Biz kim? İzdiham kim? İzdiham ne? Sizleri bilmeyiz, tanımayız ama şunu biliyoruz ki muktedirlerin, dönemin politik kuyruğunda dolaşanlardansınız, yani aramızdaki mesafa aşılamaz türdendir. Mesle politik muhalif vs.olmak değil, insan onuru, haysiyeti ve bağımsız, hür ve sefil politik erke hayır diyebilmek, dik durabilmektir! Neden hala bir "blog" sayfasında olduğumuzu sorgulayacak donanımdan bile yoksunlar güç odağı tayfalar, burası açık bir gökyüzüdür, okuru neyse, sayfası da odur, bu bakışa, inanca ters düşecek kim varsa, ne varsa ekarte ederiz, yollarımızı ayırırız, öğütürüz, atarız!
Herkes kendi çöplüğünde olmalı!
bakınız, biz kendi çöplüğümüzdeyiz!
borges defteri
Halid Metawa çevirisi ,ilk kez defter'de yayınlandı.Not:
defter "Groups" kapanmıştır, 2002 yılından itibaren binlerce okura ulaşan grup, Yahoo ve Verizon şirketlerinin ortak kararıyla 15 Aralık 2020
tarihinden itibaren dünyadaki tüm e mail
gruplarının kapatılmasıyla beraber defterin grubu da "ebediyete" intikal etmiştir. Mekanı, harfler, virgüller,
şiirler, öyküler diyarı olsun. #))
Defter sadece ve sadece bu siyah sayfalarda soluk alacak, başka hiçbir mecra, sosyal saçmalık, zırvalıklarda yer almayacak, sosyal öbeklerinde hiçbir defter bağlantısı söz konusu değil. Keza hiçbir yayınevi, dergi, oluşumuyla yakın, uzak bir ilgimiz, ilişkimiz yok, biz sadece "iyi" olan ne varsa, "iyi" ve "üretken" olacak kim varsa , ne varsa tümüne destek verdik, vereceğiz, üreten, yazan kalemi kollamak, korumak niyetiyle, herşeye rağmen, defter kurulduğu günden beri tam bağımsız bir edebiyat öbeği olarak varlığını sürdürdü, ne ürettiyse tamamı yeryüzünde gerçekleşti, gökyüzüne fırlattı...
Defter, edebiyatı ciddi bir uğraş olarak gördü, yaşamdan damıtılan öz oldu hepimiz için,zaman zarfında, yıldız parlaklığında olan dostlarımız, yaşamlarının en üretken dönemlerinde yeryüzünden göçtüler, gidişlerini hala kabullenebilmiş değiliz... çok elem verici bir devran oldu hepimiz için...geriye sadece şiirleri, öyküleri, pak adları, anıları kaldı.
Ateşin kurucu kuvvet olduğunu biliriz
oysa su herşeyin başlangıcıydı, giden canlarımız hem ateşimiz hem de
suyumuzdur, andolsun toprağa ve gökyüzüne ki unutmayacağız sizleri, sizinle beraber tüm iyi yürekleri, burada
olsak da olmasak da, sizler yaşayacaksınız, bizler rüzgara emanetiz.
Can
sıkıntısı hepinizden uzak dursun ve 2021 yılının tüm dostlara, şairlere,
yazarlara esenlik, iç huzur getirmesini diliyoruz, ıslıklarınız dudaklarınızdan asla eksik olmasın.
D E
F T E
R
türümüz Homo-Sapiens ölüm denilen olgunun daha çok bilincindedir.
Bu
bilinç yaşamı değerli ve önemli kılar daima. Bazı insanlar büyük
bir
gayretle ölümü unutmaya çalışır ve sanki hiç ölmeyecek gibi yaşama
büyük bir arzu duyar ve tutkuyla yaşama sarılır.. Ölüm sadece
medyada
ve bazen çevresinde duyduğu bir futbol maçının sonucu gibi sıradan
bir
haberdir. Bense depresif kişiliğimden galiba ölüm haberlerini
beğeniyle karşılarım ve onlardan biri olmadığıma hayıflanırım. Bu
hepimizin kaçınılmaz sonu, kim bilir belki de hepimizin kaçınılmaz
bir
başlangıcıdır çok başka yaşamlara doğru.
