
Durumlar I-
Lettrist Enternasyonal oluşurken bu genç insanların kafasında olan: kendilerini meşgul edecek bir şeyler yapmak ve dünyayı değiştirmeyi denemekti. Sol denilmesi gereken bir avuç kafeterya müdavimi ve bilirci bir eleştiri tekniği, işte bu da Sitüasyonist enternasyonal noktası idi. Oluştururken içinde olmak ile tarihin ilerisinden yaşanmışlığa bakmak bugün Sitüasyonist üzerine konuşurken ya da yazarken birçok alanı daha onun içine dahil etmemizi sağlar: geçici otonomlardan punka, sokak şiiri ve diğer sokak sanatlarına değin.
Lettrist Sitüasyonist Enternasyonalin başka bir zaman dilimine ya da şimdisine adapte edilmesinden bahsetmek bir takım gerçekleri anlamamış olmakla eş anlamlıdır, böyle bir süreçten bahsedilemez oluşunun tek sebebi zaten an içinde organizmanın var olması yaşam sürmesidir. Guatemala katliamı hakkında lettristlerin duvarlara ne yazdıklarını hatırlayalım mesela: “Guatemala artık turizme elverişli bir ülke haline getirildi”. Ne diyebilirsiniz, “Bosna-Hersek, Kabil, Bağdat yeterince turistize edilmedi mi” derim ben mesela. Belki de masada yatanın bir kadavra olmadığının bilincine varmak gerek hepsi bu. Gerçek şiirsel an, tarihin ödenmemiş tüm borçlarını gündeme getiriyorsa Sitüasyonist Enternasyonal bakıyla o zaman tarihin tüm borçlarını şimdiye taşımanın mümkünlüğü üzerinden durum yaratmak asıl olandır. Şayet içimizde biraz istek ve güç varsa, tüm gereksiz romantik kuram budalalıklarından ve yetkinlikten uzak ezberci-ansiklopedik entel zırvalardan arınıp/kurtulup insanların eyleme geçmesi gerektiği üzerinde duralım. “Ölçünün sınırlarını yıkmak”, işte böyle bir cümle ile çok şeyi özetlemiştir S.Enternasyonal ve bu cümlenin varlığı şimdi birçok karşıt çeneyi kapamaya tek başına yeter anlayabilen için. Oysa devlete bakınca, ölçü ve sınır fetişisti akademik kabızlıkların ve köşe kapmış sanat sevici ve satıcılarının çeşitli “platform”larda varlıklarına savaş olan bir hareket üzerinde konuşmaya çalıştıklarını görüyoruz. “Şimdi zamanın ölülüğüne dur deme vaktidir” Sitüasyonist düsturunu ya bilmiyorlar, okumadılar ya da anlamadıklarından dolayı yok sayıyorlar. Onlar, yüzyıllarının içinde-n çıkmak için kendilerine göre en iyi çabayı verdiler. Oysa “şimdi”nin ve “sanatçı kişilerinin” çağın dışına ve zamanın dışına çıkmak gibi bir dertleri olmadığı: kültür-sanatın kokuşmuş durağanlığı ve siyasetin derin çıkmazından net bir şekilde belliyken, insanlar; gerekirse Marxizmi daha daha romantikleştirip satışa çıkararak an ve mekan dahilinde kendilerini ve küçük iktidarlarını varkılma ve sürdürme kaygısından başka hiçbir şey gütmüyorlar. S. Enternasyonalin suç mimarisine baktığı noktadan bakıldığında mimari için söylediklerinin günümüz kültür-sanat camiası için geçerliliğinin ilgi çekmemesi imkansızdır. Enkazlar inşa edilmeye devam ediliyor. Gazeteler, televizyonlar, radyolar ve dergiler her bir organ enkaz inşa ediyor ve bunu savunuyor da: “öyle değil ki!” diyor. Ama zamanın gerçek sanat savaşçıları biliyor ki öyle! Bizim planlanamayan şehirlerimiz ama kibarlaştırılmış bir semtlerimiz ve emlak rantında ulvi sanat insanlarımız var. Ama hal öyle bir haldir ki bugün Sitüasyonist yaşam, bir yaşanmışlık olarak aynı coğrafya ve dahil olan insanlarınca bir kültür nesnesi haline getirilip kullanıla da biliyor, kör gözlerin sağır dillerin izleğinde. Oysa yıkımın başladığı ve başlaması gereken yerlerde elitist enternasyonalin varlığı söz