Published Pazar, Eylül 23, 2012 by borges defteri. 
İsmet Degirmenci'nin " Sessizlik" adlı sergisi, Mabeyn Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor.
İsmet Değirmenci doğadaki yalnız yürüyüşlerinde iç konuşmalar yaparak; "şehirin yığınsal mimari düzenine karşın, doğanın peyzaj gramerini yani ağaçların bilge sessizliğini sunuyor”.
SESSİZLİK
(ya da söze yaranmadan içe konuşma durumundaki ordo amoris)
Aslında resmetme kılgısının kendisi söze yaranmadan içe konuşma durumudur. Sessiz kalma ya da sessizlik üretme, resim yapma sürecinin en etkin zihinsel pekiştirme istencine tekabül ediyor. Resim bir yandan sesler dünyasını oluşturan varlıkların, nesnelerin fiziksel görünümlerini içselleştirirken, öbür yandan da resmi oluşturan biçimsel sistematiği sese dönüştürme olanağı sunuyor. Bu, dışavurumcu, enformel resimde de böyledir: bu defa, nesnelerin göze aktarılma şekilleri değil resmi oluşturan bedensel hareketlerin şekil ya da şekilsizlikler halinde yüzeye aktarılması söz konusudur. Resmin neyi temsil edip etmediği bir yana, resimdeki modalitenin (ne’lik durumu) bir algı dayanağına dönüşmesi ise bir başka görüngüsel ve tinsel düzlemi işaret ediyor.
Hegelyen fenomenolojinin çekirdeğini oluşturan “Diyalektik Fenomenoloji”ye göre, görüngüler dünyasının arkasında duran mutlak tin’in keşfedilmesi için olay karşısında bir bilinçaltı deneyiminin gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Aslında Hegel’in işaret ettiği durum doğanın değişmeyen yasaları ve insan davranışları arasındaki yaşamsal diyalektiktir. Max Scheler iseinsanın doğa-olay karşısında-içinde “dikkat”ten yoksun, edilgen bir algılayıcı konumunda olmasının yetersizliğinden bahsediyor. Görme’nin, tanıklık durumu değil –kendini verme olarak– bir tamamlayıcılık kılgısı olmasını öneriyor. Bununla birlikte olay karşısında olmak yerine, içinde olma durumunun önemine işaret ediyor. Scheler’in olaylara kendini verme ve içinde olma durumu fenomenolojiyi Husserl’in transandantal algısından söküp daha reel bir kapsama taşıyor: Realist Fenomenoloji. Ordo amoris kavramı üzerinden kendine karşılık bulan bu gerçekçi yaklaşım mantık ve duygu arasındaki bağın pekiştirilmesinden yanadır.
Doğa karşısında-içinde olma durumu, yaşamla ilgili bize etik yükümlülüklerimizi hatırlatan bir sınava dönüşür. İşte o anda sevgi ve nefret arasında salınan başıboş duyguların ordo amoris’le (sevgi düzeni) denetim altına alınması varoluşsal bir gereksinime dönüşür. Bu gereksinim sadece şeylerin bilgisi üzerine kurulmuş entelektüel bir yargının değil, aynı zamanda insan doğasında saklı sezgisel güdülerin de ürünüdür. Çağdaş yaşamın, özellikle de metropoliten yaşamın baş döndürücü hızında doğamızda saklı içgüdülerin körelmesi en büyük meselemiz haline geldi. Bu durumda her bireyin bir ordo amoris’e ihtiyacı yok mu? Realist Fenomenolojiye göre “ilgi” ve “kendini verme” insanın doğayı algılamasındaki etkinliğini daha belirgin kılıyor. Ancak insan sadece algılayan değil eyleyen bir varlık da olduğuna göre, karşısında-içinde olduğu doğaya daha nereye kadar kendi arzularının nesnesi muamelesi gösterecek? Yaratıcı bir mesafeye, uzaklığa ihtiyaç yok mu? Kendi suskunluğumuz doğanın sessizliğiyle buluşana dek iflâh olacağa benzemiyor bu hırs, bu hız…
İsmet Değirmenci’nin resimlerine bakınca bunları düşünemeden edemedim. Çünkü bu resimler ressamın kendi derinliğindeki ordo amoris’in haberini veriyor bize, sessizce dipte duran. Yukarıda yaptığımız dolayımlı saptamalardan sonra İsmet Değirmenci’nin resimlerine yakıştırdığı “sessizlik” durumunu kavramaya başlayabiliriz.
