BU YAZI BİR “GÜNCEL SANAT” EYLEMİ GİRİŞİMİDİR!
(Son dakika gelişmeleri için hemen tıklayın! Abone olun! Haber cebinize gelsin!)
…
Biz de aynen öyle yapıyoruz…
İnternetin başına geçip hemen tıklıyoruz ve “hınzır” bir dikkatle manipüle edilerek bizlere havale edilen “haber” geliyor: “11. Uluslararası İstanbul Bienali'nin küratörlüğünü “What, How & For Whom / WHW” üstlenecek.
İKSV tarafından ve Koç Holding sponsorluğunda 2009 sonbaharında düzenlenecek 11. Uluslararası İstanbul Bienali'nin küratörlüğünü Balkanlar'dan bir küratör kolektifi, What, How & For Whom / WHW (Ne, Nasıl ve Kimin için) üstleniyor.
İstanbul Bienali Danışma Kurulu tarafından 11. Uluslararası İstanbul Bienali'nin küratörlüğüne davet edilen WHW, dört kadın küratörden oluşuyor: Ivet Curlin, Ana Devic, Nataša Ilic ve Sabina Sabolovic. 1999 yılında kurulan WHW, çalışmalarını Hırvatistan'ın Zagreb şehrinde yürütüyor.
"Ne", "nasıl" ve "kimin için", her tür ekonomik tabanlı organizasyonu ilgilendirdiğ i kadar, sergi ve sanat yapıtlarının üretimi, dağıtımı ve sanatçının iş piyasasındaki konumu gibi konularda da geçerli olan üç temel soru. Bu sorular, WHW'nin Komünist Manifesto'nun 150. yılına adanan ilk projelerinin de başlığını oluşturuyordu. 2000 senesinde Zagreb'de gerçekleştirilen projede gündeme gelen sorular, WHW'nin düsturuna ve kolektifin ismine dönüştü.
Zagreb Üniversitesi' nde Sanat Tarihi ve Karşılaştırmalı Edebiyat alanında lisans ve yüksek lisans eğitimi alan WHW üyeleri Ivet Curlin, Ana Devic, Nataša Ilic ve Sabina Sabolovic 2003 senesinden bu yana Zagreb'deki belediyeye bağlı ve kâr amacı gütmeyen Nova Galerisi'ni yönetiyorlar.
WHW'nin gerçekleştirdiğ i projeler, sergilerin yanı sıra, uluslararası sanatçı, küratör ve kültürel teorisyenler tarafından yürütülen konuşma ve kamusal tartışmalarla; yayınlar, radyo programları ve gösterimlerden oluşuyor. WHW projeleri, sanat, teori ve medya aracılığıyla toplumsal meselelerle ilgili bir tartışma platformu ve farklı konularda çalışan kültürel organizasyonlar arasında bilgi alışverişi ve işbirliği modeli olarak tasarlanıyor.
WHW'nin küratörlüğünü yaptığı sergiler arasında, "All Dressed-up With Nowhere to Go" (TranzitDisplay Gallery, Prag, 2007); "Ground Lost" (Forum Stadtpark, Graz ve Gallery Nova, Zagreb, 2007); "Contemporary American Art" (Museum of American Art-Belgrade, MoAA işbirliğiyle); "Normalization, dedicated to Nikola Tesla" (Gallery Nova, Zagreb, 2006); "Collective Creativity" (Kunsthalle Fridericianum, Kassel, 2005); "Side-effects" (Salon of the Museum of Contemporary Art, Belgrade, 2004); "Looking Awry" (apexart, New York, 2003); "Project: Broadcasting, dedicated to Nikola Tesla" (Technical museum, Zagreb, 2002); "What, How & for Whom, on the occasion of the 153rd anniversary of the Communist Manifesto" (Kunsthalle Exnergasse, Vienna, 2001); "What, How & for Whom, on the occasion of the 152nd anniversary of the Communist Manifesto" (Association of Croatian Artists, Zagreb, 2000) yer alıyor.
WHW, birçok yayın projesinde tasarımcı ve yayıncı Dejan Kršic'le işbirliği yapmaktadır. WHW yayınları arasında Renata Salecl'in seçme yazılarından oluşan "Against Indifference" , Brian Holmes'un seçme yazılarından oluşan "Hieroglyphs of the Future", Hans Ulrich Obrist'in Hırvat sanatçılarla yaptığı söyleşilerden oluşan söyleşi kitabı "Zagreb, 16/6/01", "What, How and for Whom" sergi kitabı, editörlüğünü Stephen Wright'ın yaptığı "Dataesthetics" ve editörlüğünü yaptıkları Kunsthalle Fridericianum ve Revolver tarafından yayınlanan Collective Creativity sergisi katalogu bulunmaktadır.
