
Türkçenin, aşkın, barışın ve gelecek güzel günlerin büyük şairi; yeryüzülü hemşerimiz Nazım Hikmet 109 yaşında. Düş Bilgisi ve Gelecek Bilgisi dersleri için onu anlamak bugün daha bir önem taşımakta. Sosyalizmin bir dönemine ait yanılgılarımızın ve yenilgilerimizin yarattığı ruhsal çöküntülerimizden kurtulmak için de gerekli bu.
V.Hugo’nun , “öldükten sonra yaşamak istiyorsanız, ya okumaya değer şeyler yazın, ya da yazılmaya değer şeyler yaşayın,” ifadesinin iki yakasını da hak etmiş, şiiri ve yaşamıyla kendisini ölümsüzleştirmiş biridir Nazım Hikmet.
O, bulunduğumuz dünyadan, başka türlü bir dünyaya, yaşanır kentlerin, adil-demokratik ülkelerin ve barış içinde yeryüzü düşlerinin kurulduğu bir dünyaya özlemdir artık. Öyle bir dünyanın imgesidir.
Nazım, “Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” öylesi bir dünyaya yolculuktur da aynı zamanda.
Nazım’ ı önemli kılan, onu yeryüzülü yapan ve bir gelecek olarak karşımızda tutan, onun, kaynağını felsefeden alan, gelecek bilgisinin tam da kalbine oturan, kökleri çok derinlerde, iri gövdeli, uzun dallı ve geniş yapraklı şiiri değil yalnızca.
Onu önemli kılan,“yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine” dizelerinde en geniş özetini bulan dünya görüşünü, şiirinin içinden söylemesi, böyle bir dünyayı görünür kılması ve görüntüye getirmesidir.
Ve, Nazım’ı ölümsüzleştiren; aşkın, sanatın ve edebiyatın incelttiği bir dünyada yaşamak arzusudur. Ve de ısrarıdır. Şiiriyle ve yaşamıyla bu ısrardaki başarısıdır.
Onu, onun şiirini ve onun dünya görüşünü anlamanın, “gitmekte ve gelmekte olanı” sezebilmenin eşiği tam da burasıdır işte.
Böylesi bir kavrayışın içinden dünyayı algılamak, insanın değişip dönüşmesini, yapılacak ve yaratılacak olanı bu felsefinin ışığında yeniden tarif etmek, bugün bütün muhaliflerin önünde devrimci bir görev olarak durmaktadır.
Öyleyse Nazım, böylesi bir görev için aynı zamanda bir çağrıdır. “Bir şeyler yapmalı” çağrısıdır. Geleceği yapma ve yaratma çağrısıdır.
Çünkü gelecek beklenen bir şey değil onun için, yapılan ve yaratılan bir şeydir. Kaynağını yasaksız, yalansız bir dünyadan alan, şiirle, edebiyatla ve sanatla dile gelen Nazım’ın sosyalizm düşü, kendisini böylesi bir yerden duyurmaktadır bizlere. Ve hiç kuşkusuz bizlerden bir anlama ve algılama eşiği beklemektedir.
Böyle bir kavrayışın, bir bilinç, bir birikim ve de bir vicdan işi olduğunun ipuçları, imgeleridir; Nazım’ın şiiri de yaşamı da…
Onun şiiri ve yaşamı bir övgüden çok kendimize sorabileceğimiz ortak bir takım sorular olarak durmaktadır bugün karşımızda:
Nazım’ın şiiri bir arta kalan veya bir ajitasyon ve propaganda malzemesi olarak görüldüğünde ne kadar anlaşılabilmiştir? Onun şiirinin doruğu sayılabilecek “Saman Sarısı” ve “Severmişim Meğer” şiirleri, bazı şiirseverler dışında neden diğer şiirleri kadar ilgi görmemiştir? Bu engeli aşmadan, Türkçenin başka şairleriyle buluşma zahmetine girmeden, geçmişten geleceğe halkalar atmada onun şiirinden ve şiirine kaynaklık eden şiir felsefesinden ve dünya görüşünden ne kadar yararlanılabilir? Ve de Nazım’a, onun yaşamı ve şiirlerine ne ölçüde tanıklık edilmiş olur?