konusudur ki işte yıkımın şimdide başlaması gerektiği alanlardan biridir bu. Şehirde devrimin başlayacağı işgal edilmemiş bir sahanın varolmaması sözkonusu edilemez olduğu gibi, işgal altındaki şehir için savaşmamakta zaten başlıbaşına hatadır. Artık gelecek kaygısıyla hareket etmeyen genç insanların yapması gereken fazlasıyla iş olduğu gerçeği yadsınamaz ve bunun için harekete geçilmediği sürece gerçekler kavramlar olarak kalacak ve birilerinin yanlış dilinde gevelenip duracaktır. Gelecek kaygısından kurtulmak toplumsal patolojinin vakası can sıkıntısı yaratısından da kurtulmayı destekleyecektir. Boş vakit yaratısı gerçeği can sıkıntısı saçmalığının varlığından dolayı ayaktadır bu da bize Sitüasyonist sürecin şimdisinde olduğumuzu göstermektedir. Sıkılan ve seyreden çoğunluğun içerisinden gelen sıkılmak istemeyen ve sıkılamayan bireyler ve bunların bir araya gelişi; üretileri, saldırıları, işgalleri, hackleri isyan ve devrimdir. Şunu unutmamak gerekir ki bizlerin bugün bir Vietnam Savaşına ya da romantizmine ihtiyacımız yoktur, uzak Afrika’ya ve orta doğuya ve balkanlara kafamızı çevirirsek her şey netleşecektir. İçimize dönüp bakarsak eksik olan bir 68 Mayısının farkına varmayız, yaratmamız gereken bir Mayısın eksikliğini hissederiz sadece, hepsi bu. Eylem(ler) içleri doldurulmadığı taktirde boş vaktin ve can sıkıntısının vasat formu bir değerlendirme biçimine dönüşecektir. Ki bu da sonuçsuzluk demektir. “Sitüasyonizm özgürlüğün devrimciliğidir.” Her alanda özgürlüğün. Yarattıkları toplum içi kurallar silsilesinin hepsinin üzerine çıkabilmiş bir özgürlük. Geçmişin Fransa’sında ya da İngiltere’nin göbeğinde 70lerde olup biten her şey şimdide imkânsıza değil kışkırmaya karşılık gelmelidir. Gerçek özgürlüğün yokluğunu ve değerlerini görmeniz gereken yer sokaktır, stencil yapmak, sticker yapıştırmak, kilisenin köşesinde uyuyabilmek, gündüz vakti slogan yazabilmek, bunların yaşamın doğallıkları olduğunu ortaya koymak/koyabilmek. Neden devrimi yaşamın her anında çağırıyor olmayalım ki.
“Gösteri”sini “sermayenin birikerek imaja evrilmesi” olarak netler Guy Debord. Fraksiyonu fark etmeyen tüm siyasal gösterilere dek yaşamın bütünü Debord’un 67’de anlattığı tümün özellikle şimdi yaşadığımız dilimde yeniden ele alınması gerektiğini ortaya koyar. Medyadan sanat satılan sahalara dek zihinsel ve fiziksel sabote noktalarının varlığının haritalarının çıkarılması sadece gerekmektedir, zaten onlar karşımızda durmaktadırlar. Fikirsellikle fizikselliği birbirinden ayırma yanlısı değilizdir. Güç, fikirlerin kanalize ettiği noktada lazım olan ve harcanması gereken gerçektir. Bu “kavga”nın gerçeğidir. Modern dünyanın geldiği hal dahilinde bizler bunu yapmak durumundayızdır, yoksa onlar ait hissettiğimiz değerleri bizlere dahi pazarlamaya kalkıştıkları bu oyunu vasat çoğunluğu yanlarına alarak sürdüreceklerdir. Oynadıkları oyun öyle bir hal almıştır ki ait olduğumuz değerlere düşman olduğumuz şeylerin bizle beraber yanındaymış gibi davranarak sözde karşı çıktıkları şeylerin kendileri formuna bürünen bu insanlar gösterinin de en renkli kuklalarıdır işte. Demokrasi sahtedir, istemlerin sahteliğidir özde duran. Gösteri toplumsal denetim mekanizmalarından biridir. Gösteri sahte özgürlüktür. En basit anlamıyla; imajın şeyin yerine geçmesi olarak açıklanabilecekken maddeleştirilen ontolojinin de derin iziydi, kapitalleştirilen din gösterinin önemli alt okumalarından biridir.