12 Eylül – 8 Kasım 2009 tarihleri arasında gerçekleşecek 11. Uluslararası İstanbul Bienali'nin WHW tarafından belirlenecek olan kavramsal çerçevesi sonbaharda yapılacak bir basın toplantısıyla duyurulacak…” (1)
mış…
Evet, haber aynen yukarıdaki gibi… Cek’lerin, cak’ların arkalarına bizler de miş’leri, mış’ları ekleyebiliriz artık… İstanbul Kültür ve Sanat Vakfının (İKSV) resmi internet sitesine de konulan ve medyaya aktarılarak yüzlerce gazete, dergi ve on binlerce internet sitesinde noktasına, virgülüne kadar birebir tekrarlanan kuru “haber”e göre 2009’da gerçekleşecek olan bienalin “dört kadın”dan oluşan (Aslında dört değil beş. Beşincisi de sürekli olarak ve her bilgi kaynağında ısrarla hep birlikte davrandıklarından söz edilen Dejan Kršic. Kršic’in ismi zaten İKSV web sitesinde, yukarıdaki basın bülteninde de geçiyor.) “küratör kolektifi” “ kar amacı gütmeyen” bir “sanat” faaliyeti içindelermiş (!). Hatta Erhan Üstündağ imzalı şu ünlü BİA (Bianet) Haber Merkezine (!) göre ise bu grup aynı zamanda bir “Marksist kolektif”miş (!)…
* * *
İletişim, haberleşme ve digital medya ortamlarında sık sık karşımıza çıkan girişteki reklam spotları “teaser”lar aslında nasıl bir çağda yaşadığımızın da ifadesi: Tıklama ve manipüle çağındayız. Fakat “tıklama” var ama tıkladığımızda vaat edilen haber yok. Bir yığın yağlı/ballı kelime/kavram var ama asıl merak edilen, gerekli olan sahici haber, bilgi ve gerçeklik yok. İnternet ağları, “chat”ler, konuşma odaları, “facebook”lar, bloglar, köşe yazıları, okur “ombudsman”ları vb. var ama iletişim yok. O her türden kanallarda “görüşünü sorma”, “ahkam kesme”, “fetva verme” platformlarında çokça altı çizilen “iletişim çağı”, “bilgi çağı” ya da “çok seslilik” denilen şeylerin koltuklarında tümüyle görmezden gelme, dışlama, gizleme, çarpıtma, manipüle etmenin kralları oturuyor. Binlerce medyadan, uluslararası bir siyasi proje kapsamında iç içe ve üst üste yığılmış sözde “çok”luklardan aynı ses çıkıyor artık. Çünkü söz konusu küreselleşmeci güçler tarafından egemen iletişim ağları önemli ölçüde ele geçirilmiş ya da manipüle edilmiş durumda. Körlük, sağırlık, bönlük, bencillik, yalaklık, yalakalık, korkaklık, sığlık ve “tek seslilik” diz boyu… Artık konunun uzmanlarınca özenle ayıklanıp manipüle edilmiş yalancı, sanal gerçekliklerin, içleri boşaltılarak düzenlenmiş, yönlendirilmiş kof bilgi kabuklarının, posaların çölündeyiz…
Eğer siz yine de hala sahici ve asıl olanın peşindeyseniz bulabildiğiniz her yol ile birlikte henüz tam olarak düzenlenemeyen internete de başvurmak, satır aralarını, kavramların öteki yüzlerini, “aslında neler oluyor”un arka odalarını kendi bilinciniz rehberliğinizde dolaşmak zorundasınız. Çünkü gerçeği ancak kendiniz çok yönlü bir okumayla yeniden keşfetmek durumundasınız; başka yolunuz yok!
Sorular… Sorular… Sorular…
Acaba İKSV seçmiş olduğu küratörleri ilgili kamuoyuna tanıtırken neden ısrarla onların “kadın”, “kolektif”, “Marksist”, “Komünist Manifestonun 150. yılıyla ilgili”, “kar amacı gütmeyen bir belediye galerisi çalıştırdıkları”ndan vb. söz ediyor da sanat ve entelektüel kamuoyunun merak ettiği çok daha önemli, derin başka birtakım asıl bilgileri es geçiyor?
