
Borges okumak, hanımelinin balını emmek gibi bir şey… Başlangıçta otun kekre tadı, yüzünüzü ekşitse de, nereden geldiğini bilemediğiniz o baş döndürücü koku, birazdan çekecektir sizi metnin içine. İşte, düşle gerçeğin tangosu başlıyor! Hele, yılmayıp o kokunun izini sürdüğünüzde, şekerli özsuyun saf, büyülü tadı damağınıza ulaştığında, artık yapacak bir şey kalmayacaktır size. Hoş geldiniz sözcüklerin kozmosuna; artık siz de bir Borgenist’siniz.
Kum Kitabının, kitaba adını veren son öyküsüyle Borges’e (1899-1986) başlamak, sanırım onun dünyasına adım atmak için en uygun kapılardan biridir.
Önce Kum Kitabı öyküsü için gerekli malzemeyi vermem lazım:
1. Ana Britannica
2. Binbir Gece Masalları (Takımı eksik olabilir.)
3. Pançatantra (En Eski Hint Masalları)
4. G. Herbert ve Tasma ( The Collar)
5. Stevenson ve Define Adası
6. D.Hume ve Din Üstüne
7. J.L.Borges - Alef
Tabii, okurken onunla aynı hazzı almamız için şartları eşitlememiz gerekir. Yoksa Borges ile başa çıkamayız. Bunun için “görme engelimizi” ortadan kaldırmamız lazım. (1) Işıkları kapatalım!
Ben önceden okumuştum bu öyküyü. Ama şimdi karanlıkta, zihnimde yeniden okuyacağım sizinle birlikte. Sıkılır mıyım?... Asla! Konu Borges ise, yola her çıkışınız da bilin ki, sizi yeni bir sürpriz bekliyordur. Çünkü birkaç okumadan sonra varacağınız yer, her zaman öncekinden farklı olacaktır… Kolay okunduğu için “sağlam” görünen bazı sözcükler, karşı kıyıya geçerken bastığımız taşlar gibi kımıltılıdır. Bir anda sizi felsefi derinliklere çekebilir. Tabii, taşı kaldırmak isterseniz!.. Onun düşsel gerçekliğinin size sunduğu olanakları, asla küçümsemeyin ve asla o kadarla yetinmeyin!
Kum Kitabı öyküsünün kısa özeti şu:
Günün birinde bize bu hikâyeyi anlatan kişinin kapısına Kutsal Kitaplar satan bir yabancı gelir. Çantasından çıkardığı kitap çok ilginçtir. Anlatıcının tanımadığı bir el yazısıyla kaleme alınmış kitabın başı ve sonu yoktur. Sayfa numaraları bir dizi takip etmemektedir. Kitabın her açılışında içeriği kendiliğinden değişmekte, görünen sayfa ve resim asla tekrarlanmamaktadır. Anlatıcı, yüksek fiyatına rağmen elindeki değerli ilk kopya İncil’i ve daha yeni aldığı emeklilik çekini vererek, kum gibi sonsuz olduğu için böyle adlandırılan “Kum Kitabını” alır. Bu kitaba öyle bağlanır ki, dostlarını ihmal ederek onun tutsağı olur. Sonunda, Ulusal Kütüphanenin nemli bir rafına bırakıp kaçarak, ondan kurtulur. (2)
Şimdi karanlık ve sessizlik. Zihnimizin derinliklerine doğru, bu keyifli yolculuğa başlayalım:
“ thy rope of sands…”
Öykü, başlığının altına iliştirilmiş bu epigrafla başlıyor. Bu yarım dizenin kitapta çevirisi yapılmamış. Oysa, Borges’in -sık sık yaptığı gibi- öyküye serpiştirdiği ip uçlarının izini sürmek açısından önemli bir ayrıntı.
