

“Dinler arası diyalog” , “Medeniyetler arası diyalog” terimlerini doğu düşünürleri “türetmedi” kimi Batılı stratejik düşünce merkezlerinin büyük, majör projelerinin ( Büyük Orta Doğu gibi) aracıdır bu yaklaşımlar. Yani yer yer fiziki, coğrafi, harita oyunları gibi tehdit unsurlarının yanında, bazen yumuşak inişle bu bölgenin kimi üretken aydınlarından “zaman çalma” amacıyla “türetilen” içi boş kavramlardır, post modernizmin saldırı kuvvetidir. Bazen “bizleri” kendi halkları nezdinde “şeytanileştirirler” tersinden kendilerini cennetlikleştirirler!(eski ritülleri olan cadı yakma ruhsal doyumlarını bizlerin üzerinden sağlıyorlar son zamanlarda), yani tamamen teolojiden gider, bazen işleyişin başka yamalama yöntemini de kullanırlar. Bizler artık yeni dönemin Batısını alışık olduğumuz, çok sevdiğimiz, okuduğumuz o “usta kuşak düşünürler, teorisiyenler”’le değil tek vücut olarak doğunun tüm değerleri karşısında saf tutmuş post modern paranoya- şizofreni ile tanıyoruz.
Onlara bakarken kendimizi de eleştiriyoruz, eleştirmeliyiz, yoksa tek yanlı körlük olur.
Son 20 yıldır bir konu kesinlik kazandı, hani o Hegel’in savunduğu (Yadsımanın yadsınması teoremi) düşünce girizgahını ve yol haritasını kullanırsak, şöyle bir çarpık ama çapraz durum ortaya çıkıyor Batılı nezdinde “ötekileştirmek” mubahtır, kuşkusuz ki onlara göre bu girşim “takdire” şayandır, çünkü ancak “ötekiyi” yadsıyarak kendi olur, Doğu dünyasının eski köklü medeniyetlerinden gelen kodlarla böylesi bir “ötekileştirme” yönelimi hemen hemen ya çok zayıftır, ya da en azından hiçbir yazılı kil tablet, belgede savunulmamıştır. Ama bu düşünceye değer veren toplumlar en azından şunu deneyebilirlerdi, onlara göre “ötekinin” ( yani bizlerin) hem “farklı” hem de “ evrensel insani değerler”açısından kendisiyle eşit olduğu kuralı…
Konuya ve yazımızın başlığına direkt girersek, Sanat insan ırkı kadar eskidir, örneğin doğu steplerinde Tibetlerin ve Çinlilerin en mükemmel resimlerde esas güdü soyut düşünceye bir biçim vermekti, hatta günümüz sanat tarihi o resimlerde daha anlayamadığı kimi biçimleri tespit ediyor, yani binlerce yıl öncesinde bile işin kolayına asla kaçmamışlar. Bütün bir coğrafi medeniyetlerimizi irdeleyin sanatlarında gücün, şefkatin, mitolojik anlatımların, sevincin, yalnızlığın inanılmaz derecede “estetik” anlatımını bulursunuz.
Şimdi izlediğiniz (yukarıdaki) bu iki kare resim ( Enstalasyon’dan detaylar) ne anlatmak istiyor?
Doğu dünyasının ve de İslam aleminin en kutsal “mekanı” dahil, tarihi ve bir çok eski insan yapımı dinler tarihi, mimarlık ve sanat tarihi açısından irdelenebilir, sanat’ın da inceleme konusu olabilir buna kimse itiraz etmez, ama şu göründüğü biçimiyle ve verilmek istenilen derin-sarsıcı-zihniyet bulandırıcı mesajıyla, üzüntü verici biçimiyle ne denli yukarıda saydığımız nedenlerle ilintili olduğuna siz karar verin.