Son İstanbul bienallerinde olduğu gibi gerçekten de söz konusu küratörler ile o küratörlerin 11. bienal katalogunda yazılarına yer vermek üzere seçecekleri sözde sanatçılar, teorisyenler, yeminli küreselleşmeci entelektüel görevliler ve bienal kavramları son yıllarda neden ısrarla Marksist terminolojiye dayandırılmaya ve yamanmaya çalışılıyor? Özellikle bienal merkezli küreselleşmeci güncel sanatta ya da Soros Vakıflarınca finanse edilen sözde sanat etkinliklerinde bizzat Marks’ın kendi ismi de başta olmak üzere Marksist terminolojinin kavramlarıymış gibi sunulan (siyaset, halk, toplum, egokaç, kolektif, kamusallık, vb.) kavramlarının ısrarla kullanılıyor olması aslında neyin ifadesidir? Yoksa uluslararası borsacı/sermaye hükümdarı, turuncu devrim ihracatçısı Soros başta olmak üzere bienalin sahibi Eczacıbaşı ailesi ve ana sponsoru Koç Holding vb. hep birlikte Marksist bir yol izlemeye başladılar da bizlerin mi haberi yok? Eğer böyle bir şey söz konusu değilse o zaman aslında neler oluyor diye sormamız gerekmiyor mu?
* * *
Temel soru şu aslında: Hırvatistan’ın başkenti Zagrep Belediyesine bağlı Nova galerisinin “kar amacı gütmeyen” yöneticileri olan “küratör kolektifi” üyeleri bu “kadın” küratörler eğer gerçekten de kar amacı gütmüyorlarsa acaba başka “ne amaç” güdüyor olabilirler? “Marksist” ve “kadın” olmaları dışında “sanat tarihi ve karşılaştırmalı edebiyat alanında lisans ve yüksek lisans eğitimi (de) alan” bu küratörlere Uluslararası İstanbul Bienalinde görev verilmesi için acaba hangi sanatsal kriterler kullanılmıştır? Acaba bu isimlerin dünya sanat ortamındaki aynı işi yapan diğer küratörlerden farklılıkları, seçkin pozisyonları, Türkiye’deki oldukça etkin görünen ilişkileri nedir ve bu isimler “sanat”, “güncel sanat” ya da bizzat İKSV adına aslında ne yapmak istemektedirler? Bunun için yeterli özgün ve yeni bir sanat ya da güncel sanat anlayışları var mıdır; varsa nedir? İKSV ile yeni küratörleri, Hırvatistan ile Türkiye arasında siyasi, toplumsal, kültürel ve sanatsal olarak nasıl bir ilişki kurulmak istenmektedir? Yoksa ABD tarafından bütün dünya ile birlikte Türkiye’nin başına da musallat edilen “dünyaya entegre olma ve küreselleşme” iddia projesi Türkiye’ye Balkanlaştırma (Hırvatistan, Sırbistan, Bosna, Hersek, Karadağ vb.) siyasi projesi üzerinden mi dayatılmaya çalışılıyor? Acaba şu sözde “çok sesli” medyamız, pek “demokratik” ve “insan hakları”cı ikinci cumhuriyetçi, liberal, küreselleşmeci entelektüellerimiz, sanatçılarımız, politik merkezlerimiz bütün bu olanların neresinde durmaktadırlar ve diğer sözde “ulusalcı karşı duruş”çular bunları hiç mi merak etmezler, görmezler, göremezler?
Öyle ya, bütün ilgili okulların iletişim derslerinde medya jargonunda bilgi-haber oluşturulurken en basit “haber” kuralı olarak ezberletilen “5N 1K”, bu tür konular söz konusu olduğunda neden, niçin ve hangi amaçla bir çırpıda silinip atılmakta, uygulanmamaktadı r?
Kaldı ki; Hırvatistan’ın başkenti Zagrep’teki söz konusu NOVA galerisi işleticilerinin “kar amacı gütmeme”lerinden daha doğal ne olabilir ki? Çünkü bağlamında görev üstlendikleri Zagrep belediye galerisi sonuçta bir kamu hizmeti kuruluşu ve bu yüzden de tıpkı Beyoğlu’ndaki Taksim ve Tünel Belediye galerileri gibi İstanbul’daki ya da Anadolu’daki benzerlerinden hiçbir farkı ve üstünlüğü yok. Örneğin yine Balıkesir, Trabzon ya da Diyarbakır Devlet Güzel Sanatlar Galerilerinden de yok… Ama nedense söz konusu Türkiye olduğunda İKSV’nin bulunduğu Beyoğlu İstiklal caddesinin iki ucunda on binlerce izleyiciyi çekebilen bu “kamusal” kurum galerileri bienalin yönetiminde söz sahibi İKSV çevrelerince “devlet” ve “kamu”nun yönetiminde oldukları için tümüyle tu kakadır. Neden? Niçin? O zaman buradaki ikiyüzlü abartının arkasındaki asıl niyet nedir? Eğer burada bir art niyet/manipüle yoksa ne yapılmak istenmektedir? Birdenbire “kamusal alan” meraklısı kesilen bu çevreler için sözünü etmiş olduğumuz kamu galerilerinin “kar amaçsız olmaları”nın hiç mi önemi yoktur? Ya da İKSV ve küratörlerinin “kamusal alan” anlayışları nasıl bir şeydir, neye yöneliktir ve “kimin için”dir? Zagrep’teki belediye galerisi NOVA ve yöneticisi WHW bunca kutsanırken kurumsal olarak Türkiye’deki benzerleri niçin yok edilmeye çalışılmaktadır? Peki belediye galerisi “kar amaçsız” olarak yöneten dörtlü “kolektif”in maaşlarını kim ödemektedir acaba?