“senin kumdan kemendin (ilmiğin)…”
Bu alıntının altındaki isim George Herbert. (3) Boşuna demedim; Ana Britannica’yı elimizin altında tutmalıyız diye. Borges’in entelektüel aklının zenginlikleri dillere destandır. Bu dize, Herbert’ın Tasma (The Collar) adlı şiirinden. (4) Şiirin hematik yapısı içinde yaptığımız kazıdan günışığına çıkarabileceklerimiz şunlar: Bir monolog tarzında yazılan şiirde, insan, o güne dek öğrendiği ve gerçek olduğuna inandığı her şeyin, aslında onu bir kafesin içine aldığının farkına varır. Sahici olarak kabul ettiği gerçekliklerin, kumdan bir kement gibi, geçersiz ve gerçekdışı olduğunu görür. Kuralları yargılamadan bir hayat kanunu olarak ele almış ve tasmayı (kemendi) böylelikle boynuna kendi takmıştır. Kafes ve tasma, sonuçta, canlının özgürlüğünü elinden alan alegorik öğelerdir. Tasma şiiri, kendi elimizle verdiğimiz özgürlükleri yeniden kazanmaya yönelik yazılan bir isyan ve ikilem şiiridir.
Daha sonra öykünün girişinde, “sonsuzluğun” somut olarak görünür kılınması yer alıyor. Bu görünürlük, göze değil, zihne hitap ediyor. “Çizgi sonsuz sayıda noktalardan oluşur; düzlem ise sonsuz sayıda çizgilerden, oylum sonsuz sayıda düzlemlerden; üstoylum da sonsuz sayıda oylumlardan…” (5) Burada oylum, derinliği ve hacmi olan sonsuz bir mekândır.
Borges için, sonsuzluk kavramı, tüm ömrü boyunca öykülerinde zaman zaman irdelediği bitimsiz bir hayat tezidir. Tanrının Elyazısı öyküsünde biri şöyle diyecektir: “Sen uyanıklığa değil, önceki bir düşe uyanmışsın. O düş, bir başka düşle sarmallıdır, o da bir başkasıyla ve bu böyle sonsuza kadar gider, sonsuz da kum tanelerinin sayısıdır. Geriye dönerken izlemen gereken yolun sonu yoktur ve sen bir daha gerçekten uyanmadan öleceksin.” (6) Borges, Alef’te ise, bütün noktaları içine alan tek bir noktadan bahseder. Sonsuz bir noktadır ve her şeyi kapsar. “Alef’in çapı herhalde birkaç santimden fazla değildi, ama tüm âlem gerçekten ve eksiksiz içindeydi.” (7) Gerçekten de, öncesiz ve sonrasız bir nehirde akıp giden bir noktadan başka neyiz ki?..“…iki ayna arasında duran bir küre gördüm, aynalar küreyi sonsuz sayıda çoğaltıyorlardı.” (8)
Bu sonsuzluk algılaması içinde, anlatıcının anlatacağı şeyin gerçek olduğunu iddia etmesi de masum bir ironi olarak kalıyor. “Her düşsel öykünün gerçek olduğunu belirtmek moda oldu günümüzde, ama benim ki gerçek.” (9) Anlatıcının araya girerek öykü ile ilgili yaptığı açıklamaların, bir Borges klasiği olduğunu bildiğim için artık eskisi gibi şaşırmıyorum.
Kapıyı çalan yabancının hatlarının belirsizliği, anlatıcının miyopluğunun ötesinde, düşle gerçeğin ince sınırında dolaştığının bir göstergesi. Sonsuz bir akış içinde, hangi gerçek, bir düşten daha sahici olduğunu iddia edebilir ki?.. “Yüz hatları pek keskin olmayan uzun boylu bir adamdı. Belki de miyop oluşum yüzünden bana öyle göründü.” (10)
Anlatıcıda, İncil’in ilk Wiclif (11) kopyasının bulunması fantastik bir durumdur. Öykü içinde Borges’le örtüşen pek çok yanı da karşımıza çıkacaktır. Borges öykülerinde, kendiyle ilgili veya ansiklopedik bir çok bilgiyi, tarihi, mitolojik öğeleri, öykünün gerçek çivileri olarak temeline çakarken bunların üstünde asıl kurmacasını oluşturur. Gerçekle gerçeküstünün büyülü yapısıdır bu.
