
Sözüme onun “olmadığı” ve “yoktur” dediği o hiçbir şeyle başlamak isterken bir yığın şey
başka tarafta ansızın birikmeye başlıyor. Kendi deyimiyle “yüksek sesle
yaşamaya gelmiş” bir insan için her şey bir rüyadan mı ibaret olmalı? Bir edebiyatçı değil sanki antik sokakların
filozofu konuşuyor gibi. Üstelik bunu Realist edebi üslupla değil' natüralist
akımın öncüsü olarak denemiş, bilerek kendi işini biraz daha zorlaştırmıştır. Çürümüş
ve giderek kendine gömülen bir toplum, ayrımcılık, çöküş, ahlaksal bunalımlar
ve daha da beterleri toplumlara bir
çıkış yolu göstermiyor artık. Ekonomik çöküntü, savurganlıklar, vurgunlar,
aldatılmışlıklar, kıyımlar zinciri ve geri dönüşümsüz bir zaman, yaşam
itlafı. Emil Zola’nın dediği gibi “Av
köpeklerinin payı”. Nerden çıktı şimdi
bu Emil Zola? İşte çağını aşan bir yazarı hangi zaman diliminde okursanız
okuyun, içinizde hissettiğiniz şeyler güncel sorunlarınıza denk düşen haykırışa
dönüşür. Anlatım biçimi, tekniği,
kullandığı sözcükler tek tek kalbinize yerleşir. Bu tarz yazarların zamanı,
mekanı, tarihi yok, istibdat ve köhnemiş değerler kokan bütün toplamları,
zamanları, diyarları kapsar. Onun
hikayelerinde adları geçen insanları hep bir yerlerden tanırsınız, tutunamayanları, dönen desiseleri, karanlığı, boş yaşamlar, paranın imparatorluğu, gücü,
refah peşinde koşanlar, kaçanlar, kovalayanlar, her ne pahasına olursa olsun
yer tutma ve kabul görünen değerlere boyun eğmeler. İnsan benliğinin, teninin her
zerresinin bozuk paraya dönüşmesi gibi bir durumdan söz ediyoruz. İnkar ve kabuller, kent arazilerinin medeniyet
adı altında yok olup gitmesi, emeğin değersizliği, inanç adı altında sergilenen türlü sapkınlıklar, hokkabazlıklar, ruh sağlığın kayıp gitmesi, kişilik sektesi ve bir zift gibi toplumları kapsayan o umutsuzluk
karabasanları yorulmadan işledi yapıtlarında.
Tarih koridorlarında gezinen sahte ve bezirgan kılıklı din tacirlerini
ifşa etti. Hatta yeryüzündeki o son klisenin son taşının hangisinin kafasına
düşeceğini düşledi ve insanlık için kurtuluşun son düşüşten sonra geleceğini
dile getirdi. Kimse bu tiplemelere, öykülere uzak değil, bir adım ötemizde olup bitiyor her
şey. Emil Zola’nın “Germinal”ini “Meyhane” kitabıyla
eş zaman okuma ihtiyacı hasıl oldu. Germinal ismini Zola,
Fransızların Cumhuriyetçi takviminin 7. Ayı isminden almış. Meyhane de
adı geçen önemli karakter Germinal’ın baş karakteridir. Göçebe işçi
Etinne Lantier ve diğerleri. Işık
tutkusundan söz eder Zola. Hem bunu acı
çekmiş insanlık adına tutkuyla ister. Sahi, o istem ne zaman azaldı veya
eksildi ki? Germinal, daha sonra
sinemaya da aktarıldı, kitabı ve içeriğini katleden bir yapıt ve sinema
tarihinin de bana göre utancı bir ürün olmuş. 'Adalet', 'Hakikat' adlı romanlar
yazmış olan Emile Zola 1898 yılında Dreyfus olayına etkin bir biçimde
karışmıştı. Öyle ki, l'aurore gazetesinde yayımladığı 'suçluyorum' başlıklı
yazısı dünyaca üne kavuşmuştur. o zaman kamuoyu daha çabuk uyanmış, Dreyfus davası'na
yeniden bakılmıştı. ama Zola üç yıl hapis yatmaktan yakasını kurtaramadı gene
de, üstelik İngiltere’ye sürgün gitti. Günün siyasal durumu idi onu
cezalandıran .
Uzun yıllar sonra Meyhane romanını başka bir bakış açısı ve anlayışla okumak, açıkça itiraf etmek durumundayım benim de
canımı çok fena acıttı. Onca zaman sonra insanlık bir milim yol almamış sanki. Bölge
ve coğrafyalar değişmiş, sınırlar yenilenmiş ama bataklık aynı. Sanayi devriminin başlangıç yıllarından Android
çağın kapı eşiğindeki insanlığın ne acısı ne beklentisi ne de ıstırabı azaldı.
Sufi.