
Dün kral gelecek dedi, yarında kraliçe geldi, alfa beta ribozomları kirpiğini süslerken. Zaman da geriye akıyoruz, örüntüler çözünürlük konumunda, Wernicke alanı norefinefrin salgılıyor. Duygusal bellek yöresi amigdala; korku koşullanması yaratıyor, ısıl olgunlaşma istenmeyen safhada, güneşin uydusuyuz, Eridani ve Tarsis’den gelenler Elysium’da toplanıyor.Diyor ki lektörlerimiz, başka yerde, başkaca bir yaşam yoksa, bu tanrının başarısızlığı anlamına gelebilir ve sonsuzluk yoktur, çünkü sonsuzluk yokluktur. Matuyama terslenmesi, manyetik alanın değişmesi de üstüne üstlük. Yanal simetrili hayvanlarla komşuluk ediyoruz, silüryen dönemi canlılarına ilişkin öneriler can alıcı, Varu çökelleri ve pusulalara ilişkin tezler tanrı katında.Biliyor musunuz uygarlığımız organlarımızın içine yuvalandı, ‘Yakup otları çıldırtısını sürdürürken’ diye şarkılar söylüyor çocuklarımız, ya Sezar ol, ya yok ol tek atasözümüz, ama renk tanrısı ayrımcılık yapıyor, çiğdem sakallı, gülerek beş rakamının medeni durumunu soruyor. Mutluluk getireceği savıyla evinin girişine nal asan Haşepsut’a inanıyor musun buna, böyle batıl bir inancan var mı dedim, inanmıyorum ama, o inanmasan da mutluluk veriyormuş dedi. Geceleri evinden gelen gürültüler, boynuzlu ve yaşamaktan sıkılmış bir satirin çığlığı gibi.Tek bir zorluktan daha çoğu, asla bir defada çözülemez; yalnızca tek bir zorluk çözülemez, çünkü sorunlar zincirlemedir diyen iki ayrı cinsiyetimiz var; doğru bir savın tersi yanlış bir savdır, derin bir gerçeğin tersi ise gene derin bir gerçektir diye savlaşan üçüncü cinsler de savaşımı sürdürüyor. İçlerinden biri atomlar temas etmediği sürece dokunmak diye bir şey yoktur dedi. Karbonifer balina ile bir uzay yelkenlisi aquariumda çarpışsa, ikisi de yara alır, ama cansız madde ile canlı madde arasındaki ayrım burada başlar; balina kendiliğinden iyileşirken, yelkenlinin hasarı öylece kalır, ama yara ölümcülse, yelkenliyi yaşatabilirsiniz belki, balinayı ise asla…
Yaşam harflerin yer değiştirmesidir. Atomun parçaladığı kentlerden elem duyarız, çölü gümrah çiçeklerle donattığımızdaysa sevinç. Sevilla’daki servilerin altında sevişirkense coşku. Bu şarkı hepimize, gök buğdaylar ölüs hançer görüp geçti, o renk prizması senin gözlerinden kederle dökülürken, ama iris daha mavidir yaslara bürünürken ve bir sağanak gibi bedenlerimize üşüşürken neonlar.Atlantis’de Yedi Yüzyıl ve Donkişot’un Sarışın Senyör Verona adlı romanını okuyoruz. Tuşba’dan biri gibi biyolojik şiir yazıp, kafeste mavi kanlı akrepler besliyor, ruhsallardan Elizabeth Bathory olarak körpe kanla yıkanıyoruz!.. Bizi Tarascon ya da Midyat’a nasıl bir tren götürüyorsa, yıldızlara da ruhlarımız götürecektir. Sylvan yarığından geçebilirsek eğer diyorum. Çünkü onun defterinde benim bütün organlarım yazılıdır.Aşkın patolojisinin gerçel tanımıysa; ikicil yaklaşımın kanonik realitesiyle, algoritmik ayrıntıların simülatif akışında yüzen karmaşa; aşkın bir cinsel şiddete yol açarken, yolaklarda irkiltici kanallar barındırıyor derim.Elektronik şiirle gözleri görmez arılara yakarı ayinleri düzenliyoruz. Tanrının varisiyiz. Köhne bir duvarın yarığından sızan, rüyalarda