Satıcının, anlatıcıya teklif ettiği Kutsal Kitap, Bikaner sınırından (12) alınmış, sırtında “Holy Writ” (Kutsal Kitap), altında “Bombay” yazan, sekiz ciltlik, bez kaplı, bir çok elden geçtiği belli olan, ağır bir kitaptır. İncil’de olduğu gibi iki sütun olarak basılmış, bentler halinde düzenlenmiştir. Sayfa numaraları Arap sayılarından oluşsa da bir sıra takip etmez. Satıcı, bu kitabı yoksul bir Hindu’dan İncil karşılığında almıştır. Yerli, adının Kum Kitabı olduğunu söylemiştir. Çünkü kitabın da kum gibi, ne başı, ne sonu vardır. Satıcının “Kitapların Kitabı” diye adlandırdığı bu kitabın her açılışta, sayfalarının içeriği değişmekte ve asla
tekrarlanmamaktadır. Sayfalar, kitabın içinden fışkırarak bilinmeyen bir sona uzanmaktadır. İşte, sonsuzluk kavramı yine çıktı karşımıza! Sonsuz bir akış içinde anlamlı görünen her türlü sınıflamanın, normların, hatta bilginin -sayfa numaraları- ne önemi var ki?..
Kitabın kutsallığı, diğer kitaplardan farklı olarak bu “şeytansı” özelliklerinden gelmektedir. “Şeytansı kitabına karşılık Tanrı’nın kitabını verdiğimden bu yerli adamı kandırmadığımdan eminim.” (13)
Anlatıcı, satıcının Orkney’li (14) olduğunu öğrenince, Stevenson (15) ve Hume ’a (16) gerçek bir tutkusu olduğundan bahseder. Satıcı ise, onu düzeltir:
“Ve Robbie Burns’e demek istiyorsunuz.” (17)
Yani satıcı, Stevenson ve Burns’e sahip çıkarak, Hume’u dışarıda bırakır.(18) Burada zekice bir alegorik yaklaşım vardır: İkisinde de ortak bir değer ifade eden Stevenson, dipnotlarında belirtildiği gibi, yapıtlarına koşut olarak düş dünyamızın, imgelem gücümüzün simgesidir. Hume ise, deneyciliği ile kuşkuların tabii! Satıcı, Burns’ü ekleyerek, kuşkuların yerine lirik söylemi ve inancı koyar.
Anlatıcı, kendinde olan İncil’in ilk kopyasını ve emeklilik çekini vererek Kum Kitabı’nı alır. Böylelikle Kitapların Kitabı yine İncil’le yer değiştirmiştir. Hem de en değerli İncil ile! Üstelik, ömür boyu bir emeğin karşılığı olan bir çek ile birlikte.(19) Bu ne büyük bir bedeldir!
Anlatıcı hem onca yıl sarf ettiği emeğin karşılığını, hem de evindeki en değerli hazinesini vermiştir. Satıcı ise, hiç pazarlık etmemiş ve “kitabı ona satmaya” kararlı gelmiştir.
Anlatıcı, satın aldığı Kum Kitabını önce Wiclif’in yerine koymayı düşünür; ama sonra takımı eksilmiş Binbir Gece Masallarının “arkasına” gizlemeyi kararlaştırır. Tüm çevirilerin haklı olarak “arkası” şeklinde yapılmasına rağmen, ben “arasına” diye düşünmeyi yeğliyorum. Çünkü takım eksiktir. O takımın arasına koyarak gizleyecektir. Sonsuzluğun Kitabının gizleneceği en doğru yer, Dünya Edebiyatı’nın sonsuzluğu simgeleyen en önemli baş yapıtlarından birinin arasıdır tabii.
Anlatıcı için artık Kum Kitabı bir hazinedir. Onun çalınma korkusuyla birlikte, sonsuz olup olmaması kuşkusu atbaşı gider. Ama kitabı günlerce inceledikten sonra hiçbir kuşkusu kalmaz. Ayrıca resimlerin iki bin sayfa arayla ortaya çıktığını, bir resmin de bir daha tekrarlanmadığını keşfeder. Düzensiz görünen kitapta sanki gizli bir düzen vardır. Düşünde bile kitabı görür.
Kitap korkunçtur. Tabii, ona dokunan da bu lanete bulaşacaktır. “Kitabın korkunç olduğunun ayrımına vardığımda yaz bitmek üzereydi. Gözleriyle gören, on parmağıyla ve tırnaklarıyla dokunan kendimi ondan daha az korkunç algılamam bir işe yaramazdı.” (20)
Anlatıcı bu kitabın, bir karabasan nesnesi, gerçeği lekeleyen ve bozan kötü bir şey olduğunun farkına varır. Kitaptan kurtulmak için yakmayı düşünür. “Yakmayı düşündüm, fakat sonsuz bir kitabın yakılmasının yine sonsuz olmasından ve dumanı ile gezegenimizi boğmasından korktum.” (21)
Sonunda Anlatıcı, kölesi haline geldiği Kum Kitabını, bir yaprağın en iyi bir ormanda gizlenebileceğini düşünerek, Ulusal Kütüphaneye bırakarak kaçar.