Şu sözler zihnimde hep dolanıp durur:
"Doğumdan nasıl
korkmuyorsak ölümden de korkmamak gerekir" -Walt Withman
"Ölüm bir şey değil,
ölüm hiçbir şey değil"- Svevo
Kişisel olarak çoğu zaman insanlardan ve dünya yaşamımdan umduğumu
bulamadığım için kendi kendime "iyi ki ölüm var, ölüm de
olmasa
napardım" diyorum. Yaşamında başarılı ve mutlu olanlar için
ölüm
korkunç bir tokat gibidir, mutsuz ve umutsuz olanlar için çok
büyük
bir ödüldür ölüm.
Kendi bedenime bakıyorum da saniyede trilyonlarca faaliyet yapan
hücreler ve daha önemlisi beyini ve sinir sistemini oluşturan
nöronlar
ve elektrokimyasal reaksiyonlardan ibaret bir biyo-makina mıyım?
Diye
soruyorum. Aynı organik atom ve moleküllerin sonsuz çeşitli
kombinasyon ve dizilişlerinden teşekkül ederken.... Eğer öyleyse
diğer
ölümlülerden ne farkım var? Hiç. Bütün bunların ötesinde Bilinci,
duygu ve düşünceleri oluşturan madde (Gerçi halen maddenin gerçek
doğası çözülebilmiş değil Kuantum fiziği ve biyolojik gelişmelere
rağmen)nin çok fevkinde bir şeyler olmalı diye düşünüyorum, ister
buna
kozmik enerji, ister Tanrı, ister Allah denilsin, bence aynı
kapıya
çıkar.
Haz konusunu bedensel hazdan ziyade Epikürcü düşünüyorum. Bir
müzikten, şiirden, sanat eserlerinden duyulan haz. Freud'un dediği
gibi "insan acıdan kaçan, hazza koşan bir varlıktır"
"Siz hiç hazzınızı terk ettiniz mi?" Bu soruya cevabım,
hayır ve
hiçbir zaman, olacaktır. Ancak çok derin bir depresyonda insan
değil
hazdan her şeyden vazgeçip, bilinçli olarak kendisini ölümün
soğuk,
bilinmeyen ve anlaşılamayan kollarına bırakır. Sylvia Plath,
Nilgün
Marmara, Özge Dirik ve Zafer Ekin Karabay gibi...
Peki ya arzu? İnsan neyi arzular? Sonsuz, sürekli mutluluk ve haz
dolu
bir yaşamı mı? O yüzden "Cennet" diye bir yerin hayalini
kurmuş olmalı
insanoğlu. Orada sonsuza dek mutlu olacağı umuduyla yaşayan
milyarlarca insan var. Bu dünyaya kendi arzularıyla gelmedikleri
gibi
büyük bir çoğunlukla kendi arzularıyla gitmeyen insanoğlunun
yaşamındaki amaç sadece mutlu olmak mıdır? Olmamalı, insan bu
kadar
basit olmamalı ama genellikle gördüğüm durum böyle. Belki ben de
öyleyim de bunu kendime itiraf edemiyorum.
"Ben yaşama hazırım"
Diyemem. Onca sefalet, hastalık, savaş, çıkar
kavgalarıyla, paranın, güç makam ve mevki arzusuyla yaşayan
insanlarla
dolu sevgisiz bir dünya yaşamına hazır değilim, olacağımı da
sanmıyorum. Çünkü "ben ölmeye hazırım" Peki, ya sonra?
