Published Pazartesi, Şubat 28, 2011 by borges defteri. 

kuzeye ağıt
insan yaşadıklarını okur
yaşayamadıklarına zaman tanır
okumak için
kaç kez uyuduk seninle
yaşımdan yaşına döndüm
içimde genişleyen yüzün
çatlayan dudaklarıma sızdı
ey oğul
bir olmakmış gülüş
onu da senden öğrendim
senin de büyüyecek sözcüklerin
biraz ateş biraz dumanla
biz öyle yaşlandık
soğuklara sarılarak söyledik şarkılarımızı
kaç kez bakıştık seninle
parmaklarından avuçlarıma gittim
kim ağlıyorsa geceleri
onu sen bildim
umutsuzluk gizem içinde
ayırır gözyaşlarının yollarını
taşır gezgin adımlarını kapılardan kapılara
sesin bastırır uğultularımızı
sessizliğin sefaletinden çıkarız
ey oğul
biz gülüş olmakmış
onu da sende gördüm
sanki yok gibi olan bendim
yanlış yerden tutuyordum göğü
bahçelere yanlış yerden giriyordum
düşe kalka oynuyordum kendimle
annen bir evliya huzuruydu bu aşkta
dokunulmamış ten yorgunlukları içinde
düşlerinden süt taşıyordu sana
bir yeryüzü cümlesi kurmak için dilinde
yana yana hayat aşılıyordu bize
ey oğul
pir olmak inat olmakmış
onu da sende bildim
yağmur gök gürlemesi
sonrası ağır bir sessizlik
tırmanıyor kış etime
o yaz gülüşlerine sığınıyorum
içine giremediğim sözcükleri
uzaklaştırıyorum birbirinden
bir ateş yakıyorum anlamların arasında
hiç yanmamış gibi
dilin boşluğuna düşüyorum
eski bir oyuna başlıyorum seninle
bende kalan şu yakar
bu parlar oyununa
ey oğul
düş kurmak gerçeğe düşmekmiş
onu da sende tuttum
insan önce gözlerden alır yarayı
sonra yüzden taşınır dile
biter sanır unutulur yeniden
başlar yağmur gök gürlemesi
ve gövdede birikir çizgiler
yakın bölüne bölüne uzak olur
son bulmaz son kalır
son yaşanır sokaklarda
bütün bunlar yaz olur
doğumuna gün üstüne gün eklenir
dışarısı hep gece kalır
ev kapılarında büyür insan
akşamlarla ekmeksiz bir saat daha
bir saat daha tek başına
ses daha bir derinden çıkar içinden
ey oğul
ki sonsuz yurtsuzmuş
onu da doğumundan anladım
“babanın ikinci adıdır oğul,”
yıllar sonra yaşanan onca anlara
gözleri yaşlı bir kuş konacak
beni umursamadan geçecek rüzgar
fısıltılar kentinde gürültülü bir odada
gündüzleri öldüren gece sendin
diyecek bana
diyecek ki
“zaman hepten geçip gitmiş olandır.”
ey oğul
her şey sessizdir ama hava güzel
onu da senden tattım
evet çocukla kurulur ağız
yeniden yeni baştan
söz barışır
ve bir elle döner
anahtar kilidinde
açılan ve kapanan kapılara
ayakkabılar çıkarılır
yükler atılır
neresi olursa olsun
bir gövde bırakılır sessizliğe
çocukla kurulan ağız
omuzlarımdan tutar kaldırır başımı
ey oğul
sözcükler olmadan da sevilirmiş
onu da benden bil
Salih Aydemir
Published Perşembe, Şubat 24, 2011 by borges defteri. 

Ve
Var olmayan şeylerin Tanrısı
Beni yarattı bu zamansal paradokslar
Ortamında
İyi mi etti bilmiyorum
Bazen insanlara bir şeyler söyleyecek gibi oluyorum
Ama korkuyorum çünkü
Ağzımı açsam her yerde 9.9 şiddetinde
Depremler olacak sanıyorum
“Bu kendime inanın gıcık oluyorum”
Suyun üzerinde yürüyebilenler beni bilirler
Bir onlar bilirler bir de sokak kedileri
Nerede görseler tanırlar beni, Yukuta’yımdır
Görünüşüm su içen güvercinlere benzer
Yürüyüşüm yolunu kaybetmiş geyiklere
-Tahminiz doğru, “Geyikli Gece”nin tüylerinden yaratıldım.”
Yeryüzünün tüm dükkanları kapanır bir bir
Ben Tanrıma dua ederim
“artık gelsin gerçek güneşler, gece kuşları, denizler”diye
Kapıda bir kız çocuğu duruyor ya, işte orada
İçeri girerse duanı kabul edeceğim der
Beklerim.
Beklerim olmayacak şeylerin Tanrısı
Kim bilir belki o da olur bir gün
Yukuta, yani ben de olurum
Kırmızı güneşler
Mor mevsimler de olur
Ziya Alpay
Published Pazartesi, Şubat 21, 2011 by borges defteri. 