What, How & For Whom / WHW : “Ne, Nasıl ve Kimin İçin?”
Evet, bütün bu kritik soruların cevabı tam da bu kritik düğüm soruda…
Ama bakın, ne yazık ki bu soruyu yine de bizler sormuyoruz. Çünkü Türkiye’de sanki üzerimize ölü toprağı serpilmiş gibi gıkımız çıkmıyor. Bir “bana ne”cilik, “acaba biz de bir yerinden bir şeyler koparabilir miyiz”cilik, aşırı bir çekingenlik, suskunluk ya da korkaklık aymazlığındayız. Çünkü eğer gerçekten de bu soruyu soracak olursak, doğrudan “sanatı siyasete alet etmek” ile eleştirilebilir ve İKSV çevreleri ve destekçileri ikinci cumhuriyetçi AB’ciler tarafından “günahkar” ve “katli vacip” bile sayılabiliriz. Ama ne var ki, o siyaset eğer küreselleşmeci güncel sanatla ilgiliyse, ABD, AB projeleri içerisindeyse, uluslararası bir küreselleşme programı kapsamındaysa nedense ağızlar ve akıllar birden sus pusa geçiveriyor. Durum birden başka türlü bir üstünlük sayılıp maddi, manevi her açıdan ödüllendirilip payelendiriliyor bile... Etrafınıza bakarsanız bunlardan yığınlarca görürsünüz…
İKSV tarafından da medyaya aktarıldığı gibi aslında “Ne, nasıl ve kimin için” sorusu, “WHW'nin Komünist Manifesto'nun 150. yılına adanan ilk projeleri”den sonra kolektifin ismi haline gelen “What, How & For Whom / WHW”un Türkçe açılımı. Yani Yeni Dünya Düzeni amaçlı siyasi ve ekonomik küreselleşmenin felsefe, kültür, sanat vb. alanlardaki siyasi programının adı…
Orada kimse yok mu?
Türkiye ABD destekli AKP iktidarı eliyle hızla trajik bir kırılma noktasına doğru götürülüyor. Meşru ya da gayrı meşru, nasıl ve hangi yollarla olsun son iki seçimdir seçimleri AKP’nin kazanması ve iktidarı ele geçirebilmesinin nedenlerinden bir bölümü kuşkusuz ki medyada yazılıp çizilenlerdir. Fakat kanımızca asıl bir başka ve önemli neden ise artık sözde “sol”, “demokrat” ya da entelektüel çevrelerin çağa ve yeni duruma uygun, yeni ve özgün düşünceler, gelecek tasarımları üretememiş olmamalarıdır. Ayrıca bu durum sadece Türkiye ile de sınırlı değil. “Avrupa solu” da tıpkı Avrupalı modernist entelektüeller gibi artık yeni ve özgün bir düşünce üretemiyor ve bu nedenle de toplumlarına ümit edilebilir bir gelecek tasarımı sunamıyorlar. Bu yüzden de tıkanıp kalmış görünüyorlar ve kafaları alabildiğine karışık. Çünkü insanlık ideallerini, ütopyalarını kaybetmiş durumdalar. Bu nedenle de ister istemez kendi ülkelerinin egemen uluslararası liberal kapitalist sermayesinin himayesine girerek aslında ABD tarafından kurgulanmış bir küreselleşme palavrasının çeperlerine “entegre” olup emperyalist bir karşı ütopyanın payeli görevlileri haline dönüşmüşlerdir. Tıpkı Türkiye gibi AB kapısına zincirlenip bir yandan pazarlık ve tehdit ile, öte yandan ise bir iç karşı örgütlenmeyle iyice denetim altına alınarak çökertilmeye çalışılan Hırvatistan’daki İKSV’nin WHW’si ile birlikte hareket ettikleri söylenen benzeri sözde “entelektüel, Marksist ya da sol” gruplaşmalar, “kültürel teorisyenler, bloglar, organizasyonlar” da aynı kapsamda duruyorlar ve tümüyle Avrupa Birliği kuruluşları, Kültür vakıfları ve Soros Vakıfları vb. tarafından örgütlenip, finanse ediliyorlar. (Bunu sahiden görmek isteyenler internete girip bu isimler ile AB ve Soros isimlerini yan yana ya da tek tek yazıp “tıklar”larsa ne demeye çalıştığımızı kolaylıkla göreceklerdir. ) O yüzden de bu “Ne, Nasıl ve Kimin İçin?” sorusunun cevabı da asıl orada, o zemin üzerinden kimlik kazanıyor.