işitilen sesler gibiyiz. Kasru’l Hayru’l Garbi sarayında sol eliyle güvercin tutan Venüs’le, çıplak melek figürünü üç ışık yılı var ki saklıyoruz. Ay hiç kin tutmuyor bize, suevit oluşmuyor. ‘Yahşi akışlı ırmaklar önünde, nişan alıyor okçu Zenon, göğsünde titan yayıyla, inci nilüferleri gibi de çalımlı’ tek bestemizdir bu bizim.Gelecek nisanda, henüz güneş doğmadan, koruluktan sanki görünmeyen bir Pan’ın sesleri geldi, bunun üzerine sebze meyve reyonunun önünde duran genç adama, şu yaşamda tek aradığım mutluluk dedim. Unutamayacağım bir şey söyledi; bu gezegen için çok şey istiyorsun! Ağla Harirama, yazgımızı belirleyen Afgan hançeri gibi şarkılar söyle, deniz satıcısı Basra tüccarları, Kos adalı ahtapot avcıları gibi vandalizm ve gaddarlık dolu olsun. Evrenimiz başarısız bir model, ne yazık ki gerçem bu… Nice sönmüş gezegenler ve tuhaf asteroitler uzayın boşluklarında sarı bir ölüm şarkısı ve kırmızı bir cellat gibi dolaşıyor.Burada cehennem başkalarıdır diyen ikinci bir Sartre’ımız da var (Almanlar diye bir şey yok ama!), tek arkadaşı da Pessoa, siyah güneşimiz kuzeyde batarken, yakındaki markette bir tezgâhtarın canına kıydığını söylemişler, hiçbir tepki vermemiş, demek ki yaşıyormuş, demek ki gerçekten varmış demiş. Üç parsek boyunca yağmur yağıyor, sevgilim tanrının gözyaşları dinmek bilmiyor dedi. Gülümsedim. Hayaletsi bir peri gibi salona ilerledim, Gavr Dağı, Soylu Masenas ve İpek Peçeli Ebu Leheb adında filmleri getirmişler. Tarihi kurdeleler, ben sıkıcı buldum. Ayağımda şeytan tırnağı var, ölünce mezarımda bana sıkıntı verecek tek şey budur diyorum. Livonian dilini bilen bir kişiyi arıyoruz, Ned Maddrell adlı bir balıkçı geldi ama onun bildiği Manx dili, hangi dili bildiğini bile bilmiyor. Püzant’tan gelecek olanı bekliyoruz artık. Ama yaşama; Tac Mahal’de bir cumbadan bile baksanız değişen bir şey olmuyor bazen. Bir yalnızlık baladı işte; ağaçların gölgesinde ailemle birlikte yaşayıp gidiyorum. Orada ailemin yanı başında barış içinde yaşayabilmek için aydınlığa ve karanlığa, tanrıya ve güneşe dua ediyorum. Pers doğrusu! Gülhaçlar ve mutlu korkular uyduruyor kendine. Kastamonulu Şavur ve saraç çocuğu Baki geldi dehlizlerden, irem sümbülleri gibi koku yayıldı. Roma askerlerinin ücreti tuzla ödenirdi dedi biri, öteki de egzoz çağı gibi bir şey söyledi. Laterna orman çıvgınını saldı pencereden, bahçe çintesi de öttü çitlerden. Bakın dedim ikisine de, Osmanî bir gülümseme yayıldı üçümüze;
Bedevi çölde çadırında uyurken bir atlı gelmiş, ben halifenin muhafızıyım bir tas şarap ver demiş, bedevi testisinden bir tas şarap uzatmış, atlı içmiş ama bu kez, ben halifenin baş muhafızıyım bir tas daha ver demiş, bedevi gene vermiş, atlı gene içmiş, bu kez de ben halifenin veziriyim, bir tas daha ver demiş, bedevi gene vermiş, atlı gene içmiş, bitmedi, atlı bu kez de ben halifeyim bir tas daha ver deyince, bedevi hırsla vermiyorum, çünkü sen demiş, sümme hâşâ biraz daha beklersem; ben Allah’ım diyeceksin…
Bütün bilmek istediğim budur benim; evrenler ve yıldızsı kozalar arasında ki her şey neden bir yinelemedir?.. Oysa her şey yaşamı sevelim diyedir. Amin...
ULUS FATİH