İlk gençliğimin yaprağıydı, büyüdü, serpildi, büyüttüm, çoğalttım
o yaprağı ki çok şey öğrendim o hücrelerden. Sonra baktım ki "Doğançay
Çınarları" kadar derin biçimde zihinsel dünyama kök salmış.
"Bahar
mevsimde hazan olmaz(dı) ama Aruoba söz konusu olursa her şey
ihtimal dahilinde" yazdı dostum ve bir ikinci
cümle kurmuştu ki esas o
beni derinden etkiledi: "kurtuluş bazen
hepimizi ezer geçer, kişi
kurtulur, huzura kavuşur ama yıkım etkisi bizde
devam eder".
Bu sözler üzerine çok düşündüm, çünkü başka bir
açıklama yok, nasıl bir "kurtuluş" olabilir ki?
Neden, kimden kurtuluyorsun?
Tekrar yazdım dostuma ve iki soru sordum.
Gelen yanıtlar, her şeyi anlamlandırdı zihnimde.
Meğer çok ağır hastaymış, tıbbı müdahaleye izin
vermeyen türden bir
durum ve de gidebildiği ana kadar olmuş bilimin
yanıtı!
Çok üzüldüm, çok.
"Bunca acıyı hak etmiyordu" diyeceğim
ama onun yaşamı zorluklara
meydan okumaktan ibaretti, son seneleri dışında ki
o da aslında bir çeşit
hazırlıktı, "gitmek için".
Ben de yeni öğrendim, bugüne kadar ne dostum ne de
kimse söz etmemişti, meğer Fahriye
hn, uzun zaman, onu bir melek gibi korumuştu
İzmir'de. Sağ olsun, var olsun.
Kitaplarıyla, geride bıraktıkları hep anılacak
sevgili Oruç Aruoba.
“-Adınız "Oruç".
- Evet, siz bakmayın adımın Oruç olduğuna, ciddi
ciddi Oruç da tuttum,
annem, sen daha çocuksun tutma derse de, ben hep
tuttum. Bayram
Namazına da gittim, sonra olan oldu".
Yani ciddiyeti kadar mizahı da güzeldi Aruoba'nın.
Sizinle de paylaşayım onun hakkında can dostumun
yazdıklarını:
"Ulan,
Lan" sözcükleri onun dilinden bal damlası gibi tatlı biçimde
çıkardı, kafasının kızdığı şeye, "çöp lan
bu" derdi.
Toplu halde restoranda yemek yenildiğinde ve sıra
ödemeye geldiğinde: "elleri
balık kokmayan birisi ödesin" derdi.
Mütevazi bir kişiliği vardı, onun tevazu çemberi
öyle böyle değildi.
-"Ben şair değilim" dediğini çok duydum,
"ben bu şeylere layık
değilim" dediğini de.
“Enis abiyle
le çok yakın ve derin bir dostlukları vardı, son demine kadar
üstelik. Ortak projeleri de çok oldu, en son bir
dergi projesinde
bir araya geldiler, Enis abi davet etmişti, son
çıkışı oldu sanırım. Oruç,
geceden yanaydı, bir gece değil 10 saat-8 saat, 80
saat de sürse(ydi)
bu onu mutlu ederdi. Sabah ezanı gibi gecenin
perdesini çekerdi, bu
hep böyle oldu. Kimi yazarlar sabah vaktinde
coşarlar, huzuru
bulurlar, yazı masasına otururlar. Oruç için gece
her şeydi.
Yemek veya şöyle diyelim "beslenmek"
gibi bir kavram yaşamında hiç yer
etmedi. Azla yetindi, bir ermiş gibi hep içindeki
tüketti. Bu bilinçli
bir tercihti. Ne yaptığının farkındaydı.
Daha 17 yıl önce küçük bir hastalığında bizim
İsmet'in Dr. eşine
götürdük, bir yığın tetik istedi ve sonunda
"Oruç bey hiç iyi
beslenmiyor, dedi.”