"Vardır ya, hani bir yer, uzakta çok uzakta
Ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha
Üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu
Hiç bilmiyoruz"- (Edip
Cansever)
Ziya Alpay
durdu
yüksek sesle ölümümden korkuyordu
çağrıldığımız
zamanlar vardı ve ihanet ettim kalbime
birkaç
gün ve geceden sonra
şekilsizlik
ve soğuk kaldı bedenimde
korkunun
korkusundan saklandım yüzüme
siz
benden biri değildiniz gördüğüm ölüler
yaşadığım
ölülerle aynı
aşkları
olanlarla canım daha çok acıyordu
susadım
rüzgara ve yağmurlara
taşların
yaptığını yap
denizlerle
kurudu boğazım
çok
uzağa durdum hafif bir kokuyla
bana
yasak değil acı sana da ama yol acı
işte
burada acıyız ve eşitiz
yollarımızı
öğrenmekle eşitiz eğer sağır değilsen
ölmeyi
öldürmek bir toz ağrısı
bırak
açılsın kapılar ben tenimi yırtarak geçtim
sen
kal tiksinti ve öfke kabarsın ellerinde
kucaklaş
her şey değişti bir değişmeyen ateş
zaten
düş bir tınıdan düşme anlatılan babalardan
düş
zaten tını gece ile şimdi arasında annelerden
renkler
ve seslerle bir kumaşta taşlandık
salih aydemir
Olmak
ben şimdi olmakta oturuyorum
oldumdan daha iyi bir ev burası
kirası ucuz
balkon yok
teras yok
çatı
baca
kapı
oda
salon yok
oldumdan daha iyi bir yer burası
Senin
Sesin
sesin benim şiirimdir
bütün harfleri görüyorum sesinde
mesela c öyle bir bakıyor ki d'ye
sanırsın ki az sonra
bir fırtına kopacak
e'yi f'ye katacak
g uysaldır bilirsin
hemen yumuşayacak
dayılanacak belki de h
sonra beklenen fırtına kopacak
ı şapkasını takıp sokağa fırlayacak
j'den kendine bir baston yapacak k
iki bacaklı olmakla övünürken n
m ona bakıp kıs kıs gülecek
l o'ya iki göz takacak
senin sesinde
bütün harfleri görüyorum
p'nin kafasından
r'yi ısırmak geçerken
s kendine bir çengel atacak
u'ya da iki çentik takıp
t'ye nanik yapacak
velhasılı v boş durmaz elbette
o da kendine bir çizgi çizecek ki
dünya zik zak'lansın
bütün harfler a'ya bağlansın
senin sesinde
b'yi görüyorum
şiirimdir o benim...
Bayram Balcı
Sükut ülkesinin neferleri
Goethe 'Dr. Faustus'u
80'inden sonra kaleme aldı ; Verdi , 'Otello' yu 73 yaşında,'Falstaff' ı 80
yaşında bitirdi.
Sofokles 'in 'Kral Oedipus 'u 80 yaşın
eseridir. İlhan Berk 90 yaşındaydı ve
heyecanla yaratmayı sürdürüyordu.
İngiliz düşünürü Thomas
Hobbes , 90'ını geçtikten sonra bile Yazdı,karaladı ve yarım ton kağıt tüketti! Muazzez İlmiye Çığ,
106 yaşındadır ve maşallah tek sözcük bile anlamını yitirmemiş onun için, duru
bir dil ve zihne sahip.
Demek ki istek,irade yerini
bulunca yaş farkına bakmıyor, elbet ki herkes bu isimler kadar şanslı olamaz ve
90-100 yıl güneşin doğuşunu izleme fırsatını herkese tanımaya bilir “felek”. Fırsatımın az hatta acımasızca az olduğunu bilenlerdenim. Kimseyle edebiyat dışı bir sohbetim olmadı
ömrüm boyunca, kimsenin yüreğini kırmadım (kırdıysam, döktüysem hep kendi iç
dünyam oldu). Ara sıra dosyalarıma gözüm
takılıyor ve üzerlerinde duran bir dostuma yönelik çok özel notum. Bugüne kadar
ne öykülerimin ne şiir ve ya düz
yazılarımın yayımlanması için en ufak bir
çaba göstermedim, bundan sonra da
“bir şey yapacağım” diye bir meşgalem olmayacak, olamaz.