* * *
Aslında Türkiye ile bulunduğu Ortadoğu ve Hırvatistan ile içerisinde yer aldığı bölge arasında birçok anlamda temel benzerlikler var. Her iki ülkenin de önlerinde kritik ve tarihsel değişimlere açık sorunlar duruyor. Bunların başında da her ne kadar “modernleşme bitti, tıkandı” denilse de hala aydınlanma ve modernleşme kavramları geliyor. Diğer bütün sorunlar (PKK terörü, ılımlı İslam, şeriat, türban vb) bu iki kavrama bağlı olarak yön buluyorlar. Ne var ki Türkiye bu bağlamda daha çeyrek asırlık bir tarihe bile sahip olmayan Hırvatistan’dan daha sağlam bir zeminde duruyor. Türkiye sağlam ve antiemperyalist bir tarihe sahip ve bütün dış zorlamalara, tuzaklara, komplolara rağmen kendi sınırları içerisinde ve bölgesinde (henüz) etnik bir iç çatışmaya sürüklenebilmiş değil. Dıştan ve içten birtakım güçlerce bu bağlama sokulmaya çalışılan PKK sorunu ise Türkiye’deki aklıselim antiemperyalist gelenek, kültürel hoşgörü ve birlikte var olma tecrübesi vb. sayesinde çoğunlukla bir terör sorunu olarak kabul görüyor.
İKSV küratörlerinin ülkeleri Hırvatistan’ın koptuğu Yugoslavya; 1990’lı yıllarda ABD ve AB tarafından planlı bir biçimde iç savaşa sürüklenerek bir parçalanma sürecine sokuldu. Esas olarak ABD ve AB tarafından küreselleşme projeleri gereği başlatılan bu süreç Yugoslavya’da zaten var olan etnik milliyetler sorununun kışkırtılarak bir iç savaşla birbirine kırdırılması ve NATO’nun sürece silahla müdahale ederek paramparça edilmesiyle sonuçlandı. Hırvatistan işte bu sürecin sonunda kurulan yeni bir devlet. WHW ise bu yeni devletin yine aynı merkezlerce Balkan ülkeleri için dıştan hazırlanan o ünlü “normalizasyon” (normalleştirme) küreselleştirme programını bölgede uygulamanın görevlileri olarak karşımıza çıkıyorlar. İşte tam da bu noktada WHW “küratör kolektifi” üyeleri her açıdan trajik bir tecrübeye sahipler ve önceki küratörlük etkinliklerinde İstanbul’u ve özellikle de bir “kürt şehri” olarak tanımladıkları Diyarbakır’ı o yanlış/benzemez bölgeyle ilişkilendirmek, 11. Uluslararası İstanbul bienalini de bu politika doğrultusunda biçimlendirip yönetmek üzere geliyorlar. İşin ilginci de muhtemel ki, 11. Uluslararası İstanbul Bienaline seçilecek isimler de daha iki yıl öncesinden (sözde daha kavramsal çerçeve bile belirlenmemiş ken) şimdiden belli bile sayılır. Bu muhtemel sanatçılar esas olarak Balkanlar ve Ortadoğu ile dünyanın diğer ülkelerinden Balkanlar ve Ortadoğu üzerine düşünüp WHW tarafından çalıştırılabilecek isimlerden oluşacak. Türkiye’den de Güneydoğulu güncel sanatçılar ile İstanbul’dan onlarla birlikte hareket ettirilenler arasından seçilecek. Aslında bu isimlerin kimler oldukları da daha şimdiden isim isim yazılabilir de… Gerekirse yazarız da… Ancak burada şimdilik sadece bir internet bilgisi aktarımıyla yetinelim:
Etkinlik: 5. ci Cetinje Bienali. Düzenleyen küratör kolektifi: "What, How & for Whom /WHW”. Kavramsal Çerçevesi: “Ya Sev Ya Terk et!” (Bu slogan nasıl da tanıdık geliyor değil mi?) Ve WHW’nin Karadağ’daki söz konusu sipariş fason sergideki akıl hocaları ise: René Block.
