
DİSTOPYA
''M.R.T için...''
Kısacık bir şey anlatmak istiyorum...
Küçük bir kır lokantasında, babamla yemek yemiştik, minicik bir yerdi, çok
uzakta deniz görünüyordu... Kalkarken dedim ki, ağzımın kıyısında köşesinde bir
şey var mı? Elini uzattı, şöyle bir yokladı ve çenemin üzerindeki beni
temizlemeye kalkıştı!..
Aradan 40 yıl geçti ve şimdi anlıyorum ki, insanların tümü birbirine yabancı
varlıklar, ayrılar, çenemdeki benin, o güne kadar yıllarca varlığının ayrımına
varmayıp, o an, bir yemek evinden kalkarken algılayan; insanlık...
Hepimiz, her zaman böyleyiz, hepimiz ayrıyız, ruhumuz, bedenlerimiz,
alışkanlıklarımız, her şeyimiz ve bunu hepimiz biliyoruz. Söylemesi güç ama, ne
kadar derin bir dostluğumuz, sevgimiz varsa, o kadar birbirimize düşmanlığımız
ve önü alınmaz nefretimiz var.
Babama o gün alınmıştım içten içe, ama bugün yaşamdan aldığım dersler ve
zamanın yatıştırıcılığı artık beni de değiştirdi ve yaşam iklimim çoktandır
onlara uyum göstermek konusunda büyük başarılar sağlıyor...
Büyük başarılar...
Şaşırtıcı gelebilir ama, sonraları Newyork'a kadar uzandı yaşam yolculuğum,
niçin; Newyork, çocukluğumda duymuştum ki, orada gökdelenler yukarılarda -iki
paralel doğrunun sonsuzda birleştiği gibi- birleşir, bulut ve güneş görünmez
olur ve kent sonsuz bir karanlığın içinde yaşar... Neonlar kenti sürekli
aydınlatır, mağazalar hep açıktır ve gündüz ve geceleri yalnızca saatler
belirler. Bu efsaneyi duymuştum ve Ledin Krallığı'nda (Light Emitting Diode)
yaşayan insanların, hiç bir zaman bunun ayrımında olmadıklarını da işitmiştim.
Uçağım güneşi içer gibi, Atlantik üzerinden Morristown hava alanına indiğinde
güneşin çoktan düşlere karışabileceğini anlayamadım. Işıklar, göz alıcı ışıklar
her şeyi unutturuyordu, yapay aylar, suni güneşler, yıldızlı gökyüzüyle dolu
sanal dünyalar her şeyi hoşnutluk veren bir sanrıya dönüştürüyordu.
Kısa bir öykü bu...
Yıllarca yaşadım orada, bir gün bile güneş nerede, mehtap nerede, yıldızlar
neden çıkmıyor diye düşünmedim, yer gök güneşle, ayla, yıldızlarla doluydu,
sonra işte korkunç gerçeği bir gün anladım; İnsanlarda sanaldı burada...
Tanrıyı yadsırcasına ya da ona ulaşırcasına yüksek binalarda toplanıyorlar,
başka yerlerdeki diğer insanlar için duygulandırmayan, barbarca kararlar
veriyorlar, oraya silahlar, uçan roketler, lazerler gönderiyor, robokoplar
salıyor ve kendileri dışında, her yeri güneşin kavurduğu bir cehenneme
çeviriyorlardı.
Hiç kimse ayrımında değildi olan bitenin. Yavaşça ve sabırla bu kentten,
dünyanın başına bela olmuş bu sanaliteden ve bambaşka bir inancın pençesine
düşmüş, tuhaflıkla dönüşmüş bu robotlardan kurtulmak istedim. Zaman geçtikçe
davranışlarım değişiyor ama işim gittikçe zorlaşıyordu. Onlardan ayrılıyor
tepkilerini çekiyordum.
Kısa zamanda benim ne yapmak istediğimi anladılar, bir gün aniden içinde
yaşadığım, oradaki Metrocity'lerden Building'in kapısı çaldı!.. -kaçma isteğim
ve her şeyi haykırabileceğim korkusu onları harekete geçirmişti-
(Neuromancerler'dir diye düş bile kurdum!) büyük bir telaşla, bina dışındaki
diğer asansöre koştum, bugün bunu nasıl başardığımı bilemiyorum ya da onların
buna nasıl göz yumabileceğini...
Zemine indiğimde ışıklar gözümü neredeyse kör ediyordu, evsiz bir Quasimodo,
öylesine biri ve hiçbir şey olmamış gibi, binanın çevresini süsleyen, onu
diğerlerinden ayıran, sentetik çalılıkların içine girdim, sinsiydim, ayağım,
yere gömülü bir kanalizasyon variline takıldı, işte o zaman, Tanrı'ya ilk kez
böylesine içten yalvarıp, dualar ettiğimi ve ürpertiler içinde bugün bile
sürdürdüğümü söyleyebilirim.
Öykünün sonu yaklaşıyor...
Kanalizasyon kapağından, 'Açıl susam açıl' dercesine girerek, el yordamıyla
demir tutanakları kavrayıp, paslı merdivenlerden, yitip giden dolantılarda,
aşağılara doğru süzüldüm, nereden geldiği belirsiz bir ışık sızıntıyla ortalığı
aydınlatmaya başlamıştı... Az ilerde büyük bir kalabalık belirdi, işte biri
daha kurtuldu diye, sessiz bir tansımayla haykırıyorlardı. Bayılacak gibi
oldum...
Göz gözü gördüğünde, hıçkırıklarla birbirimize sarıldık, şoka girmiştim, onlar
beni teselli eder diye beklerken, ben onları teselli ediyor, ağlamayın, her şey
bitti işte diye yalvarıyordum...
Şimdi orada yaşıyorum, güneş, ay ve yıldız gene yok. Ama gerçek var, her şey
bir gerçeklik içinde yaşanıyor!.. Yaşamak, sevgi, barış...
Ve inanmayacaksınız ama; Aşk!..
Ulus
Fatih