Published Pazar, Ocak 28, 2007 by borges defteri. 
Bu güzel öyküyü sevgili Ali Rıza Arıcan,
Yaşadığı kent Ho Chi Minh (Vietnam)’dan deftere gönderdi,
Saigon’da bir aşk masalı da diyebilirsiniz…Öykü görsellerini Ressam Frindin'in müthiş çalışmalarından seçtik... Teşekkürler sevgili Ali Rıza//Defter

Hiçbir şey hayatın kendisi kadar şaşırtıcı olamaz, yazı dahil...
Büyük bir alışveriş merkezinin inşaatı için ayrılmış geniş arazinin üzerinden sessizce süzülüp gelen rüzgar, yola ulaştığında hız kazandı ve kenarda park etmiş hâlde duran motorsikletin üzerine hafifçe dayanmış olan Tram’ın saçlarını gözlerinin önüne doğru sertçe savurdu. Genç kız elindeki yemek kabını koyacak bir yer ararken bir yandan da gözlerinin önüne doluşan saçlarını toparlamaya çalışıyordu. ‘Bu rüzgar da nereden çıktı?’ diye geçirdi içinden yüzünde şikayetten çok tiksinti dolu bir ifade belirirken. Onu kızdıranın rüzgar mı yoksa geç kalıp yarım saattir yalnız başına onu bu ıssız yerde bekleten Khan mı olduğuna karar verememişti. Kentin merkezinde, Saigon Nehri’nin kenarında, Pham Ngu Lao’da ya da Bağımsızlık Müzesinin önündeki parkta buluştukları zamanlarda her şeyi birbirine katan rüzgar olmazdı. Belki olurdu da Tram fark etmezdi aşkın sıcak tuttuğu kalbiyle kente ve içindekilere farklı baktığı için! Hem o zamanlar Khan geç kalmazdı buluşmalara. Ne yemeğini soğuturdu ne de kendisini böylesine ıssız bir yerde bekletirdi uzun uzadıya. Oysa son bir aydır, buluşma yerini Phu My Hung’daki bu karanlık köşeye kaydırdıklarından beri Khan her seferinde değişik bahanelerle gecikiyordu. Geçen geç gelişinin gerekçesi o gün işe gelmeyen arkadaşıydı, bir öncekinde ise patronun herkese bir saatlik ek iş vermesiydi. Tram her ne kadar Khan’ın söylediklerine inanmak istemiyorsa da affediyordu onun geç kalmışlığını kısa sürede. Çünkü Khan yanında yokken saçları birer birer yolunan bir zavallı gibi acı çekiyordu elinde olmadan. Hiçbir şey olmasa, motorsikletin üzerine birlikte oturup, ellerini birbirlerine kenetleyip, yoldan geçen arabaları ve insanları izleseler yeterdi onun için. Sonuçta aşktan tüm beklentisi yakınlık ve sıcaklık idi. Bedenler birbirine değdiği ve gözler birbirini izlediği sürece aşkın devamı olanaklıydı. Aksini düşünümiyordu.

İlk zamanlar nehrin kenarına giderlerdi buluşmak için. Nehrin sonsuz uzunluktaki gövdesine ve akan suyun insana ruhunun durağanlığını unutturan gizemine bakarlardı henüz olmayan gelecekleri adına hayaller kurarlarken. Tram için kentin ortasından geçen bu çamur rengi nehrin çok farklı anlamları vardı. Yüzyıllardır aynı nehrin kenarında buluşup birbirlerine sarılarak şarkılar söyleyen aşıkların varlığını düşünürdü buraya geldiğinde. Bazen yüzyıllar önce nehirde gezinen aşık bir çiftin düşürdüğü fildişinden yapılmış bir tarağın ya da gümüş bir yüzüğün hayalini kurar, bu değerli hediyelerin nehrin dibindeki yalnızlıklarına kendisini ortak edip varlıklarından bile emin olmadığı şeyler için hüzünlenirdi. Orada, nehrin dibinde, çamur rengi bir yalnızlığa mahkûm olmuş üzeri Çinli ya da Fransız motiflerle süslenmiş fildişi tarağın varlığı kendi varlığına bir gerekçe yaratıyordu sanki. Onun için nehir hüzün demekti. Bunu renginden, akışındaki sessizlikten ve üzerinden eksik olmayan rüzgarından biliyordu. Birlikte olamayan aşıkların medet umduğu bir ölümsüzlük pınarı, bir çeşit mutlak dinleyiciydi nehir. Kentin her türlü insanı buraya gelirdi yorgun bir günden sonra. Dilenciler kimsenin göremeyeceği oturakların arkasına konaklanıp, yaralarını en acındıracak şekilde gösterecek sargıları burada sarar, ardından da akşam mesailerine giderlerdi. Zengin işadamları süslü eşleriyle birlikte nehrin kenarından kalkan ışıklı botlara binip, Tram’ın bir ayda kazandığı parayı, bir akşamlık müzikli yemekte harcarlardı. Çiçekçiler, yapışkan pilav satıcıları, tatlıcılar, ananas soyup, parçalarını torbaya koyup satan yaşlı nineler, sıcak toz kömürün içinde kestane kavuran delikanlılar, müşteri bekleyen motorsiklet taksiler ve tabii aşıklar nehrin her akşamki konuklarıydı.