Peki kim bu René Block? İstanbul bienalinin rayından çıkarılmaya başlandığı 4. İstanbul Bienalin küratörü ve şu anda da halen Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisinin küratörlüğünü de yürütüyor. Hani şu İlya Kabakov-Hale Tenger trajikomik kopyacılığının yapımcısı. Ve gelelim şu her yerimizi sarmış olan René Block- What, How & for Whom /WHW işbirliğiyle gerçekleşen “Ya Sev Ya Terk et!” kavramlı 5. Cetince bienali ve “In the Cities of the Balkans” sergisi hakkında küratörü Natasa Ilic’in açıklamalarına:
“Ünlü Amerikan sloganı “Ya Sev Ya Terket”, içerdiği popüler duygusal çağrışımı
zamanla kaybetti ve bu günlerde daha çok muhafazakar politik demagojik görüşler bağlamında kullanılmaktadı r. Tıpkı Türk sanatçısı Halil Altındere’nin “Ya Sev Ya Terk et!” (1998) adlı çalışmasında, İstanbullu bir yazar ile küratör Erden Kosova ve sanatçının kendisinin bulunduğu fotoğrafta tasvir ettikleri gibi… Fotoğraftaki iki erkek figür ters istikametlere doğru yönelerek birbirlerinden uzaklaşırlar. Erden sola, Halil ise sağa doğru yol alırken, duvarın karşısında oldukça büyük karakterlerle Türkçe olarak yazılmış “Ya Sev Ya Terket” sloganı görülüyor. Eğer sloganı Türkiye haritasının temsili olarak okursak, Erden’in Balkanlara doğru, Halil’in ise Kürdistan’a, belki her ikisinin de kendi kültürel etnik kökenlerine doğru gitmekte olduklarını yorumlamış oluruz…” (2)
“ ‘In the Cities of the Balkans’ sergisi bir multi kültürel Kürt kenti olan Diyarbakır’da son bulacak, anormal ve gaddarlık durumundan şimdilerde normalleşmeye yüz tutan kent ile bu proje kendini etnik çatışmaların olduğu bölgelere taşıyacak…” (3)
Eğer burada bizler de söylenenleri Türkiye’nin etnik kökenli siyasi jargonları ve son yıllarda hızla yükseltilmeye çalışılan etnik çatışma haritası üzerinden okumaya çalışırsak nasıl bir tehlikeli zemin üzerinden üzerimize doğru gelindiğini görememek büyük bir entelektüel ve siyasi aymazlık olacaktır.
Tıklama çağındayız ya, gelin bunlarla da yetinmeyip hep birlikte yine internette What, How & For Whom / WHW’un yanı sıra müstakbel küratörlerimizi bir de isim isim tıklayalım ve bizlere aktarılmayan öteki asıl bilgilere de ulaşmaya çalışalım. Bunun için WHW üyesi küratörlerimizin hem ideolojik hem de örgütsel olarak bağlı bulundukları örneğin www.almostreal. org, new media center_kuda. org, soros.org, Nova Galeri vb. web sitelerinde yazılanlara bakmak yeterli. Oralarda son İstanbul bienallerinde küratör olarak görevlendirilen Rosa Martinez, Charles Esche, Vasıf Kortun, Hau Hanru, Erden Kosova, Halil Altındere ve Altındere ile Kosova’nın güncel sanat seçkileri artist dergisi’nin isimlerine yan yana/iç içe rastlayacaksı nız, sakın şaşırmayınız. Dahası başka kimler, hangi yayınlar Soros ve Avrupa Kültür Vakıflarınca nasıl ve hangi yıllardan bu yana finanse ediliyorlar hepsi o sitelerde/yazı lı kaynaklarda açık açık yazılıp sıralanmış, kayda geçirilmiş durumda…
* * *
Başlangıçta gerçekten de “sanatımızı geliştirmek ve dünya sanatıyla entegre etmek” gibi -en azından o zamanlar- alabildiğine masum görünen bir niyetle İKSV tarafından kurumlaştırılan İstanbul bienali ne ve nasıl oldu da bugün hiç de masum görünmeyen böyle bir noktaya gelip dayandı ve niçin adım adım o söz konusu emperyalist siyasi örgütlenmenin görevlileriyle içli dışlı hale dönüştü? Dolayısıyla da böylesine sanat dışı bir pozisyona geçti? Öylesine sanal ve trajik bir durumla karşı karşıyayız ki; bienallerde emperyalist küreselleşme görevlileri tarafından ısrarla öne çıkarılmaya çalışılan çoğu sözde sanatçı ve küratör ismin ve “iş”in arkasındaki siyasi örgütlenmeyi, dış projeyi, parasal desteği kaldırın bakalım geriye ne sanatçı, ne küratör kalıyor mu; kalıyorsa da ne kalıyor, hep birlikte görelim? Bir ülkenin sahici kültürü, sanatı, güncel sanatı, kavram üretebilen entelektüel düşüncesi ve enerjisi ancak böyle böyle yok edilebilir. Tıpkı ekonomik, siyasi, toplumsal, bilimsel vb. alanlarda olduğu gibi…
“Orada kimse var mı?”