Kabe yapı olarak Piramitlerden daha önce yapılmıştır, insanlığın (dinler ötesi) ilk kutsal mekanlarındandır, İbrahim Peygamberin yadigarıdır insanoğluna(başka bir arkaik anlatıma göre Adem'in ilk sığınağıdır), yani teolojik tarihçesinde en önemli med-cezirlere tanıklık etmiş bir yapıdır. Arap yarımadası İslamiyei kabul ettikten sonra da burası önemini yitirmeyerek “merkez” çekim kuvveti olarak ve sil baştan her şeyi sıfırlayarak ( içindeki heykel ve putlar ikinci kez temizlenerek ve paganizmle köklerini temelli kopararak) tüm İslam dini mensuplarının her gün birkaç kez yüzünü çevirdiği yer oldu. Tarih süresince bütün doğu düşünürleri, teologları nezdinde öteki semavi dinlerin kutsal mekanları hep korundu, ibadet serbestisi tanındı, onların kutsal değerleri, öğretileri gerçek doğu mutasavvıfların da kutsalı oldu.
Şimdi bu sergi, yani iki kare görüntüsünü (izlediğimiz sergiden), sergi mekanına ev sahipliği yapan Paris'ten! "Dream Exhibition" adlı ve 8 March-01 April'e kadar sürccek olan sergiden.
Sanatçı (lar) güya sözde “güncel sanat” yapıyor ve Kabe’ye göndermeler yaparak, içine neon kırmızı- pembe ışıklar yerleştirerek bir yatak bırakıyor ve yatak üzerine kadın iç çamaşırlarını, bunla da yetinilmiyor iç duvarına da yine neon ışıkla “Helal” sözcüğü yazılıyor! Tam bir şok voltajı!
Bu nedir Allah aşkına?
Düşünce özgürlüğü mü? Yoksa çok pis, adice yapılmış bir kışkırtma mı?
Bu zihniyetler daha dün karikatür olaylarında kaç kişi hayatını kaybetti, göremiyorlar, algılamıyorlar mı? Yani bunca mı körleşti benlikleri? Bu ne biçim bir AHMAKLIK, GADDARLIK böyle? Bu ne had, hudut, kendini, ötekini bilemezlik? Toplum psikolojisi bir bilim dalıdır, boşuna mı Freud onca dirsek çürüttü?
Analtik yaklaşımdan anlamyan tümden düşünce berduşu musunuz? Sanmıyoruz!
O dalgasını geçtiğiniz mekanın bir milyarı aşkın insan için ne anlam taşıdığını sanki hiç bilmiyorlar mı? ( af buyurun merkepler gibi biliyorlar, şimdilik işlerine yarıyor bu bilinç çatırdatma operasyonları ). Her yaptığınız zırvalığı gözü kapalı onaylayacağımızı mı sanıyorsunuz? Ah ne güzel, ne “cici” bir “güncel sanat”- Enstalasyon- mu demeliyiz? Hangi kuvvetin maddi-manevi desteği var ve hangi arka planın hizmetindedir bu girişimler? Son dönemde yapılan ve çoğu film festivallerinde yüceltilen yapıtlar da cabası! Tarihçiler o filmlerle dalgalarını geçiyorlar, oysa zihni bulanık “entellektüllerimiz” hala onlardan nasıl , hangi parayı, fono koparacaklarını irdeliyorlar.Kin, nefret kusan ve var oluşumuzu(kardeşliğimizi-bütünlüğümüzü) inkar eden kapıları utanmadan aşındırıyorlar. Bir ülkeyi- ulusu yanı başımızda yok etti bu zihniyetler, daha bu kış uykusu ne zamana kadar sürecek? Onlarla çok temelli bir teorik, felsefi hesaplaşmanın çilesini kabullenmiyor düşünür, aydınımız, kapılarına kulluğu kendilerine reva görüyorlar, Kant'ı bırakın daha Hegel estetiğinin ne olduğunu bilmeyen, okumayan, çözümlemeyen zihniyetlerden ne bekliyoruz?
AB, kendi majör planını, düşüncesini, emellerini desteklemeyen hiçbir düşünce kuruluşuna günahını bile vermez.
