Üniversitenin Ölümü!
Oruc ARUOBA
Yeni çıkarılan Yüksek Öğrenim Kanunu
(YÖK), çok tartışıldı kamoyunda, birçok sakıncaları, bozuklukları gösterildi
eleştirildi. Burada, bunlara girmeden, genel bir noktaya işaret etmek
istiyorum: Üniversitelerin, YÖK’le yürürlükten kaldırılan, kendi adlarına bir
yasaları vardı eskiden (1750 sayılı yasa); bugün ise, adında ‘’Üniversite’’
ibareti bulunan bir yasa yoktur. Hatta ‘’Üniversite’’, YÖK içinde bir bölüm adı
bile oluşturmuyor, bu ibare yalnızca ‘’Üniversitelerin Organları’’ adlı bölüm
başlığında geçiyor.
Bu, bir hukuksal ayrıntı gibi
görülebilecek nokta kanımızca şunu göstermektedir: Bu yasayla, Üniversite,
bütünlüğe sahip bir kuruluş olarak ortadan kaldırılmıştır. Bugün Türkiye’de,
hukuksal bütünlüğe, birliğe sahip bir kurum olarak ortadan kalkan, ‘’Yüksek
Öğrenim Kurumu’’ adlı kuruluşun bir alt-kuruluşu haline sokulan Üniversite, bu
yasa işlerse, varlık olarak da ortadan kalkacak, yani ölecektir. Yönetsel
özerkliğin kaldırılışının en temeldeki anlamı da budur.
Burada yönetsel özerklik kaldırılınca
‘bilimsel’ özerkliğin de kalmayacağını göstermeye çalışmayacağım; bu da bir çok
kez yazıldı, gösterildi. Bunun yerine, bir üniversite nasıl, hangi koşullarda
yaşar; bunu göstermeye çalışacağım, ki, bu koşulların YÖK’le birlikte ortadan
kalkmasıyla, üniversitenin ölmüş olmasından ne anladığım açıklık kazansın.
ÜNİVERSİTE NASIL YAŞAR?
‘’Üniversite’’ sözcüğüne çeşitli dilsel
kaynaklar yakıştırılır: ‘’Evrensellik’’ (‘’universitas’’ kökü), ‘’bütünlük’’
(universus kökü), ‘’hakikatin birliği’’ (‘’uni-veritatis kökü) vb. Bunlardan
biri, ilginç bir anlama gelebilir: ‘’versari/versatus’’ kökü, ‘’yaşamak, bir
yerde bulunmak, bir işle uğraşmak’’ gibi anlamlara gelir. Bu köke dayanarak
‘’uni-versari’’ den, ‘’tek bir iş için yaşamak, tek bir işle uğraşmak’’ gibi
bir anlam çıkarabiliriz.
İşte, üniversitenin varlık temeli, bu
iş-yaşam birliğidir. Üniversiteler, çeşitli bilgi dallarında bu iş-yaşam
birliğini benimsemiş kişilerin biraraya gelmeleri sonucu oluşan bütünlükler
olarak yaşarlar.
Böylece bir üniversite, kendi içinde
bir gelenek oluşturur. Bu bütün, her seferinde varolan bilim geleneğiyle, bu
bütün içinde yetişerek, bu bütünü seçerek ona katılan yeni üyelerin
gelişmeleriyle, ona yenilik getirmeleriyle de ilerler. Zamanla, daha çok
yüzyıllık aşamalarla, üniversitenin geleneği değişir, ama, tarih boyunca
kesintisiz bir gelenek oluşturur. Bu yolla üniversiteler, çok uzun ömürlü canlı
varlıklar gibi, yaşam bulurlar, yaşarlar.
Bu sürecin bazı koşuları vardır:
İlkin, yeni üyelerin yetişmeleri ve
üniversite bütünlüğüne katılmaları, ancak, eski üyelerin kararlarına ve
seçmelerine bağlı ise, bu gelenek oluşabilir, sürebilir.
İkincisi, yeni üyeler, ancak hangi
geleneğe katıldıklarını, kimlerle birlikte çalışacaklarını bilerek üniversite
bütünlüğüne, kendi seçimleriyle katılabiliyorsa, bu gelenek oluşabilir,
sürebilir.
Üçüncüsü, eski ve yeni üyeler,
çalışmalarını ve karşılıklı ilişkilerini, bunlarla ilgili, birbirlerinden başka
kimseye hesap vermek zorunda kalmadan tam özgür bir tartışma ortamında,
gündelik sıkıntılardan, gelecek kaygılarından her bakımdan arınmış bir ortamda
yürütebiliyorlarsa, bu gelenek oluşabilir, sürebilir.
Bu koşullar açısından, bu koşulları ne
ölçüde gerçekleştirdiğini görmek için YÖK’e bakınca, Türkiye’de Üniversite’nin
öldüğünü niçin ve ne anlamda düşündüğünüz anlaşılabilir.