Sorulabilir ne için, kim için
yazıldı onca şey:
Hiç kimse için, ve “hiçliğin”
tozuna toprağına yazıldı der gözlerimi kaparım.
“Son romanım” , “Son öyküm” ,
“son şiir” kitabım asla olmayacak, o sonu ben göremeyeceğim çünkü.
Adsız, kimlik bilgilerinden arındırılmış bir çok fanzin dergi için sayısız yazılar verdim, bundan sonra da böyle devam edecek.O fanzin dergileri kaç kişi mi okuyor? Belki toplam 200 bile değil, biliyorum aralarında 10 özel insan var, bu 10 iyi okuru, iyi yürekli kişiyi ne ben “tarif” edebilirim ne de kendileri. Onlar hayatı ölüm kadar, ölümü hayat kadar bilenlerdir, feleğin mavi çemberinden bir değil bin kez geçmişler. Münzevi, sessiz, sükut ülkesinin neferleri, ne uçurum ne de irtifa korkusu var gözlerinde , budur işte yazdıklarını da susarcasına okuma isteğim.
Bu da bizim masalımız işte:
karakter sorunuyla ilintili sanırım, kimisi meczup olur, kimisi mahcup, kimisi
yakup! Üst olmak ( yüksekte olma) cümle zahirlerin derdi, önemli bir meşgale,
seçimdir, itirazım yok. İşin ucunda dehşet bir emek var. Her yazar yazdığı kadar içten içe kanar, kendi hüznüm kadar onların hüznünü, yalnızlığını da sevdim.
İyi, doğru iş çıkararak “üstün” olan tüm “divaneler” bizim başımızın
tacıdır, tüm deliliklerine rağmen severiz onları, kalemin hürmetine. Ayaklarını bastıkları toprak biz olmayacağız
da kim olacak? Yazar diyoruz, şair
diyoruz, bunlar çok büyük ve ağır sözcüklerdir, o sıfatı almak her varoluşa
nasip olmaz, kıymetiniz işte tam da buradan kaynaklanıyor.
Oysa
Turgut Uyar’ın dediği gibi:
“Sevgim acıyor
Kimi sevsem,
Kim beni sevse”.
Kırmayalım birbirimizin
kalbini, değmez bu fani dünya da. İnanın dostlarım.
Heav.en.ly:
“bir
peygamberin
en
kötü
yazgısı
nedir?” dedi.
“inandırabilmek” için
uzun yıllar
uğraşması dedim, nihayet
başarır !
ama bu minvalde ( siz bu sırada okuyun)
karşıtları da başarmışlardı:
“Artık kendisine
inanmıyordu”.
Kader. Kısmet, ya sonrası?
kimilerinin kaderi Gough’un
dediği gibi “Karakterleri” olur, elden bir şey gelmez.
“Doğru ve iyi” olanı bilmekle
doğru ve iyi olanı yapmak
arasındaki en önemli
bağlantı, doğru ve iyi olanı
yapacak bir karaktere sahip
olmaktır.
Eğer karakter gelişmemişse
eğitim işe yaramıyor.
Unutmayalım; banka
hortumlayanlar, devleti soyanlar,
rüşvet alanlar, yurdu çıkar
uğruna satanlar, maç
satanlar, şike yapanlar,
teşvik verenler; birilerini
düşük görüp aşağılamakla
yükseleceklerini sananlar hep
eğitimli bireylerdir...
O yüzden Roosevelt demiş ki:
"Bir insanı ahlakça
eğitmeden yalnızca beyinsel
olarak eğitmek topluma bir
bela kazandırmaktır."