Aslında bu feryadın Türkçe tercümesi asıl soru şu: What, How & For Whom / WHW “Ne, Nasıl ve Kimin için?” ve 11. bienali” “ne” olarak, “nasıl” ve gerçekte “kim” için düzenleyecek? Cevap ise açık: son bienaller “nasıl” ve “kim” için, “ne” olarak düzenlendiyse 2009’da düzenlenecek olan 11. bienal de aynı sanat dışı küreselleşmeci ideolojik doğrultuda düzenlenecek. Yani bu küratörleri, organizasyonları kim örgütlüyor ve finanse ediyorsa elbette onlar için. Daha başka ne olabilir ki?
Çinli küratör Hau Hanru’nun 10. bienali emperyalizmin tasfiye etmeye çalıştığı Kemalizm’in anti emperyalist ruhuna saldırmak ve becerebildiği kadar tasfiye etmek için düzenlenmişti. Aynı yeminli listeden ikili küratörler Charles Esche ve Vasıf Kortun’un 9. bienalleri, sanatın ve sanatçıların küresel liberal kapitalizme (emperyalizme) “angaje” olmaları ve bunun için de “cemaatleştirilme”leri, yani bir bakıma yeni küratörler What, How & For Whom / WHW’un daha 10. bienal katalogunda açık açık önerdikleri gibi birer NGO oluşturarak siyasi bir örgütlenmeyi hedeflemişti.
Peki, 11. Bienalin sonradan açıklanacağı söylenen “kavramsal çerçevesi” ne olacak?
Bu da meçhul bir şey değil aslında. Söz konusu “küratör kolektifi” ile bağlı bulundukları ideolojik/örgü tsel finans kaynakları ile işbirliği içerisinde bulundukları kuruluşların internet sayfalarına, yayımladıkları kataloglardaki yazılarına bakıldığında bunu tahmin etmek de artık o kadar zor değil. Ve üstelik bunun için öyle kahin olmaya falan da gerek yok. Ne kadar gizlenmeye çalışılmış ve manipüle edilmiş olursa olsun oralardan topladığımız bilgilere göre bunun işaretleri önümüzdeki sayılarımızda yayımlamayı düşündüğümüz kendi yazılarının içeriğinde zaten duruyor. Ve bu da muhtemelen görünüşte etnik milliyetçilik eleştirisi bağlamında ve onun üzerinden kurulacak ikiyüzlü, ayrımcı ve kışkırtıcı siyasi göndermeler bağlamında kavramlaştırılan bir çerçeve olacak. Çünkü artık isimlerinin önlerine “bağımsız” kelimesi eklenmeden adları zikredilmeyen bu sözde küratörler ama aslında küreselleşmeci siyasi militanların siyasi/entelektü el jargonlarının kodları meçhul ve bilinmez değil. Çünkü her şey ortada ve ayan beyan… Ve bizler de artık bu sözlüğün dilinden kolayca anlar hale geldik. Üstelik, bağımsız diye isimleri ısrarla tekrarlanan küratörlerin aslında nasıl da bağımlı ve “angaje” oldukları, dolayısıyla da bir adım sonra hangi ideolojik içeriklere ve siyasi hedeflere doğru ilerlemek istedikleri de açıkça görülüyor. Çünkü Türkiye siyasi ve entelektüel alanlarda daha da sıkıştırılmak, hazırlanan o büyük kargaşaya hazırlanmak isteniyor. Hani ne derler: Eğer zihinsel olanı çökertirsen, fiziksel varlığı daha kolay çökertirsin!