Birçoğumuzda, bugün bile tek kişilik bir devrim imgesi olarak yaşayan Nazım, barış ve aşk yüzlü bir dünya düşü, onun mücadelesi, insan ilişkileri bakımından öyle bir dünyanın pratiğidir de bir yandan. Nelerin yeniden yapılmaması, nelerin yeniden yaşanmamsı bakımından bu düş, bu mücadele, bu pratik bir ders olarak ele alınmalı ve üzerinde bir hayli çalışılmalıdır.
Ustaya 109. yaşında dünyayla, hayatla ve düşleriyle uyumlu sonsuzluklar ve de sonrasızlıklar diliyorum.
Hayrettin Geçkin
* * *
SEVERMİŞİM MEĞER
yıl 62 Mart 28
Pırağ-Berlin tireninde pencerenin yanındayım
akşam oluyor
dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer
akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim
toprağı severmişim meğer
toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
ben sürmedim
Pılatonik biricik sevdam da buymuş meğer
meğer ırmağı severmişim
ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde
doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin
ister uzasın göz alabildiğine dümdüz
bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremiyeceksin
bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa
bilirim benden önce duyulmuş bu keder
benden sonra da duyulacak
benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere
benden sonra da söylenecek
gökyüzünü severmişim meğer
kapalı olsun açık olsun
Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gökkubbe
hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın
kulağıma sesler geliyor
gökkubbeden değil meydan yerinden
gardiyanlar birini dövüyor yine
ağaçları severmişim meğer
çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Predelkino’da kışın çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar
kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi
İzmir’in kavakları
dökülür yaprakları
bize de Çakıcı derler
yar fidan boylum
yakarız konakları
Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına
ucu işlemeli
yolları severmişim meğer
asfaltını da
Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e
asıl adı Göktepe ili
bir kapalı kutuda ikimiz
dünya akıyor iki yandan dışarıda dilsiz uzak
hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım
eşkıyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz
yaylıda canımdan gayrı alacakları eşyam da yok
ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır
bunu bir kere daha yazdımdı
çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöze gidiyorum ramazan gecesi
önde körüklü kaat fener
belki böyle bir şey olmadı
belki bir yerlerde okudum sekiz yaşında bir oğlanın Karagöze gidişini ramazan gecesi İstanbul’da dedesinin elinden tutup
dedesi fesli ve entarisinin üstüne samur yakalı kürkünü giymiş
ve harem ağasının elinde fener
ve benim içim içime sığmıyor sevinçten
çiçekler geldi aklıma her nedense
gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
ağzı acıbadem kokuyor
yaşım on yedi
kolan vurdu yüreğim salıncak bulutlara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
yıldızları hatırladım
severmişim meğer
ister aşağıdan yukarıya seyredip onları şaşıp kalayım
ister uçayım yanıbaşlarında
kosmos adamlarına sorularım var
çok daha iri iri mi gördüler yıldızları
kara kadifede koskocaman cevahirler miydiler
turuncuda kayısılar mı
kibirleniyor mu insan yıldızlara biraz daha yaklaşınca
renkli fotoğraflarını gördüm kosmosun Ogonyok dergisinde
kızmayın ama dostlar non figüratif mi desek soyut mu desek işte o soydan yağlı boyalara benziyordu kimisi yani dehşetli figüratif ve somut
insanın yüreği ağzına geliyor karşılarında
sınırsızlığı onlar hasretimizin aklımızın ellerimizin
onlara bakıp düşünebildim ölümü bile şu kadarcık keder duymadan
kosmosu severmişim meğer
gözümün önüne kar yağışı geliyor
ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
meğer kar yağışını severmişim
güneşi severmişim meğer
şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
ama onun resmini sen öyle yapmıyacaksın
meğer denizi severmişim
hem de nasıl
ama Ayvazofski’nin denizleri bir yana
bulutları severmişim meğer
ister altlarında olayım ister üstlerinde
ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara
ayışığı geliyor aklıma en aygın baygını en yalancısı en küçük burjuvası
severmişim
yağmuru severmişim meğer
ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın içinde ve çıkar yolculuğa haritada çizilmemiş bir memlekete gider
yağmuru severmişim meğer
ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Pırağ-Berlin tireninde yanında pencerenin
altıncı cıgaramı yaktığımdan mı
bir teki ölümdür benim için
Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
zifiri karanlıkta gidiyor tiren
zifiri karanlığı severmişim meğer
kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
kıvılcımları severmişim meğer
meğer ne çok şeyi severmişim de altmışımda farkına vardım bunun
Pırağ-Berlin tireninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek
19 Nisan 1962, Moskova
Nazım Hikmet RAN