Bir sıkıntısı var İsmet Değirmenci’nin. “Sıkıntı” günümüz metropoliten insanının karşısında mağlup olduğu en çetin sorunlardan biridir. Sonluluğa ve hiçliğe ilişkin bu hissiyat durumu akıl daralmalarına neden olurken hangi sözün söyleneceği konusunda da yılgın düşüyor insan. “Sıkıntının insanlık dışılığı, kendi insanlığımız üzerine bir perspektife sahip olmamıza olanak tanır” diyor günümüz filozoflarından Lars Svendsen (Sıkıntı’nın Felsefesi, Bağlam Yayıncılık 2008. Çev. Murat Erşen). İşte bu sıkıntının karşısına kendi ordo amoris’iyle çıkıyor Değirmenci. Resimlerindeki doğa yazısal bir düzeneğe sahiptir. Şehrin yığınsal mimari düzeneğine karşıtlık oluşturan bir peyzaj grameri sunuyor izleyiciye. Şehrin homurtusu yerine ağaçların bilge sessizliğini sunuyor bize. Değirmenci’nin resimlerindeki Zen resim sanatının hızlı, spontane ve saydam geçişlerle inşa ettiği sadelik ve kendiliğindenlik bir rastlantının eseri değil, karşılığını şu sözünü ettiğimiz ordo amoris’de bulan iç evren düzeninin bir yansımasıdır.
Gerek ritmik bir düzeneğe sahip cephesel uzaklık içeren, gerekse de kozmik derinlikler halinde devingen oluşum hallerini yansıtan kompozisyonları hiç şaşmayan bir boşluğun denetimi altındadırlar. Aslında Değirmenci’nin “sessizlik” üzerinden varmaya çalıştığı “uyum” Zen sanatının odaklandığı “boşluk”un ta kendisidir. Boşluk bir yandan devingenliği diğer yandan da dinginliği düzene sokan kozmik bir derinliktir. “Sessizlik” ve “boşluk”un aynı düzlemde bir düzen unsuruna dönüşmesine tanık olduğumuz bu resimlerde Batı ve Uzak Doğu felsefesinin izlerini sürerken bir kez daha sanat ve felsefe ilişkisinin yadsınamaz bir gerçeklik olduğuna tanık oluyoruz. Değirmenci, zihnin ürününe dönüşen sessizliği söze yaranmadan içe konuşma durumuna aktarıyor; sözün değil sezginin aktör olduğu ordo amoris’e evirmeye çalışıyor. Gündelik yaşamın tüm gürültülerinden arınarak iç sesimize kulak vermenin zamanı değil mi?
ÜMİT İNATÇI
Galeri Adresi:
Mabeyn Gallery
Başmabeynci Köşkü
Nüzhetiye Cad. No:63 Beşiktaş/İstanbul
Published Pazartesi, Eylül 10, 2012 by borges defteri. 
Öneri
Bir sigara
yakıyorsun, elindeki kadehten yudumluyorsun,
Ve artık
kendinde saklı o meçhul mutlu insanın
peşinde değilsin,
Sen ki
bahtsız birisi değildin,
Sen ki
sabırsız da değildin.
Birisi
bekleyişte,
Kendini
bekleyen birisi
Tam saat
altıda, kapalı bir yerde geçecek olan konuşmalar
Ara sıra
tanıdık birinin uğradığı bir kaffede,
Ne de olsa
dostluk, bir abartıdır, ama dengeli bir nağmedir.
Zihninde ısırılmış
seslere odaklanıyorsun
Kedilerine
ve köpeklerine mama alıyorsun
Mia için
yazıyorsun,
Boris’e
telefon açıyorsun
Sonunda ise
realizmi öğreniyorsun,
Ev kiranı, faturalarını,
küçümsemeleri, hakaretleri göğüslüyorsun işyerinde,
Ama tüm iş
arkadaşların sevimlidir,
Tümü evli ve
çocuklu
Bak işte
kumral saçlı kız üçüncü kadehini içiyor.
Şiir:Leonardo
Lorenz
Çev. Doruk
Satenay
Published Cuma, Eylül 07, 2012 by borges defteri. 
I.