O kapıya dayanan kültür-sanat vakıfları, kimi sanatçılar bütün etik ve özgür düşünce dayanaklarını da kaybetmişler bizim nezdimizde. Pervane gibi yanmayı göze alamıyorsanız en azından "tepkizliği" seçin, inanın bu admların kulu olmak kadar indirgenmiş bir ruh hali olamaz.
Bu ülkenin sanatı, edebiyatı daha düne kadar bu fonlarla mı yol aldı? Karacaoğlanlar, Manas desteanları, Gılgamış efsanesi nasıl yaratıldıysa öyle devam edecek tarihin, kültürün akışı. Anadolu sanatçısını, ustasını bunca ezik duruma düşürmeye kimsenin hakkı yoktur. Kendi iç bütçesine bütçe ekleyeceksiniz diye, bizim sanatçımızı, yazarımızı kimsenin hiç bir vakıfın, kuruluşun, oluşumun devalu etmeye hakkı yoktur. Bu diyarların sanatçısının başı hep yedi gök katına kadar nasılsa ki dün dikti, hep dik, onurlu kalacak...Dileyen gitsin buyursun kişisel başvurusunu yapsın. Buyurun AB başvuru masasına, ne dileğiniz varsa sizi bekliyorlar, hemen şimdi ! acele edin Euro sikkeleri ile döşenmiş tren kalkıyor! Utanmadan Kentin Bienalı'nı da içi boş , kof, neredeyse kendimizi aşağılayacak içerik, kavramlarla adamlara altın sept içinde teslim ettik: "Şiirsel Adalet" miş! Evet gördük şiirsel adaletini Batının!
Soykırımı Bosna'da izlediler, Bağdat'ta ise fiilen bu insanlık suçunu işlediler, işliyorlar! Kime, gelmiş ne anlatıyorsunuz, biraz haysiyetli, onurlu, dim dik duralım, neden kimden korkuyorsunuz? Nedir bu pespayelikler? Mdeniyetin beşiğine ayak basıyorsun ve bu şansını hiç değerlendirmiyor, yoğunlaşamıyorsun! Daha dün Pitagor Bodrum sahilinde geziyordu! Gılgamış senin toprağında yazıldı! Bu ne böyle özgüvenden yoksun bir duruş?
Ah Koca uygarlıkları göğüsünde barındıran Anadolu...
Eğer bu adamlar gelip hala “tahkim yasası”, “petrol yasası” gibi sömürge düşüncelerini bizlere dayata biliyorlarsa , verecekleri sponsorluk ve parasal ilişkilerinde de benzer istemlerini hepimize dikte ettirecekler.
Amerika ve Avrupa şu an yumuşak karnımız neresi ise oradan vurmaya çalışıyor. Yer yer politik oyunlarla, yer yer kent sanatı olan karikatürle ve hatta gerekirse “güncel sanat” ve Enstalasyonlarla! Aman ne güzel, ne alaaaa! Kazanız mübarek olsun!
İyi ki bu tezgahın ne kıyısında ne de merkezinde hiç bir işimiz yok!
Antik dönem heykel atölyelerinin bulunduğu Afrodisias bölgesinde geçen tarihi bir söylencedir, usta heykeltıraş Xenun bir gün atölyesinde çalışmaktadır, çırağı döner ve ustasına sorar:
- “ Tanrı nedir ustadım?”
Xenun: “Tanrı sevgidir, ve bunun için bu sevginin arzusu sanat alanında güzellik biçiminde tezahür etmektedir”
- Ustadım şu Dionysos da mı öyle?
Xenun: “ evet o onların en çılgınıdır”.
Bizlere de gerçeğin en çılgını, en derini, ele avuca sığmayanı gerekiyor! Ama “öteki” diye damgalanan birilerinin değerlerine, inançlarına asla ve da asla hakaret etmeden!
Biz diyoruz ki yeni çağın sanat’ı geniş ve her şeye açık, açılı olmalı, bu yeni ve hiç denememiş bir güzelliğinde habercisi olur.
Yapabiliyorsanız başımızın tacısınız!
Saygılarımızla
Borges Defteri Moderasyon Grubu