


ANITLAR YÜKSEK KURULUNU
GÖREVE DAVET EDİYORUZ!
Bir tek “hüzün” kaldı geriye; baki? Hiç…
“Senin olanı iyice koru…böyle davranırsan hiçbir aksilik mutluluğuna engel olamaz.”
( Epiktetos M.S 50-130)
Tarih, insanın ve onun geride bıraktıklarının izdüşümüdür. İnsan toprak üzerindeki kendi “ayak izlerini” kavrarsa ve bunu görüp bilinçlice sahiplenirse ve varlığını anlamlı kılacak bir doğruluk-doğrulukta kullanırsa bunun elbet ki tüm sorunlarına değilse de birçok kör düğüme çare olacağı kabul edilmektedir.
Üzerinde serpildiğimiz şu geniş topraklara sanki bir nehir kıyısında oturuyor ve nehrin akışını izliyormuş gibi odaklandığımızda neler karşılamaz ki bizi? 10 Bin yıllık insanlık izleri bir adım ötemizde, içimizde bizi durmadan bir sükun, huzur limanına davet eder. Bunu yaparken herhangi bir olumsuz heves, sabırsızlık ya da acil durum yok. Kimse de sizi bunun için zorlamaz. Oysa tüm o dilsiz nesneler, ayak izleri: “bizi sadece izleyin, dışarıdan bakın” dercesine yakarırlar.
Güzel bir “durum” veya “an” yaratmak, bu fiili durumu ortaya çıkarmak çağımızda üzerinde durulacak “ iyi bir şey”dir!
Bütün güzel durumların bir çeşit paradokstan çıktığını kabul ederek. Kendin için, iç huzurun için, daha önceki “adımları” “izleri” kavramak için ruh denklemini, kavrayışını, anlayışını ne kadar yukarı çıkarırsan, gerçeklik ikileminin o kadar derinine inersin. Yoğun bir varoluş akıntısıyla birlikte akarsın.
İşte tam bu noktada bir "ego" değil, “hadise-olay” olursun, ya da? Olayların bir süreci. Bunca olup biten arasında bilinç nerde durur? Bilinç bir “şey” değil, süreçtir, onu bir “nesneye” biz dönüştürürüz. Tanımlı, yer yer durağan, akan, bazen “sınırlı”, bazen tüm sınırlara, zamanlara meydan okuyan bir nesne. Bizim ölümlü, o nesnenin “ölümsüzlüğünü” müjdeleyen anlar-süreçlerin toplamı. Ego’nun ölümü, gerçek hayatının başlangıcı. Hakikat’in izdüşümü, gerçek yaşam: geride bırakılan üretim süreci, yaratıcılığın sonsuzluğu.
Günlük keşmekeşler ve tanıklık ettiğimiz olumsuzlukları haykırmak için "hangi dili", "hangi aracı" kullanmalıyız? Biliyoruz, hala “duygular için genel bir kural üzerinde hak iddia etmeye yetenekli tek şey sadece biçimdir”, iyi de duygular, duyuşlar, hissedişler her an sekteye uğratılırsa Yeni Kantç’ı dil ve üslup bile çamura saplanıp kalıyor o derdi-kederi- tıkanlıklığı aktarmak için. Akıl yoluyla kavramak, yanıtlar aramak, ifadelerimizdeki kesin cesaretin yolunu kesmemeli. Eğer bu İstanbul kentinde izlediğimiz, her gün dokunduğumuz, geçmişten günümüze aktarılan izler, adımlar, kalıntılar birer yapmacık sanatsal ürünse söylenecek bir şey yok, oysa 3000 yıllık bir birikimin hiçbir adımında o izlerin sunmak istedikleri düşüncelerle bir ayrıksılık zemini görünmez, tümü belirli bir tarih, dönem, dünya algılayışı ve düşünceye dayandırılarak oluşturulmuşlar. Tek tek ve tümü, 2000 yıl önceki bir tuğla parçasından tutun, yüz iki yüzyıl önceye tarihlenen ve nerdeyse hala tüm yaşamımızın işaret taşlarına dönüşen o şaheser mahalle anıt taşları, mezar başlıkları ve çeşmeler, sebillere kadar.
Peki bizler ne yapıyoruz? Adım adım ve binlerce yıla yayarak o ihtişamı, estetiği, tarihi, mimari dokuyu bize bir emanet olarak bırakanlara karşı nedenli vefalı davranıyoruz?