Fikirsel olarak harekete geçmek için nasıl ki gereken her şey elimizin altında ise fiziksel olarak harekete geçmek için de bize lazım yegane şeyin zaten içindeyiz: şehrin! Komün ve şehircilik çoğunlukla aynı cümle dahilinde sözkonusu edilir, zira: komün dendiği vakit insanlarda uyanan kelimenin sözlük anlamı ile enternasyonal kullanımı arasında fark var, “planlamadan bağımsız, anlara, gözle görülür elle tutulur hale gelmiş olan anlara zemin oluşturacak, planlamanın anti-tezi olan bir şehir yaratmıştı komün. Baştan aşağı sıfırlanmış, sonrada baştan aşağı yeniden keşfedilen bir şehir” diye yazar G. Marcus. Kriminoloji, Türkçede “suçbilim” olarak karşılık bulmuş, S. Enternasyonalin Üniter Şehircilik Bürosu “kibarlaştırma”yı suçbilimin kollarından biri olarak görmekte elbette ki haklıydı. Bu noktada Enternasyonal şehirciliği düşünürken İstanbul’da gayet başarılı şekilde işleyen “suç”un üzerine eğilmek gerekir. Hepimizin bildiği gibi kibarlaştırmada eşsiz bir örnek teşkil eden İstanbul bizler için bir savaş ve oyun alanıdır. “Şehircilik diye bir şey yoktur, o sadece Marx’ın kullandığı anlamda bir ideolojidir” der Debord. Halkı, mimari üzerine düşündürtmeme noktasında devlet mükemmel derecede başarılıdır. Halkı düşündürtmeme noktasında sistem kökünden beri başarılıdır. Zaten düşünmemeye meyilli halka, sahipleri; mimarinin zorunlu gereksinim olduğu zırıltısını yedirmiştir. En basit anlamda onlara şunu demiştir: “Ne yani, sokakta mı yatacaksınız, kim istemez ki bir evi olsun.” Bu modern kapitalizmin en iyi işleyen uygulamalarından biridir elbette. Şehir planlamacılığı safsatası S. Enternasyonalin o zamanda belirttiği gibi olsa olsa “toplumun propaganda sahası” olabilir ancak! Onun olası tek gereği bundan başka bir şey olamaz. Nasıl ki Enternasyonal Fransa’sında Paris modernliğin yegane modeli idiyse bizim için şimdimizde bu model elbette ki İstanbul. Enternasyonalin kendi içindeki “devrim” mantığı için mimariye eleştiri getirmek kaçınılmazdı. Şimdimizin yegane eksikliği ve yetersiz güçteki savaşı işte bundan budur. O zaman söylenen şimdi buradadır: “Şehir ortamının bilinçli bir şekilde oluşturulması sorunu anca KİTLESEL BİR UYANIŞla gündeme gelebilir”
Çaresizliğe çözüm noktasında onların yaptığı gibi dönüp tarihe baktığımızda göreceğimiz biz için gene onlardır, Paris Komünü bizim için incelenmesi ve ezberlenmesi gereken bir maket gerçektir. Zira O, devrimci şehirciliğin gerçekleşmiş olan mutlak örneğidir.
Artık, mekan ile siyasi terimler arasındaki bağlantıları konuşmak, toplumun mekan içerisinde devlet tarafından ne hale getirildiği gerçeğini öne sunmaktan öte değiştirmek için uğraş vermek, anıtlarla, müzelerle, sanat satıcı ve sevicileriyle oyun oynamanın vaktidir.
“Her şeyden evvel dünyanın değiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz” diyecektir Guy Debord, şehri, iktidarın top sahası olmaktan çıkaracak yegane güçlerden biri gerçek sokak sanatçılarının yaratacağı geçici durumlarla oluşacak olan sürekli değişen dekor kullanımıdır. Ülkede her ne kadar poplaştırılmış olsa da -çok şeyde hep olduğunca- gerçek anlamda bu işi yürüten insanların varlığı ve geçici otonomları bizim için çok önemlidir. Şehri psikocoğrafya sahasına taşıyacak olan güç: sokak kolajları, grafittiler, sloganlar, hayat, sokak tümleşmesinin gerçekliğinden ve iktidarlardan sıyrılmaktan başka bir şey değildir. “Dönüştürmek” gerekli ve kaçınılmaz olandır. Şayet kendi şehrimizin bize ait haritalarını varedemiyorsak ne üzerine konuşabiliriz ki modern köleler olmuşluğumuzun dışında.