Oyuncak satıcısı kasabaya girdiğinde akşamüstüydü. Gök kararıyor, kışın başlangıcını hissettiren ayaz soğuğu sokakları boş bırakıyordu. Yağmur yağabilir, böyle düşündü. İşi için hiçte iyi olmazdı. Arabasını park etti. Geceyi bu kasabada geçirmeliyim. İndi. Bagajdan ufak oyuncaklar alıp, paltosunun ceplerine doldurdu. Bagajı ve kapıları kilitledi. Sağına soluna bakındı. Tüm kasabalar aynıydı. Belediye binasını gördü. Merdivenlerin önünde kırklarında biri, sakallı, sağlıklı yüzlü biri oturuyor. Yaşama kayıtsız, ıslık çalıyordu. Gaspard de la Nuit Melodiyi anımsadı. Adama doğru yürüdü. Konuşmadan yanından geçti. Her kasaba gibi buranın da belediye yanındaki sokaklarında dükkanlar ve lokantalar ve gece uyuyacağım berbat bir motel vardır. Bir oyuncakçı için sıradan bunlar. Çok sıradan. Şu savaş olmasaydı. Belki. Karnım acıkmış. Sigara çok içiyorum. Yine de bir sigara yakmak için paketi çıkarttı. Eli cep telefonuna değmişti. Burada da çekmez. Küçük kasabalar daha sıkıcı. Yürüdü. Açık bir lokanta gördü. İçerisi boş. Benden başka müşteri yok. Umarım yiyecek bir şeyleri vardır. Oturmadan, bir ayağı dışarıda diğeri lokantanın açtığı kapısından biraz içeride sordu. Yemek var mı? Yok. Dedi, mutfaktan genç bir ses. Bir kadın. Aşağıda kahvede var ama. Zaten gece oluyor kapatıyoruz. Lokantanın adına baktı. Camdan silinmek üzere olan harfler anlamsızlığı yüceltiyordu. Aç Baba Lokantası. Kendini doyuramayan aşçılar ne kadar çok. Adımını çekti. Kapı ardından kapandı. Sokakta kimse yoktu. Dükkanlar kapalı. Burada da oyuncakçı yok. Belki de başka bir sokaktır. Evet, bu kadar boş olamaz. İş çıkışı saati. Okullar dağılmak üzeredir. Başka bir sokağa saptı. Burası daha genişti. Bir iş merkezi gördü. Kepenkleri kapalı, camı pis ve kırıktı. Sokak daha iyi gibiydi. Hızlı hızlı yürüyen iki kadın, köşede sandalyesinin üstünde oturmuş sigara içerek yanında dikilen adama bir şeyler anlatan yaşlı suratı buruş buruş olmuş adam, bir şişko karı, iyi giyimli. Bahse varım toptancının karısıdır. Dükkanlara göz gezdirdi. Sigara, içki satan üç tane. Tuhaf yan yanalar. Hiç mi kavga etmez bu herifler? Ama hayır, akıllıca. Savaşta birbirlerini kolluyorlardır. Savaş bitsin görürüz. Veresiye vermemek için hepsi sinsice dizilmişler. Pastane kapalı. Şeker yok zaten. Terzi. İyi para kazanıyordur. Bir meyhane. İçeriye baktı. Şişman, zayıf, esmer, sarışın; hepsi saçlarının asıl rengini unutacak kadar yaşlı. Sigara dumanından pek yüzleri seçilmiyor. Baktığı cam buğulu. Burnunu cama dayadı. İyiymiş bu kasaba. Her masa doluydu içerideki. Herkes içiyor, atıştırıyordu. Yemek yedikten sonra burada alırım soluğu. Çocuğu olan bir kadın bulur ve iki oyuncakla geceyi orada geçiririm. Yürümeye devam etti. Kahveyi gördü. Birkaç adam. Bunlarda kırklarında. Askerde olmaları gerekirken ne yapıyorlar burada? Aralarında sakata rastlamadı. Selam verdi. Selam verdiler. Pek ilgilenen olmadı. Savaş sırasında herkes her yabancıya her şeyi sorardı. Bunlar umursamıyorlardı. Televizyon kapalıydı. Sessizce kağıt oynayan orta yaşlı etine buduna sağlıklı adamlar. Meyhanedekiler de öyleydi. Anımsadı. Belediye önünde yerleri süpüren ıslıkçı, yaşlı adamın yanında dikilen. Hepsi orta yaşlarında sağlıklı adamlardı. Oyuncakçı boş masaya oturdu. Yemek var mı? Ne yersiniz? Bıyıkları kapkara genç bir delikanlı suratına sahip, kırmızı yanaklı kahveciye şakın şaşkın baktı? Ne varsa getir. Tavuk, pilav, kuru fasulye…çok! Bekleyin ben size menüyü getirivereyim. Savaşın başından beri bu kadar zengin bir mutfağı olan kasabaya gelmemişti. Umarım çocuğu vardır. Menüye baktı. Ucuz olmasını umduğu yemekleri söyledi. Çorba