Son dönemlerde kentin üzerinde bir “Vandal” ruh dolaşıyor! Önüne geleni tahrip ediyor, yakıyor, yıkıyor! Adeta kentin tüm tarihine, mimarlık mirasına meydan okuyor!
Ve bu gidişatın ilk majör ürünü Dolmabahçe Sarayının avlusuna her türlü yasa çiğnerek gerçekleştirilen Otel projesidir. İstanbullunun elinden alınan o “Cennet Bahçesi”ne zamanında sesini çıkaramayanlar şimdilerde ise adım, adım yok edilmeye çalışılan, tahrip edilen çok daha başka güzel değerlerinin hazin, dokunaklı öykülerine tanıklık ediyorlar. Bizler Borges Defteri olarak o anıtlar, güzelliklerin üzerine olanca kin ve nefretle uzanan “kirli” ellerin geride bıraktıkları “çirkinliklerin” bir kısmını buradan yansıtıyoruz. Daha dün, Boğaz kıyısında koskoca tarihi yalıların içlerii boşaltılarak yangına kurban edildiler, tarihi kapıları bir süre sonra İstanbul'un herhangi bir “Bar”ın giriş kapısı olarak "derdest" edilerek yerlerine teslim edildi. Şimdi merak ediyoruz İstanbul’un bu orta yerindeki tarihi Maçka çeşmesinin muhteşem güzellikteki paneli ve( önyüz ile simterik olan) arka yüzü olduğu gibi hangi lanet evin, veya yalının süsü olmuştur? Bu “katliamı” bu kente kimler reva görüyor? Hangi vicdan, hangi akıl o hunharca katl edilen çeşmenin benliğine, vicdanına dokunabilir? En önemlisi tarihin bu hüzünlü tanığı şimdi nerde? Kimin avlusundaki çeşmeyi veya hangi “viranehaneye (yalı, suni saltanat- yeni yetme zenginliğin, kültürsüzlüğün, kitch hayatın) süs olmuştur?
Bu şehir, bu tarih, bu miras bu çeşmeler bu sebiller bunca mı sahipsiz? Bunca mı kimsesiz?
Bunca mı her türlü çirkin ve kin,nefret kokan ellerin emellerine açık?
Suyun bir görkemli tarihi ve öyküsü var bu şehirde, bu öykü bu güzelim abideler, bizi biz kılan değerlerdir- tek tek- , birer birer yok edilecekler, kendi hallerine terk edilecekler(Amerikan pazarının hemen arkasında bütün ihtişamıyla kendini korumaya alan! Saat Kulesi gibi) kıyıma uğrayacaklar ve biz, siz, hepimiz sadece günlük politik çekişmeler, suni kavgalar, derbederlik zemininde bu durumlara duyarsız, hissiz, buz tabakası gibi bakacağız-davranacağız? Öyle mi???
Bu her şeyden öte kendimize, tarihimize, mimari üslup ve birikimimize karşı sergilediğimiz “vicdansızlık” olur! Tarihin geçmiş sayfalarında yani ‘geçmişte yaşanmış olanların hepisi bugün bizimle birlikte yaşarlar. Kuşkusuz hiçbirimiz kaba, bize emanet olarak bırakılan güzelliklere umarsız bir ev sahibi olarak davranmak istemeyiz…
İstanbul Anıtlar Yüksek Kurulunu (1 Numaralı bölge kurul üyelerini, ki biliyoruz kentin birçok noktasındaki tarihi değerlere çok hassas ve duyarlı bir tavır sergilemişlerdir) ve Büyükşehir Belediye’mizin konuyla ilintili sorumlu müdürlüğünün dikkatini çekmek istiyoruz. Lütfen Beşiktaş ve Maçka semtindeki bu tarihi çeşmelerin iç burkan sesine kulak verin, bu güzide semtlerin sembolleri olan abidelerimizin göz göre göre yok olmasına, tahrip edilmesine duyarsız kalmayalım.
Bu en güzel abidelerimiz, mimari mirasımız sayılan çok önemli iki çeşmenin perişan halini sunuyoruz. Sesiniz, elleriniz, ruhunuz bir çember olsun ve var gücümüzle kentin bu her an bize göz kırpan muhteşem güzelliklerine, izlerine sahip çıkalım.
‘İnci, bir kum tanesinin etrafında acıyla örülü bir tapınak’ olmasın bu kez!
BORGES DEFTERİ
(borges defteri tarafından çekilen film ve fotoğrafları dikkatlice irdeleyin lütfen ve bu yazıyı ulaşabildiklerinizle paylaşın)
daha fazla bilgi, iletişim için: defterposta@yahoo.com)