Nehrin ve rüzgarın akşam karanlığındaki karışımı en çok yalnızlığı çağrıştırıyordu Tram’a. Yalnız olduklarını hissettikleri zamanlarda nehrin geçmişinin getirdiği şaşırtıcı güven duygusuyla Khan’ın sıcak gövdesine sıkı sıkıya sarılırdı Tram. Zamanla bu sarılmanın doyma noktasının olmadığını kavradı. Önceleri haşlanmış mısır, dondurma ya da kek getirirdi buluşmaları bölmeksizin uzun tutabilmek için. Zaman geçtikçe yemek bir lüksten çok ihtiyaç olmaya başladı her ikisi için de. Khan işten çıkınca bir yere uğramadan buluşmaya gelirdi. Tram ise genelde işten erken çıktığı için bekleyen olurdu. Yaklaşık son bir yıldır akşam yemeklerini Tram getirir, buluştukları yolun kenarında, bazen motorun üzerinde, bazen de kaldırımın öteki tarafındaki yeşilliklerde, tıpkı yeni evli çiftlerin bir masanın iki ucuna karşılıklı oturup gün boyunca başlarından geçenleri birbirlerine anlatarak yemeğe başlamaları gibi onlar da benzer bir ritüeli masasız ve sandalyesiz olarak yerine getirirlerdi. Günlük olayların yerini televizyonda görülen bir film, bir reklam alırdı. Bazen de Tram okuduğu bir kitaptan ya da dergiden beğendiği bölümleri özetler, duyduğu ilginç bir olayı ballandıra ballandıra anlatırdı.
Tram, karanlıkta beliren motorsiklete baktı bir süre. Az ilerde, yolun öteki tarafında genç bir çift park etti. Kızın saçları kısaydı. Belki de rüzgardan dolayı kestirmiştir diye geçirdi içinden. Yanındaki çocuk ise alabildiğine sıska görünümlüydü. Motorsikletin ışığındandır diye düşündü çocuğun sıska olmasının kendisine bir zararı olacağı zannına kendisini kaptırarak. Phu My Hung’daki bu ıssız yolu keşfedenlerin kendileri olduğunu düşünürdü Tram. Bunun için haklı nedenleri de vardı. Buraya ilk geldiklerinde kimsecikleri görmemişti haftalarca. Yoldan geçen arabalardan ve saklambaç oyununu abartıp uzaktaki apartmanlardan buraya sığınan Koreli çocuklardan başka kimse yoktu yolda ilk zamanlar. Sonra bir akşam başka bir çift belirmişti yolun kenarına park ettikleri motorlarıyla. Ardından gelen günlerde çiftlerin sayısı arttı. Şimdilerde her akşam, yolun her iki tarafında da bir düzinenin üzerinde çift buluşuyordu. Sabah olduğunda ışığa yaklaşmak için suyun yüzeyine yaklaşan kırmızı balıklar gibi Saigon’un bekar çiftleri de işyerlerinden çıkar çıkmaz, nehrin kenarını, parkları, bahçeleri doldururlardı. İlişkilerinde ileri gitmek isteyenler, insanların daha seyrek olduğu yerleri seçerlerdi bir şeylerin değiştiğini kanıtlamak için. Belki de bu yüzden önce nehrin kenarında başlattıkları akşam buluşmalarını, altı ay sonra müzenin önündeki ufak koruluğa, ardından da Don Koi üzerindeki ufak botanik parkının en ıssız köşesine, şimdi de herkesten uzak, ışığın bile yetersiz olduğu bu yol kenarına kaydırmışlardı. Birbirlerinin evine ya da en basitinden bir otele gidemedikleri için tüm zamanlarını ya motorun üzerinde ya da eğer şanslılarsa motorun yanına serdikleri küçük piknik hasırının üzerinde geçirirlerdi. Mekanın aynılığından kaynaklanan sıkıntıyı dağıtmak için her buluşmada, sırayla birisi kendi başından geçen veya birilerinden duydukları ya da bir kitapta okudukları ilginç bir olayı anlatırdı. Bugün sıra Tram’daydı ve hazırlıklı gelmişti. Khan’a anlatmayı plânladığı muhteşem bir olay vardı aklında. Oysa Khan biraz daha geç kalırsa bırak konuşmayı, akşam yemeğini bile zor yetiştireceklerdi. Akşam sekizden önce evde olmazsa babasının ne kadar kızacağını hatırladı Tram. Yüzündeki umudun yerini bir kere daha endişe aldı.