Ve Suyun Altındaki Öykü(ler)
Borges’in diğer öykülerinde olduğu gibi, bu öykü de burada bitmez. Bitmemeli! Fantastik bir kurguyla bir solukta okuduğumuz bu keyifli, eğlendirici öyküyü, kütüphanemizdeki ait olduğu yere terk etmeden önce başka açılımları üzerinde durmamızda yarar var. Öykünün her düşünsel egzersizinde, Kum Kitabı’nda olduğu gibi, karşımıza farklı bir sayfa, farklı bir resim fışkıracaktır. Zihnimizi karanlıkta biraz daha eşeleyelim:
Kitap kavramı bize iki şey çağrıştırır. 1. Kutsal Kitap(lar) 2. Edebiyat.
Kum ise, zamanı ve sonsuzluğu…
Kum Kitabı, yeni bir Kutsal Kitap mı?...
Kutsal Kitaplar, bir sonsuzluk (ve başlangıç) bilgisidir aynı zamanda. Borges, mucizevi bir Kutsal Kitap üzerinden, insanların bitmek bilmeyen sonsuzluk (hayatın gizi, kader, ölüm…) arayışlarını ve aslında bu çabanın gereksiz olduğunu ortaya koymaktadır. Zamanın ve mekânın sonsuzluğu içinde “Kutsal” ın anlamı nedir ki?... İnsanlar, ancak bu amansız sorgulamadan -ve Kum Kitabı’ndan- kurtulduklarında huzur bulabilirler.
Satıcının yoksul Hindu’ya İncil’i vermesinin evengalist çabaların bir sembolü olduğunu rahatlıkla düşünebiliriz. Bu nedenle Orkney’li Satıcının Hume’dan haz etmemesi de doğaldır. Çünkü anlatıcının benimsediği Hume, kanıt ister! Ve, “Hıristiyanlığın gerçekliğinin kanıtı, bizim hislerimizin gerçekliğinin kanıtından daha azdır.” der.
Yoksa, bu Kum Kitabı dediğimiz şey, bu alemin “Yazın Külliyatı” mı?
Edebiyat, öyküde Kitapların Kitabı olarak kutsallığın ötesinde konumlanmıştır. Tek bir Kum Kitabı’na indirgenen edebiyat, kitapların en kutsalıdır. Yeni imgelemlerle, yeni düşlerle, yeni sözcüklerle kendini sürekli yenileyerek sonsuz yolculuğuna devam edecektir.
Öykü boyunca irdelenen sonsuzluk, iki temel çağrışımın da ortak paydasıdır. İnsanın mutluluğu için sonsuzluğun açımlaması gerekir. Kutsal Kitapların olduğu kadar, Edebiyatın da ereklerinden biri budur. Öykünün başında, şiirine gönderme yapılan ve bir Papaz olan Herbert’ta bunun peşindedir. Hem din adamı kimliğiyle hem şair kimliğiyle boynundaki kumdan ilmeği çıkarmak ve özgürleşmek ister.
Diğer taraftan, her yazar, başka bir yazarın aynı zamanda okurudur. Her okur, metni yazarından bağımsızlaştırarak yeniden yazar. Bu öyküde satıcı ve anlatıcının aralarındaki ilişkinin sırrı budur. Borges’in anlatıcı ile aynı adreste oturacak kadar örtüşmesi boşuna değildir.
Edebiyat, metinlerin birbirine görünmez iplerle bağlı sarmalıyla, kâh öykünerek, kâh keşfederek sonsuza uzanacaktır. Her metin başka bir metnin döl yatağı olur ve Kum Kitabı’nın içinden sürekli fışkıran tekrarlanmayan yeni sayfalar olarak ortaya çıkar.
Öyküde Edebiyat, her seferinde, karşılığında Kutsal Kitap -hatta en değerli ilk kopyası- verilerek elde edilir ki, bu da öyküde edebiyata atfedilen önemin somut bir göstergesidir.