hemen geldi. Sıcak bir domates çorbası. Kışın bu vakitte! Şehirde bile domates bulunmuyordu. Mutlu mutlu içti. Bir kase daha istedi. Pilav, tavuk, karnı doyana dek yedi. Yemeği bitince bira ısmarladı. Sigarasını yaktı. Borcum ne kadar? Bedava. Nasıl bedava. Bu kasabada her şey bedava amca. Sen yabancısın sanırım. Ben de seni general sanmıştım. Hadi dedim albaydır. Sen asker diil misin? Hayır. Ben oyuncak satarım. Oyuncak mı? İyiymiş. İşsizsin desene. Kasaba kasaba dolaşıp satıyorum. İşim bu benim. Ha! Yapmıyorsun yani? Hayır yapıyorum. Şehirde atölyem var. Hangi şehir. Başkentte. Savaş sırasında başkentte yaşanır mı? Neyse beni ilgilendirmez. Bedava bu kasabada her şey. Hazır kimse sana bir şey sormamışken ye iç keyfine bak. Ama tavsiyem sabah olmadan buradan tüymen. Neden? Boş ver nesini niyesini amca. Bir bira daha? Olur. Terliyordu oyuncakçı. Paltosunu çıkartmadığını farketti. Oyuncaklarda ağırdı. Yemeğe dalmışım. Bu ne saçma iş. Savaşta böyle bedava yemek mi olur? Ceplerinden oyuncakları çıkarttı. Masaya koydu. Ayaklandı. Sandalyenin arkasına paltosunu koydu. Kahveci geldi. Birayı masaya koydu. Paltonu kapının arkasındaki çivilere as. Yerlere sürünmesin. Güzel de bir şeye benziyor. Sağ’ol. Ne! Teşekkürler. Ha! Oyuncakçı kalktı. Paltosunu astı. Bu zamanda birisine sağol demek aptalcaydı. Küfretmek gibi. Masaya döndü. Oturdu. Birasından yudumladı. Sigara yakmak için masadaki pakete uzandı. Oyuncaklar yoktu. Küçük GI Joe’lar. Silahlı Hummer jipler. Tanklar. Minik, ağır oyuncaklar. Silip süpürülmüştü. Hırsızlar. Kahveciye seslendi. Çöpe attım. Bu ıvır zıvırların masamda işi yok. Burada savaşı anımsatacak şeyler istemiyoruz. Ama bunlar oyuncak. Oyuncak hiç istemeyiz. Kahvede oturan herkes dönmüş bakıyordu. Aralarından birkaç kişi homurdandı. Kalın bir ses işitildi. Git buradan. Oyuncakçı durakladı. Ne yapacağını kestirmeye çalıştı. Saçma bu. Çok saçma. Savaş ve oyuncaklar önemlidir. Kalktı. Hiçbir şey bedava olmaz bu hayatta. Neyse yemek ucuza geldi sayılır. Paltosunu giydi. İyi akşamlar. Kahvedekiler çoktan oyunlarına dönmüşlerdi. Başını kaldırıp bakan olmadı. Dışarıda yağmur başlamıştı. Şemsiye. Hep unuturum. Paltosunun önünü ilikleyerek yakalarını kaldırdı. Meyhaneye gitmek için adımlarını savurdu. Optik gökyüzünün altında bir ışık belirir gibi oldu. Silah fabrikalarından işitmeye alıştığı, kayalıkların siren sesini iliklerinde hissetti. Meyhaneye doğru yürürken çocuklar işlerine gitmek için ellerinde sefer taslarıyla önünde çoğaldılar. Cebindeki tüm oyuncaklar çöpteydi. Bir şey satacak hali olmadığının farkına vardı. Arabasına dek yere sürtünen paltosunun ağırlığı ve sıcaklığı altında ezile ezile yoklaştı öyküden. Silindi gitti. Uzakta olmayan Irak çocukların sessizliğine büründü.
Leon Felipe
Published Pazar, Şubat 13, 2011 by borges defteri. 
Kelimeler Durduğunda
asılır kalır düşünceler
kelimeler durup
semboller silindiğinde
bilemezsin nereye sürükler
esen rüzgar
o rüzgar ki yelkenleri doldurur
yol aldırır
o rüzgar ki düşürüp askıdan adamı
toza, toprağa bular
Ahmet Ertan
Masaldan Tahterevalli
çok eskiden
pabucu yarım
uzak ülkenin derinliğinde
bir çocuk yaşarmış
kulakları sarı ve pembe
masal bu ya
ters getirmekmiş
çocuğun işi
belinden şiiri
sarılı pembeli
kulaklı kedilerin
dedikleri de tutmazmış
söyledikleriyle birbirini
bir gün her günkü güneş
batıdan doğarken
o sabah doğudan batmış
-aklı karışık tanrıların işidir bu-
diye aklından geçirmiş
dünyanın bütün bildikleri
o gün bu gündür
çocuklar ellerinde çember
toplar bütün rüzgârgüllerini
dünyanın
dengede tutmak için
gece gündüz
tahterevalliden
bir aşkı.
Halim Yazıcı