Sur Ortaylı- ( Sufi )
1 ) Çünkü dikiş tutturamamış
aristokrat rolünü benimsemişti. 2) Çünkü
hiçbir zaman Heidegger gibi
"Heil Hitler" yazmamış, Sartre'ın yaptığı
gibi Komünist Partisi'nin
kuyruğuna yapışmamıştı. 3) Çünkü dostluğa
inanıyordu. Bir dost,
diyordu, anlamsızlık alanında birlikte
kilometrelerce yol
alabileceğiniz biridir. 4) Çünkü, kendinden nefret
etmenin sıkıntılı ve
başarısızlığa yargılı peygamberi Otto
Weininger'in hayaleti,
yaşamının sonuna kadar ona eşlik etti. 5) Çünkü
onu Avrupa'nın en zengin
insanlarından biri yapan aile mirasını geri
çevirdi. 6) Çünkü yaşamının
son yıllarında öğrencilerine pek ender
olarak verdiği ahlak
derslerinden biri şuydu: "İnsan, kafasının içini
boş şeylerle
doldurmamalı." 7) Çünkü birinin çıkıp, entelektüel
dünyanın Augias ahırlaı-ını
temizlemesi gerekiyordu. Wittgenstein, bu
işi yapmak için kendisinin
seçilmiş olmasına her zaman şaşırmıştı . 8)
Çünkü Bertrand Russell ona,
bir Dünya Barış ve Özgürlük Örgütü
kuracağını haber verdiğinde,
Wittgenstein bıyık altında gülmüştü.
"Öyle sanıyorum ki,
demişti bunun üzerine Russel, siz kendi adınıza
bir Dünya Savaş ve Kölelik
Örgütü kurmayı yeğlerdiniz." Wittgenstein
bu düşünceye ateşli bir
biçimde katılmıştı: "Evet, ben daha çok böyle
bir örgütü yeğlerdim!"
9) Çünkü felsefenin hiçbir düşünce toplumunun
yurttaşı olmadığını ileri
sürüyordu. Hatta Wittgenstein'ı filozof
yapan, bu köktenci
tuhaflığıydı. IO) Çünkü Tractatus
logico-philosophicus'u
yayımlayan editöre, o~Okuduklarından hiçbir şey
anlamayacak olan okurun
kinini kusabilmesi için, kitabın sonuna on-on
iki boş sayfa eklemesini
önermişti. Ayrıca yıldız falına inananların,
yıldızların kendisi hakkında
ne söylediğini öğrenmelerini sağlamak
için, kitabın kapağına doğum
tarihinin ve saatinin konmasını da
istemişti... 11) Çünkü onun
ülküsü, bir dilbilgisi damlasının içinde
bir felsefe bulutu
yoğunlaştırmaktı. 12) Çünkü kendi kendine sürekli
şu soruyu soruyordu:
Yalnızca belli bir yeteneği varsa ve bu yetenek
de yok olmaya başlamışsa.
insan ne yapabilir? En iyisi, bu yetenekle
birlikte yok olmak değil mi?
13) Çünkü prostat kanserine yakalandığını
öğrendiğinde, üzüldüğü şeyin
bu tanı değil de, doktorunun ona, bu
hastalığın kesin olarak
tedavi edilebileceğini söylemiş olmasıydı.
"Yaşamayı sürdürmeye
hiç de hevesli değilim," cevabını yapıştırmıştı
ona. 14) Çünkü şöyle
diyordu: "Benim düşüncelerim, İngiliz garlarında
bilet gişelerinin üzerine
yapıştırılan şu afişe benzer: "Bu yolculuğu
ille de yapmanız gerekiyor
mu?" Bunu okuyan birinden şöyle bir cevap
beklenebilir: "İkinci
kez düşünecek olursam, hayır." 15) Çünkü yaşamı
boyunca hiç kravat
takmamıştı. 16) Çünkü atom bombasını acı fakat
sağaltıcı bir ilaç olarak
görüyordu. 17) Çünkü Schopenhaueı-'a sadık
kalarak, çocuk yapmanın suç
olduğunu düşünüyordu ve kendisine tutkun
bir genç kıza bir gün, bunun
gerçekte bu sefil dünyaya yalnızca bir
varlık daha bırakmaktan
başka bir işe yaramayacağını
söylemişti. Ayrıca,
insanların bu dünyada çok uzun süre yaşadıklarını
düşünüyordu. 18) Çok günah
işlediğinin ve bu günahların hiçbir şekilde
bağışlanmayacağının
bilincindeydi. Onun gözünde Tanrı acımasız bir
yargıçtı; Tanrı'yı başka
türlü düşünemiyordu. 19) Çünkü her türlü
felsefi kanıt getirmenin
sıradan bir edim olduğunu düşünüyordu.