“Özlem
sözcüğünü bir okuruna sorar, "özlemek" nedir? der, elini
yüreğine götürür, "öz işte"
gösterirdi... O.A'yı "özlemek" de öyle bir
şey Sur, elim yüreğimde şu an...”
+ (.....)
***
ve gitti,
ve gittin,
ansızın,
an
sızı
n
yeniden ayrılık diyor gece kuşları,
gittikçe daha uzak
gittikçe ulaşılmaz.
buradasın şair.
sen ancak ben ölürsem, ölürsün.
ölmedin ki.
Sufi.
Su Wall Kim, Güney Kore'nin en büyük şairlerinden
biridir. Gerçek adı Jang Shik.
6 Ağustos 1902'de Kusang şehrinde (bugünkü Kuzey Kore'nin Pyong'an bölgesi) doğdu. İlk şiirini 1920'li yıllarda bir dergide yayımladı. Bu yayın Japonya'da eğitim gören Koreli mezunlar tarafından kurulmuştur. So Wal Kim, altı yıllık faaliyeti boyunca toplam 154 şiir yazdı. Bunlardan 126 tanesi 1925 yılında seçilerek Açelya Çiçekleri adlı kitapta yayımlanmıştır. Türkçe çeviri için seçtiğim şiirleri İspanyyol’cadan yeptım. Fırsat yaratırsam diğer 151 şiirin tamamını çevireceğim.
Su Wall Kim’in şiiri aşkın dilidir adeta, kendi
yaşamından damıttığı özgün bakış açısıyla. “Dost” başlıklı şiirinde
geçen tanımlama bugünün insanı için ne denli gerekli olduğunu tahmin bile
edemeyiz, hepimizin arzuladığımız o sıkı ve de kayıp kavram: dost!
Sufi.
Dost
Dost, üzüntülü anlarda mutluluk kaynağıdır
Ve aşık olduğunuzda neşe kaynağıdır.
Çilekler çiçek açtığında koku
havayı sarar
Ve kırmızı biberler olgunlaşır,
Kadehi doldur dostum!
***
Sevgilinin
Şarkısı
Özlediğim sevgilimin net şarkısı
sinemde yankılanıyor
Her gün onun şarkısını dinlesem
Sevgilimin özlediğim güzel şarkısını
Gün batımından sonra akşam karanlığına kadar
kulağımda.
Akşamdan yatma saatine kadar
kulağımda.
Yavaşça süzülen o şarkı.
Uykum derinleşiyor gibi görünüyor
yalnız yatağımda uzanmış
huzurlu uykum yavaş yavaş derinleşiyor.
Sabah uyandığımda şarkıyı unutuyorum.
Sevgilimin şarkısını her duyduğumda
tamamen unutuyorum.
***
Senin
İçin
Senin için güneş dağın zirvesinde batıyor.
Senin için yükseliyor ve sabahı müjdeliyor.
Eğer dünya sönse ve gökyüzü de kapansa
Benim açımdan bunların hepsi senin yüzünden.
Zamanı gelince bunların hepsini sana atfedeceğim
Ve duygularım bir gölge gibi yine sana gelecek
Sen benim sevgilimdin.
kör nokta
çünkü
makus tarihidir şehr-i bizans
icazet
icabetten. icazetten icabet
bahşedilmiş
gölge kimi
kimine
güllabici odunlar
birazı
havuç sopa. sonrası talim terbiye.
karanlığı
yara yara yarasa
etrafında
cam kürenin pervaneler dönenir.
devletle
halvet üzreyken şairler vesairler
gölgesi
kör noktada bir kelebek kanatlanır
Beyoğlu’nda
bi karakol. bir boğulmuş bi çığlık
işkencenin
dalında asılıdır.
hepimizin
kardeşi adı: festus okey…
bir
jiletin iki ucu birbiriyle bilenir
akıl
ile teknoloji aynı kompartımanda yüzer
yalancıdır
kameralar. mürekkep işbirlikçi
harfler
tutukluk yapar. cümle alem kötürüm.
