır.  Güzel , sihirli saçlarına geri döner. Kendini yaz (Kadın), teninden yankılanan  duyulmalı.’

Doruk Satenay







CARL JUNG- JAMES JOYCE ARASINDA KOPAN FIRTINA NEYDİ? // A. Ahıska




BİR KİTAP :ULYSSES
CARL JUNG- JAMES JOYCE ARASINDA KOPAN FIRTINA NEYDİ?
güzünü kapat ve gör!” –J.J
"Ulysses'te bir adamın gördükleri, düşündükleri ve söyledikleriyle tüm bunların Freud'un bilinçaltı dediği durumu ne hale soktuğunu eş zamanlı olarak kaydettim, ancak psikanalizden söz edecek olursak bana göre bildiğimiz şantajdan ne daha azı ne daha fazlası" der James Joyce. Ulysses'i okuyan dostlar yapıtı bitirdikten sonra Jung'un Joyce'a Ulysses'i okuduktan sonra yazdığı mektubu ve açık bir dille: bu "kitabınızla baş edemedim, içinden çıkamadım" ibareleri ve Joyce'un verdiği tek cümlelik yanıtı da okunmalı:" ufala ki civcivler de yesin". Freud'un Psikanaliz kavramına karşı ( ki yabana atılacak bir alan değil, Freud kaleminden 16 ciltlik devasa bir alan ve dilimize bütün olarak daha aktarılmadı) edebiyat öbeğinden ve bir edebi yapıtla verilmiş en önemli yanıttır, onun üstünde bir eser daha yazılmadı. Kimilerine göre o dönemin burjuva ahlak anlayışına karşı tam bir imha silahı niteliğinde, kimine göre zor ve anlaşılmazdır. Carl Jung’a göre de (36 yaşında Uluslararası Psikanaliz Birliği başkanı olur) yazılmış en zor edebi yapıtlardan olarak tanımlar kitabı.
Carl Jung Ulysses  için: “Gerçekte o gün 16 Haziran 1904 (kitabın öyküsüne  anlam veren tarih) hiçbir şey olmaz, akışı boşlukta. Son derece uzun ve aşırı derecede karmaşık olan kitap, Stephen Dedalus’ın yaşamın özüne dokunmasından mı kaynaklanıyor?...okuyucunun dinlenebileceği bir kutsal ada bırakmaz…umutsuzluk ve boşluk  kitabın egemen notasıdır. Bu sadece hiçlik içinde başlamaz ve bitmez. “Hiçbir” şeyden ibaret bir “şey” değil. Bütün bunlar eksik.” Yazar, yazmasına da bu kısa yazıya James Joyce’ın yanıtı daha da kısa olur, belli ki Jung’un çıkışından oldukça rahatsız ve  bir psikanalizci olarak savunduğu ilkeler doğrultusunda Ulysses yapıtına yönelik kaleme yazdıklarını fazla ciddiye almaz ve tek satırıl yanıtla: “Ufala da civcivler yesin” anlamında kendince oldukça kibar yanıtını gönderir.  Ama sonraki yazılarında James Joyce, direk Jung’u değil Psikanaliz kuramının en belirgin ismini hedef alır.  Jung, kitabın anlam katmanlarına gizlenen anti militarist yaklaşımlara ve de ırkçılığa karşı kullanılan o çetefilli ve örtülü dile hiç işaret etmez. James Joyce’ın bu devasa yapıtına karşı tutum sergileyen sadece Jung değildi, Nabakov ‘un da çok sert eleştirileri olur, belki sırf o yüzden ikilinin arası hiçbir zaman iyi olmadı. Joyce da aynı ağırlıkta yanıtları kaleme alır Nbakov’a karşı.  Bir şekilde günümüz edebiyat dünyasının çekişmeli, hafif dedikodulu ortamı o dönemde var gücüyle kendini gösteriyordu. O Dönemlerde bu günlere değişmeyen tek gerçek bazı yazarlar arasında (zaman zaman) devam eden anlaşılmaz tutumlardır. Eleştiri boyutunu ve kapsamını aşan durumlar ve bir toz fırtınası. Bu taraz ilişki veya ilişkisizlik akışını yargılamak da bir sonuç vermez. Çözümlenecek bir şey yok çünkü. Aynı Jung’un yazdığı kısa yazı gibi. 5-6  cümlede Ulysses’i kapatarak bir kıyıya bırakıyor.  Varsın 2017 yılında Avrupa üniversitelerinde doktora tezi olarak işlensin. Aslında Nietzsche “düşünüyorum” dediğinde bir dilbilgisinin de ötesine geçer. Bir düşünce’den söz eder. Rastgele söylenmez. Bütün zihinsel ve tinsel güçlerin seferber olmasıdır. Bu yoksa, iş o denli devasa yapıttan sonra “ufala” sözcüklerine varırız. Nasıl ki Joyce Shakespeare edebiyatı için “dengesi bozulmuş tüm akıllar için şenlikli bir av alanıdır” dediyse Ulysses ve Finnegan Uyanması da aynı etkiye sahip, her ikisini okumasınızı öneririm, uzun süre dehşet zevkli bir okuma olacağını garantilerim. Her iki yapıt dilimize oldukça başarılı ve akıcı biçimde aktarıldılar. Ulysses iki kez çevrildi önce Nevzat Erkmen yaptı sonra Armağan Ekinci , ikisi de mükemmel. Türkçenin büyük şansıdır ki dünyada Ulysses iki kez çevriliyor, emek veren her kişiye şükranla.  “Finnegan Uyanması” ise dünyada sadece 10 dile çevrildi(benim bildiğim) hatta Türkçeye çevrilemez denildi vs. Nihayetinde mükemmel bir çeviriyle çıka geldi.  Kendi deyimiyle Finneegan Uyanması’ kitabıyla “ Dublin’i öyle betimlemek istiyorum ki, şehir topyekun yok  olsa bile kitabıma bakarak onu yeniden kurabilsinler”. Öyle de yapar, kimse bu kitaba bu müthiş  yönüyle odaklanmaz. 
Ulysses okumalarımda bir ilginç nokta daha  saptadım. Belki tuhaf gelebilir ama James Joyce, İngilizce yazmaktan pek hoşnut değil gibi geldi bana. Bunu kendisi de söylüyor  : “İngilizce yazmak önceki yaşamlarda işlenmiş günahlara karşı geliştirilmiş en dahiyane işkence türü.”  Onun deyimiyle “ hoş geldin yaşam” ve bir tebessüm, çünkü dahası var,  Joyce bu kez  İngiliz okurunun seviyesini gözler önüne seriyor (o yıllarda elbet) : “ İngiliz okurunun kendisi ise , bu durumun neden böyle  olduğunu açıklamak için tek başına yeterli.”  Bu biraz 2017 yılında Türkiye kitapçılarından gelen “çok satanlar” listesini de açıklar, evrensel bir sorundur, bize veya İngiliz’lere has bir “arıza” değil.
A.Ahıska




Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***