Russell'a itirafta
bulunarak, bir çiçeği çamurlu elleriyle kirletmek
istemediğini söylemişti. 20)
Çünkü kendine şu soruyu soruyordu:
"Şimdi, geçmiş olduğu
zaman nereye gidiyor ve geçmiş nerede?" İşte,
diyordu,felsefede insanın
başına en çok dert açan sorulardan biri. 21)
Çünkü Wittgenstein ile
Thelonious Monk arasında tuhaf yakınlıklar var.
Ona da, Monk'a da öykünmeye
olanak yok - ikisi de çok karmaşık, çok
kendine özgü. İkisi de
sessizliğin müzikçisi. 22) Çünkü Ingeborg
Bochman doktora tezini onun
üzerine hazırladı. 23)Çünkü Iaabelle
Huppert, Wernwr Schroder 'in
Malina başlıklı filminde , Wittgenstein'ı
konu alan bir ders veriyor.
24)Çünkü Michel Haneke'nin Bir
Rastlantının Zamandiziminden
71 Parça başlıklı filmi, doğrudan onun
felsefesinden, İngiliz Derek
Jarman'ın Wittgenstein filmi de onun
özyaşam öyküsünden
esinleniyor. 25) Çünkü Freud'u yalnızca bakış
açımızı değiştiren biri
olarak değil, yeni bir bakış açısı yaratan,
modernliğin en büyük estetik
tanrılarından biri olarak görüyordu. 26)
Çünkü felsefe alanında
yarışı kazanan, diyordu, en yavaş koşmasını
becerebilen kişidir. Ya da:
Varış noktasına en son ulaşan kişidir.
"Filozofların,"
diye yazıyordu, "birbirlerini şöyle selamlamaları
gerekir: `Ağırdan al!'
" 27) Çünkü, neden felsefe yaptığı
sorulduğunda, felsefe
yapmanın hiçbir işe yaramadığını, ayrıca, bunu
yapmakla insanın kendisinden
başka kimse- ye zarar vermediğini,
söylüyordu. 28) Çünkü
Vazgeçiş Okulu'nun bir başka Schopenhauerci
yandaşı olan ve gelip
geçenlere cehennemin yolunu soran, ayrıca kendi
kendini aldat- maktan
korktuğu için itiraflarını yakan Louise
Brooks'la aynı ailedendi.
30) Çünkü kötü haberleri her zaman iyi
haberlere yeğ tutuyordu
-karanlık önsezileri böylelikle doğrulanmış
oluyordu- ve Gottfried
Keller'in şu cümlesi, en sevdiği alıntılar
arasındaydı: "Her şey
yolunda gidiyorsa, bunun böyle olması için
hiçbir neden olmadığını
unutma." 31 ) Çünkü verdiği unutulmaz
konferanslardan birinde,
Karl Popper'ı uzun bir maşayla tehdit
etmişti. 32) Çünkü o
olmasaydı, Wittgensteirı'ırı Yeğeni'ni, Thomas
Bernhard'ın o başyapıtını
tanımamış olacaktık. 33) Çünkü ünlü Mind
dergisinde çıkan felsefe
yazılarını okumanın saçma olacağını, Street
and Smith'in yayımladığı
polis romanlarının bu konuda çok daha
doyurucu olduğunu ileri
sürüyordu.] 34) Çünkü en beğendiği deyişlerden
biri şuydu: "O lânet
olası şeyi rahat bırak!"; bu deyişi fiyakalı bir
abartıyla söylüyordu ve bu
sözler yaklaşık olarak, şeylerin olduğu
biçimiyle iyi oldukları, bir
şeyleri değiştirmeye özellikle
kalkışılmaması gerektiği
anlamına geliyordu. 35) Çünkü, üniversitede
dersini bitirir bitirmez, en
yakındaki sinemaya koşup bir western ya
da müzikli komedi izliyordu.