Nijerya’dan taksim’e bata çıka bir nehir.
cevapsız bir aramadır, kendi sesinde yankı
birazı solgun güneşten, hayaletten hayalden
rengarenk gökyüzü ,bulutları göçebe.
çığlığı delik deşik rutubetten evlerin
şarkıları perdesiz sularda bir mezarlık
her gecenin sonunda başka yollar denenir.
cümlenize tutunmuş mülteci bir kelime
gezinirken içinizde her gün başka bedende
suya düşen bir hayalin kıyıdaki cesedi
kim çizmiş, bu sınırları, denizlerin üstüne
tahakkümden ölüme, bir dünyanın ucundan
özgürlüğe kanattır, kırlangıç yarası
bir şiirin üstünden geçip giden bulutlar
ağustosta, harfleri, kanlı, kayıp gömlektir.
sınıraşırı öfke ,bilendikçe bilenir.
aynasızlar şehrinde karartılmış her delil
lacivert de bir renkti kirlendikçe kirlendi.
kağıtsızım kağıtsızsın kağıtsız
beni soran oldu mu
“
sareri hovin mernem”*
yağmur
bitince mi uyusun çocuklar
salyangozlar
şehrinde kötürüm o sokaktan
ölü
doğmuş sombahara. hançerlenmiş bir yaza.
iki
dağın arasında nefes nefeseydi güneş
ezgisi
son kuğunun. arka bahçesiydi dünyanın
çığlık
çığlığaydı gün. kıpırdandı son semender
duvarda
paslı çivi. gözleri iki yara kanayıp durdu dün.
sıkışıp
duran kalbinde çağlayıp duran su
yıkılıp
duran hayal. geçer mevsim şeridinden
aynaların
görmediği gölgesinden ağaçların
bedeninde
bin yarayla rüyası uzun geceden
boğulmuş
çığlığıyla arasından bıçakların
resmirevana
günlere güneşlere...
arshil
ile gorky’den.
eskizinden
ol hayatın
geçip
eşiğinden yaranın
göz
göz olmuş o yaranın.
kalbi
kırık çerçeveden duvardaki o çiviye
dikerdi
hep gözlerini uzayan bir gölgeye
gözleri
gözlerinde asılı kalan günlere
tuşlarında
piyanonun gezinen o soruya
rüzgarına
dağlarının. Yersiz yurtsuz notaya
b
e n i s o r a n o l d u m u…
b
e n i s o r a n o l d u m u…
kara kara trenlere
cinnete hep cinnete
dalıp dalıp uzaklara
tarihte kalakalışım
haykırışın dipsiz kuyuya
bakışına bakakalışım.
çığlık çığlığaydı orman
bırakınca elini o ağacın
gözleri iki gözüm
beni soran oldu mu…
harmanlayıp kendimi
denize bakıyorum arada
hal hatır soruyorum şiire
olmuyor işte olmuyor
içimize bir ferahlık olmuyor
şimdi nasıl nereden
gözlerimi getirsem
karıştırsam sözlükleri
dilimde aynı şarkı
hangi karesindeyim filmin
o sahne yanık sahne
bir soru bin soruyla
görüntü donakalıyor
gomidas’ın sustuğu
o saatte o yerde
selam durduğum ağaçlar
duvarları la paix’in
üstüme üstüme geliyor
pınarları kütahya’nın …
şehir. alnımda o derin çizgi
atların su içtiği
elleri
yoktu
annemin.
göl. iki ucu arasında gidip de dönemediğim.
yağmur dindi.
koro sustu.
aradığınız küllere şu an ulaşılamıyor…
peki ama maestro
kardeş kardeşe jilet devreder mi…
-…………….
-………..
- .….
- aram…
- yok bişey…
* gomidas vartabed. “dağlarının rüzgarına öleyim”