Peri masallarının toplum içine yayılıp rasyonelleştirisine dair bir amaç yoksa, sonsuz bir lunapark yaşamına inanılmıyorsa, sanrı vericilerden daha kuvvetli olduğumuza inanılmıyorsa, masal evlerinde gerçek yaşamlar sürmüyorsa, sonsuz oyun başlamamışsa, mikro topluma varamamışsak, geleceği şimdimizde doyasıya yaşayamıyorsak ve şimdi gelecekliğinden bahsettiğiniz zamansa zaten ve harekete geçmemişsek büyük bir sorunun ortasındayız demektir bu. Biz iş ve eğlence ayrımından sürüklenmeye, sanattan çalıntılamaya, toplumsal konum ve rol safsatasından anlık tüketim durumuna geçip “her şeyi her gün yeni baştan keşfetmek ve keşfedip kaybetmek” için buradayız. “Zaman ele geçmeyecek fırsatlardan örülüdür.”
Bizler sokaklarda devletin ve onun denetim unsurlarından ve güç uygulayan birimlerinden korkarak sinmiş bir köpek gibi yürüyemeyiz, yürümemeliyiz. Yapmamız gereken şey Onların dediğincedir: büyük gösterinin içinde sabotajlarla küçük delikler açmalıyız! Debord derki Lettrist Enternasyonalin insanları “hayatlarının efendileri ve sahipleridir.” Bu bizim hayatlarımıza kimsenin dokunamayacağı anlamına gelir!
J.V Martin’in bir fotoğraf üzerine döşediği gibi: “Constantine gibi bir faşistin karısı olmaktansa benim gibi bir orospu olmak çok ama çok daha iyi.”
Devrim halkın talebiyle başlar gerçeği yadsınamaz. İstemek ve başarmak ne kadar tuhaf sözcükler mi? Debord yangına benzin taşımanın iş olduğundan dem vururdu, ve biz yapılması gereken şeyin ortada olduğuna inanıyoruz zira kör değiliz!
Şenliği ve sabotajı birbirinden ayıran mantık bizden uzak dursun, şiirin savaşımına katılmayan ve sokağın debisinde akıp sistemle cebelleşmeyen de. Biz lettristlerin dada’ya “bunları biliyoruz, sıkıldık artık, başka bir şeylerden bahsedelim” dediği ve sahneyi işgal ettiği noktadayız.
Isidore Isou, yaratma süreci insanın en yüksek noktasıdır ve bu noktanın doruğunda sanat vardır ki sanatın en alası şüphesiz ki şiirdir demektedir. Önce şiirin genişlemesi kesilmiş, sonrasında şiirsel biçim öne çıkmış, biçim daha sonra saf mısra mantığı doğrultusunda ortadan kaldırılmış ve Mallarmé tarafından sese dönüştürülmüş, Tristan Tzara ise sözcüğü yok etmiştir Ona göre. Isou ise, Tzara’nın, “dada hiçbir anlam taşımaz”ı üzerine de yer alan “hiç” için şunu der: “hiç”, Tzara’nın sahnesiydi, “amaç”ı değil. Isou’nun tek derdi, harfi sözcük bütününden kurtarmaktı. O, bilincin içinde kaybolup yeniden ortaya başka bir algıyla çıkan yepyeni bir alfabe ve sistemine yönelerek kullanılmamış yeni bir dil yaratmak ve bu yeni yaratımla doğal olarak yeni sesler ve bu seslere yepyeni, bilinmeyen ve duyulmamış tonlar vermek istedi. Bu aynı zamanda, yaratma sürecinin, hayatta kalma dürtüsünden önce geldiğine derinden inanan Isidore Isou için yepyeni bir dünyanın da yaratılması anlamını taşımaktaydı!
Dil ile oynanmaya başlandığında o ya da bu şekilde belirli bir alan dahilinde ve kişi sayısında olsa da başka bir dilin mümkünlüğü nesnel olarak ortaya konur ve kabul edilirse, diğer insanlar kendi inandıkları dil (dil sistem) dahilinde tabi oldukları (itaat ve inanç) sitemi de sorgulamaya başlarlar.
Şenol Erdoğan, Otonom Z,
Potlatch Bülten, Borges Defteri (ilk YAYIN)