Her zaman da en ön sıraya oturuyordu. 36)
Çünkü felsefe üzerinde
çalışmanın, insanın öncelikle kendi üzerinde
çalışması
anlamına geldiğinin
bilincindeydi. İnsan hangi noktaya erişmişse,
ancak o düzeyde yazabilir.
37) Çünkü çevresine şunu salık veriyordu:
"Bir başkasının
derinlikleriyle sakın oynama!" 38) Çünkü şöyle
diyordu: "Avaz avaz
saçmalamak seni özellikle utandırmasın! Dikkat
edeceğin tek şey, kendi
ağzından çıkan saçmalıklar olmalı!" 39) Çünkü
üniversitede yapılan felsefe
eğitimini hor görüyor ve orada "dürüst
bir çalışma yapılabilmesinin
mucize olduğunu" söylüyordu. 40) Çünkü
söylemlerindeki göz boyama
oyununa direnmekte uzmandı. Diogenes,
soytarıların dilini
kullanarak filozofların dilini çürütmüştü; in da
bizim felsefi
şişinmelerimizin altına yerleştirdiği odurıları
tutuşturdu. 41 ) Çünkü
insanın anlamasına olanak bulunmayan şeyleri
sanmasına yol açan felsefi
basitleştirmelerden iğreniyordu. 42) Çünkü
elli yaşını geçtiği halde;
gençlerle korkunç karmaşık kileri
yaşayabiliyordu. 43) Çünkü
kendi yaşamını düşünmenin ya da düşünmeye
çalışmanın, mantık
problemlerini çözmekten hem daha zor, hem daha
dürüst bir davranış olduğu
kanısındaydı. "Bir insan bile olamadıktan
sonra, mantıkçı olmak neye
yarar?" diyordu kendi kendine. 44) Çünkü
başarısız bir keşişti - bu
özelliği, yaşamöyküsünü en iyi yazan
kişinin gözünden de
kaçmamıştı ... Monk'un adına yazgılı bir keşiş.
45) Çünkü Gilles Deleuze'ün
öfkelenip başkalaşmasına, savcıya
dönüşerek onu felsefeyi
katletmekle suçlamasına yol açmıştı. 46) Çünkü
Birinci Dünya Savaşı
sırasında en tehlikeli görevlere gönüllü olarak
katılmıştı. Korkunun, dünya
üzerindeki varlığımız hakkında yanlış
düşünmemizden kaynaklandığı
inancındaydı. Siperlerde Tolstoy'u,
Schopenhauer'ı ve
Nietzsche'yi okuyordu. 47) Çünkü filozofların
sorunlarını, onların
düşündüğünden daha çılgın şeyler düşünerek
çözebileceğimizi söylüyordu.
48) Çünkü, pozitivizmin en köktenci
yuvası olan Viyana
Çevresi'ne bir konferans vermek üzere
çağrıldığında, dinleyicilere
Rabindranath Tagore'- dan mistik şiirler
okumayı yeğlemişti. 49)
Çünkü ün peşinde koşma özleminin, düşüncenin
ölümü olduğu kanısındaydı
[/b] . 50) Çünkü Norveç'te tek başına iki
yıl yaşama kararından sonra
onu caydırmaya çalışan Russell'a, akıllı
insanlarla konuşarak akıl
fuhuşu yaptığı karşılığını vermişti. "Orada
karanlıklar içinde
kalacağını söyledim," diye anlatıyor Russell, "O da
bana ışıktan nefret ettiğini
söyledi. Bunun üzerine, ona deli olduğunu
söyledim, o da bana: `Tanrı
beni zihin sağlığından koru- sun!' diyerek
karşılık verdi."
Wittgenstein, bütünüyle işte bu sözlerdedir.
ROLAND JACCARD