Hayır, Ne yabancı kanatlar,
Ne bigane gökyüzü
Hiç birisi korumadı beni
Ben halkımın keder örtüsü altında yaşadım
O zamanlar
O mekanda.
II.
Herkes gitti, kimse dönmedi
Yaprakla örtülü asfalt yolda,
Uzun zaman kimseyi beklemeyeceksin
yine birbirimize varacağız,
Vivaldi’nin Adagio’sunda.
Bir rüyanın sihrinde,
yine mumlar sararıp sönerek karanlığa gömülecekler.
ama Arşe hiç sormayacak
gece yarısı evime nasıl girdiğini
bu anlar da geçecek,
belirsiz ve boğuk inlemeyle,
avuçlarımın içinden okuyacaksın
aynı mucizeleri,
ve kapımdan seni itecek
derin kaderin olan titremelerin
sahile vurmuş
donuk dalgaların dönüşü gibi.
Şiirler:Ana Ahmatova
Rusçadan Çev. Argos Ahıska
Defterin özel notu:
Ana Ahmatova hakkında şu an defter arşivinde 300 sayfayı aşkın bir dosya hazırlanmış durumda, iki arkadaşımızın ortak çabasıyla oluşturulan enfes çalışma, onun geride bıraktığı ve dilimize aktarılmayan düz yazıları ve deneysel yazılarını, onun hakkında dünyanın önemli eleştirmenlerinin görüşlerini vs.. kapsıyor.Tümü ilk kez dilimize aktarıldı. İleriki zaman diliminde muhtemelen çok farklı bir format ve "biçimde" kısmen yayınlamayı düşünüyoruz./ borges defteri
Published Çarşamba, Eylül 05, 2012 by borges defteri. 
Rusya’nın muhalif Rock grubu “P-u-ss-y Riot” üyesi 3 cesur kadın ikişer yıl hapis cezasına çarptırırdılar. Birkaç gün önce gruba hitaben filozof Zizek imzalı bir mektup yayınlandı, ilk kez defter okurlarıyla paylaşıyoruz:
Rusça yazdığınız mektubunuzu aldım. Rusçayı okuyabiliyorum(Lisede öğrendiğim dildir Rusça) ama üzülerek yazamıyorum, affınıza sığınarak yanıtımı İngilizce olarak yazacağım. Sizinle ilişkide olduğum için nedenli övündüğümü söyleyemem. Aktiviteleriniz ve baskın gücün kesif ve gizli girişimleri, hatta kendi koyduğu kuralları tanımama girişimleri karşısındaki bilinçli tutumunuz herkesçe bilinmektedir. Bundan da önemlisi sizler hepimize cesaretle geçtiğiniz yolun bileşenlerini gösterdiniz. Sizler Post Modernlerin karşısında politik ve ahlaki değerlere her zamandan daha çok gereksinim duyduğumuzu gösterdiniz. Bunun için lütfen düşmanlarınızı ve sahte dostlarınızı boş verin, size sözde dostça yaklaşarak, “bunlar Punk ve affa maruz kalmalılar” diyenler. Sizler hor görülmüş ve merhamete muhtaç birer kurban değilsiniz, sizler dayanışma peşindeki mücadeleci insanlarsınız. Slovakya’daki öznel deneyimlerimden elde ettiğim sonuca göre Punk performansları her zaman sahte liberal ve sözde insancıl eylemlerden çok daha etkindir. Umut ediyorum ki olaylar yatıştıktan sonra birlikte oturup bütün konular hakkında konuşalım. Hepimiz baskıcı güçlerin pençeleri altında yara almaya adayız, bunu çok iyi biliyorum. Tam da bunun için size daha fazla yardımcı olamadığım için çok kızgın, kederliyim. Lütfen, elimden bir şey geliyorsa, yapabileceğim bir şeyler varsa söyleyin. ” Prevert’s Guide to Ideology” adlı filmi tanıtmak için gelecek hafta Toronto’ya gideceğim, filmi size adayacağım. Belki biraz gülünç gelebilir sizlere ne de olsa inanmayan biriyim ben, ama sizin için dua edeceğim. Dua edeceğim ki en kısa sürede ailenize, dostlarınıza, çocuklarınıza kavuşasınız. Dua edeceğim ki içeride tutuklu bulunduğunuz sürece okumak için ve düşünmek için zamanınız olsun.
Slovaj Zizek
Çeviri: Poetic Mind