Kum Kitabının gerek fiziki ayrıntıları, gerekse büyülü içeriği , edebiyatın genel karakteristik özelliklerinin sıralanmasından başka bir şey değildir. Edebiyat (Kum Kitabı), dinler ve kültürler üstüdür. İncil’deki bentler şeklinde yazılmış olması, Arapça sayfa numaraları bu nedenledir. Kitabın elde edildiği Bikaner sınırı, dinlerin ve kültürlerin karıştığı eski bir coğrafyadır. Hemen hemen bütün dinler bu topraklarda mevcuttur. Burası aynı zamanda Edebiyatın doğduğu yerdir. Çünkü yazılı ve sözlü Hint söylenceleri dünyanın en eski edebi yapıtları olarak kabul edilmektedir. Bu da Kitapların Kitabının üzerinde yazan “Bombay” yazısını yeteri kadar açıklar.
Kutsal Kitaplar karşısında Edebiyat, tabii, biraz da “şeytan işi” dir. İnsanda olduğu gibi, onun bir aynası olan Edebiyatta da, iyi ve kötü bir aradadır.
Stevenson-Hume-Burns, yani üç ünlü İskoçyalıda şekillenen imgelem-deneye dayalı, kuşkucu nedensellik arayışı- şiiri de içine alan duygulu, inançlı söylem, bir edebiyat yapıtının temel unsurlarındandır. Hume ve Burns örneğinde de görüldüğü gibi edebiyat, inanç ve kuşkuyu birlikte kapsayan, herhangi bir Kutsal Kitabın kapsama alanının dışında, çok daha geniş bir şemsiye açar yeryüzü üstüne. Burada asıl olan imgelem kudretidir. Bunun için, öyküde, Stevenson hem satıcının hem anlatıcının ortak tercihi olmuştur. Çünkü edebiyat her şeyden önce bir kurmacadır.
Satıcının alıcıyla pazarlık etmemesi ve satmaya kararlı gelmesi, aslında yazar-okur ilişkisi ve metinler arası etkileşimin bir ifadesidir.
Wiclif İncil’inin yerine Edebiyatı konumlamak, dogma bilginin yerine sanatı önererek insanı özgürleştirmeye bir davettir. “Kum Kitabı’nı, Wiclif’den boşalan yere koymayı düşündüm, fakat sonunda ciltleri eksilmiş Binbir Gece Masalları’nın arkasına gizlemeyi yeğledim.” (22)
Bununla birlikte Dünya Edebiyatının en eski başyapıtlarından biri olan ve sonsuzluğu simgeleyen Binbir Gece Masalları, “Edebiyatı” kucaklamak için en uygun yerdir.
Anlatıcının, satın aldıktan sonra Kum Kitabı ile olan ilişkisi, yazarın huzursuzluğunu ve gündelik yalnızlığını ortaya koyar. Kitap yüzünden anlatıcı-yazar, dostlarını bırakır, kitabın
-edebiyatın- tutsağı olur. Edebiyatı, sahip olduğu yegâne hazine olarak görür, çalınma korkusu duyar ve onun, sonsuzluğu yakalayabilmenin biricik anahtarı olduğunu bilir.
Yazarların, özgün yapıtlar ortaya koyması, değişik anlatım yolları bulması, yeni biçemler oluşturarak kendini farklı kılmaya çabalaması, edebiyatın sonsuza akan yolculuğunda çok önemli rol oynayacaktır. Sayfalar bu nedenle asla tekrarlanmaz. Metinler, görünmeyen, ama birbirine sıkı ilmeklenmiş -kumdan- bir zincir oluşturur. Edebiyat tarihinde dönemsel inişler çıkışlar olsa da akış süreklidir. Anlatıcı-yazar, düşünde de yazmakla iç içedir. Kuşkusuz düşlerle yazı arasında sıkı bir ilişki vardır. Düşlerimiz tam anlamıyla özgündür; sadece bize aittir, tekrarlanamaz. Kum Kitabı’nda bir kez görünen resimler gibi...
Edebiyat tabii ki, korkunçtur. Hayatı değiştirir. Gerçeği bozar; kendi cemaatini ve cennetini yaratır gibi, yeni bir gerçeklik ortaya koyar. Bu yaratımın mimarı olarak yazar da korkunçtur. Bu anlamda yazar, edebiyatla lanetlenmiş düş gezginidir. Yazarın kitaba “on parmakla” dokunması yazma eylemine açık bir göndermedir.