Özetle, her şey açık: seçilen yeni küratörlerimiz de tıpkı son bienallerin diğer küratörleri gibiler. Hırvatistan/Balkanla rda bağlı bulundukları, para ve yetki aldıkları Avrupa Kültür Vakfı ile Soros’un Açık Toplum örgütlerinin vb. bölge için önlerine koymuş oldukları “normalizasyon” programı çerçevesinde siyasi bir görev yapıyorlar. 11. İstanbul Bienalinde de bu görevlerinin gereği ve parçası olarak görev üsleniyorlar. Ve eğer cesaret edebilirlerse, 11. Uluslararası İstanbul Bienalinde de tıpkı “5. Cetinje Biennial”inde yaptıklarını yapacaklar, “Bosna ve Diyarbakır” üzerinden etnik temelli, art niyetli, kışkırtıcı bir siyasi tartışmayı sanat alanına taşımayı deneyecekler. İlginç olan şu ki; 10 yıllık bir iç savaş sonrasında WHW’nin Hırvatistan’ın bir “normalleşme” programı uygulaması doğal da, Türkiye için soru işaretli.. Çünkü bizler ülke olarak her siyasi adımda normalliğimizi bozmakla meşgulüz ve WHW tercihi de bu adımlardan birisi. Türban girişimleri, Kürt ayrımcılığı, mezhep ve ırk kimliklerinin deşilip durulması bu yüzden… Yani Balkanlara, Hırvatistan’a “normalleşme”, Türkiye’ye ise kargaşa… 10. bienalde, bienal katalogunda yer alan fakat doğuracağı tepkiler düşünülerek sergi salonunda brandalarla gizlenen Çinli Huang Yong Ping’in “İnşaat Alanı” (yere yatırılmış minare) isimli işini hatırlayalım.
Aslında What, How & For Whom / WHW’nun bienalle ilişkisi de yeni değil. Onların küratör olarak kim oldukları ve bu konuda neler yapabilecekleri konusunda açık bir itiraf/deklare metni olarak görülmesi gereken (belki 11. bienale küratör olarak atanmalarına da yol açan) “Hepimiz kendi kendimizi yetiştiriyoruz” başlıklı yazıları Kemalizm ve İkinci Cumhuriyetçi siyasi tezleri nedeniyle kamuoyunda geniş tartışmalara ve tepkilere yol açan 10. bienalin katalogunda yer almıştı. Yazının niyeti ve içeriği orada hala bütün çıplaklığıyla duruyor… (4)
Yine de son bir çağrı yapmakta yarar var: yol yakınken gelin bu sevdadan vazgeçin!
Etnik milliyetçilik ya da kimlikler üzerinden bir tartışma açmak hiç kimseye yarar getirmez!
Hele hele ülkemize, Ortadoğu’ya hiç getirmez! Balkanlar ve Irak tecrübesi orada duruyor.
İlgili bütün tarafları, sanatçıları, sanat kamuoyunu, entelektüelleri, medyayı, halkı ve en çok da bienalin sorumluluğunu taşıyan Eczacıbaşı ve Koç Holding yetkililerini dostça uyarıyoruz! 9 Ağustos Marmara depreminde sıkça duyduğumuz o iç dağlayıcı sesin artık burada da özgür bırakılmasını ve itiraz eden bir sese dönüştürülmesini öneriyoruz!
“Orada kimse var mı?”
…
Ekrem Kahraman, Sanatçının Atölyesi
Projepro11@yahoo. com.tr
S o n D a k i k a ! S o n D a k i k a ! S o n D a k i k a ! . . .
… Son aldığımız habere göre “kar amacı gütmeyen” Hırvatistan’lı What, How & For Whom / WHW (Ne, Nasıl ve Kimin için?) küratör kolektifi Mersin’de MarinaVista Alış Veriş Merkezinde 15 Şubat-15 Mart tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası İstanbul Bienali Etkinlikleri kapsamında faaliyetlerine başladı… Kolektif 8 Mart cumartesi günü saat 14.00 de
düzenlenen ve AB’ye bağlı “Sivil Toplum Diyalogu: Kültür Hareketi” tarafından finanse edilen bir toplantıda konuşuyor…
Peki, neden Mersin?
Yoksa Mersin de tıpkı Diyarbakır gibi tam da What, How & For Whom / WHW’un çalışma alanı olan “etnik milliyetçilik” açısından seçilmiş bir başka kentimiz mi?
…
Orada Kimse Var mı?
YAZARI: EKREM KAHRAMAN
(1) İKSV web sitesinden olduğu gibi aktarılmıştır.
(2), (3) Edit András, Budapeşte, Bahar 2004, www.ivorytowermedia .com ©ARTMARGINS 2004
(4) 10. Uluslararası İstanbul Katalogu, sh. 562