Kitabın yakıldığında yeryüzünün dumana boğulabileceği betimlemesi, edebiyatın ortadan kalkmasıyla, insanın yaşamsal damarlarının koparılarak hayatın sonlanmasından başka bir şey değildir. M.Ö. 200 yıllarında Çin’de başlayan kitap yakmanın tarihi, günümüzde Isparta Sütçüler Kaymakamının Orhan Pamuk’un kitaplarının yakılmasına ilişkin genelgesine kadar uzanır. Kuşkusuz bu yakımların en meşhuru, 1933 Berlin Opera Binası meydanında gerçekleşmiştir. Birçok ünlü yazarın yirmi bini aşkın kitabı, Naziler tarafından yakılmıştır. Borges böylelikle, zaman zaman edebiyatın karşılaştığı bu yobazlıklara da gönderme yapar.
Ulusal Kütüphaneye bırakılan kitap, edebiyatın sürekliliğini ifade eder. Metnin yazarla yolları ayrılır. Ama yapıt, ondan bağımsız bir kum tanesi olarak, sonu belli olmayan bu kumdan nehirde -bizim şimdi yaptığımız gibi- binlerce kez yeniden yazılarak yolculuğuna devam edecektir.
Yzarı: Hakan İşcen
(1) Bu öyküyü Borges, kitabın diğer öyküleri gibi, tümüyle kafasında oluşturdu ve sekreteri Maria Kodama’ya dikte ederek yazdırdı. Çünkü artık neredeyse tamamen kör olmuştu.
(2) Kum Kitabı, J. L. Borges, İletişim Yayınları, 7.Baskı 2006, Çeviri: Yıldız Ersoy Canpolat.
(3) George Herbert, İngiliz rahip ve şair. [1593-1633]
(4) www.ccel.org/h/herbert/temple/Collar.html: Şiirden bir bölüm: (…) forsake thy cage/ Thy rope of sands/ Which pettie thoughts have made, and made to thee/ Good cable, to enforce and draw/ And be thy law/ While thou didst wink and wouldst not see./ Away; take heed:/ I will abroad.(…)
(5) Kum Kitabı, Syf.101
(6) Alef / Tanrının Elyazması, J. L. Borges, İletişim Yayınları, 6.Baskı 2005, Çeviri: Tomris Uyar, Syf. 105
(7) Alef, J.L. Borges, İletişim Yayınları, 6.Baskı 2005, Çeviri: Fatma Akerson, Syf.146
(8) Alef, Syf. 147
(9) Kum Kitabı, Syf.101
(10) a.g.e, Syf.101
(11) John Wiclif (1320-1384) İngiliz Teolog. 1380’de Yeni Ahit’i Latince’den İngilizce’ye çevirdi. Bu, bin yıldan sonra halk diline yapılan ilk çeviridir.
(12) Bikaner: Hindistanın Pakistan’a yakın sınır şehri. Şehre yakın Karni Mata, en bilinen Kutsal Hindu Tapınaklarından biridir.
(13) a.g.e, Syf.103
(14) İskoçya’nın Kuzey Kutbuna en yakın takımadaları. 5500 yıllık bir tarihe sahiptir.
(15) Robert Louis Stevenson [1850-1894] İskoç, yazar. Edinburg’da doğdu. Define Adası ve Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Yazarı. Define Adası, fantastik dünya klasiklerinden biridir.
(16) David Hume [1711-1776] İskoç filozof, ekonomist ve tarihçi. Deneyden bağımsız elde edilen bilgiyi yadsır. Bilgide zihnin ötesine geçilemeyeceğini savunur.
(17) Robert Burns [1759-1796] İskoç şair. İskoç Milliyetçiliğinin ve Kültürünün sembolü olarak görülür. Öldükten sonra romantizmin önemli bir karakteri olmuştur. Doğum tarihi 25 ocak, İskoçya’da ulusal tatildir.
(18) Norman Thomas Di Giovanni çevirisi. (“You mean Stevenson and Robbie Burns,” he corrected.) Ayrıca Münir H. Göle çevirisi. (İletişim Yayınları,1990)
(19) Ben burada Yıldız Ersoy Canpolat’ın çevirisine sadık kalıyorum. Ama Norman Thomas Di Giovnni’nin İngilizce’ye çevirisinde bu çekin bir aylık emeklilik çeki olduğu belirtilir. (H.İşcen)
(20), (21), (22) a.g.e, Syf.105