En son buluşmalarında Khan’ın anlattığı rüyayı hatırladı Tram, az ilerde buluşan çiftin tam karşı tarafında bir başka çiftin durduğunu gördüğünde. Khan rüyasında final sınavında boş kağıt verdiği hâlde bir yanlışlık sonucu geçtiği dersten dolayı diplomasının elinden alındığını görmüştü. Gerçekten de Khan üniversitede aldığı bir dersten ad karışıklığından ya da başka bir nedenden ötürü geçmişti. Bu dersi haksız yere geçmesinden iki yıl sonra mezun olmuş, okulu plânladığı zamanda bitirmiş ve hâlen çalışmakta olduğu şirkette ilk işine girmişti. Öğrenci olduğu yıllarda durum kendisini hiç rahatsız etmemişti. Oysa işe başladıktan sonra aynı rüyayı defalarca görmüştü. Tüm rüyalar aynı şekilde başlayıp, aynı şekilde işkenceyle bitiyordu. Bilmediği bir yerde, bilmediği insanlar tarafından hak etmediği hâlde geçtiği dersin sınavına sokuluyor ve her defasında sınavdan kaldığını acıyla öğreniyordu. Bunun sonucunda diplomasının ve hatta işinin elinden alınacağını düşündüğü için korkuyla uyanıyordu terden sırılsıklam olmuş bir hâlde. Gerçekte, dersi veren hocanın kapısının yanına asılmış listeye bakıp, haksız bir sevince gark olmuştu yıllar önce. Kendisi bile şaşırmıştı sıfır alıp kalmayı beklediği dersten bir yanlışlık sonucu geçmesine. Rüyasında ise aynı sahne farklı bir şekilde sonuçlanıyordu. Rüyanın en kötü tarafı, Khan ile adları karıştığı için onun yerine dersten kalan ve sırf bu yüzden bir dönem okulu uzayan öğrencinin, aynı listeye bakıp “İşte hak yerini buldu!” diyerek, sevinçle boş koridorda taklalar atarak uzaklaşması ve Khan’ın kendisini tüm olanlardan sorumlu tutmasıydı. Suçluluk duygusu değildi Khan’ın içinde taşıdığı. Birilerinin bir gün gelip, intikam için kapıda belirmesinden ve sahip olduğu her şeyi elinden almasından endişe ediyordu. Peki neden daha önce anlatmamıştı rüyasını Tram’a. Belki de ilk zamanlar endişe edecek bir durumun olmadığını, kısa zamanda unutulacak bir rüya olduğunu düşünüyordu. Oysa rüyalar belirsiz aralıklarla tekrar etmeye başlayınca, birilerine anlatmanın iyi bir sağaltım olabileceğini düşünmüştü. Yıllar önce işlediği suçu bir başkasına anlatıp, kendisine bir suç ortağı aramaktı yaptığı. Çünkü her suçlu gibi Khan da suçun başkaları tarafından bilinmesinin suçun ciddiyetini azalttığı yanılgısına kapılmıştı. Paylaştıkça azalacaktı içindeki suçluluk duygusu, paylaştıkça daha çok sevecekti kollarına alıp, karanlığa bakarak, birlikte hayaller kurduğu sevgilisini.
Tram rüyayı başından sonuna kadar dinlemiş, nasıl bir cümle kurarak sevgilisini rahatlatacağını bilemediği için, her zamanki çaresiz aşık rolüne bürünerek, Khan’ın önce elini tutmuş, ardından da bedenini onun bedeninin üzerine bastırarak, göğsünün yumuşaklığını ona hissettirmişti. Bunu en çok Khan’ı ağlayacak derecede hüzünlü gördüğü zamanlarda yapardı. Khan ise bu durumlarda, önce neden ödüllendirildiğini anlamadan Tram’ın göğsünün yumuşaklığına şaşırır, ardından da yapılacak en iyi şeyin durumun zevkini çıkarmak olduğu sonucuna varıp, kollarıyla sevgilisini sarardı. Tram için Khan’ın zayıf noktalarını tereddüt etmeden ortaya koyabilmesi aşkın göstergesiydi. Bu yüzden onun bu davranışı aşkın diliyle ödüllendirilmeliydi.
* * *
Khan’ın motorsikleti usulca yaklaştı yolun kenarına. Motor susup, ışık kendiliğinden söndüğünde etrafın ne kadar karanlık olduğunu daha iyi fark etti Khan. Yüzünde her zamanki af dileyen hâli vardı. Sevgilisinin elini tutup, avucunun içini öpmek için yeltendi ama Tram elini hızla çekti ve “Neden geç kaldın yine?” diye sordu hiçbir mazereti kabul etmeyeceğini belirten haşin bir yüzle. Khan, “Kızma, sana bir sürprizim var!” dedi affedileceğinden emin bir şekilde, bir yandan da elindeki ufak kağıdı gösterip, mazeretinin her şeye değer olduğunu anlatmaya çalışırken. Oysa Tram ne kağıda dikkat etmişti ne de Khan’ın gülen yüzüne.”Bak yemek soğudu senin yüzünden!” dedi sanki konuyu değiştirmek kendi göreviymiş gibi. Amacı sürprizi önemsemeyerek sevgilisine acı çektirmekti. Çocuksu bir oyun olarak algılansa da genelde erkeklere istediğini yaptırtmak isteyen genç kızların işine yarardı bu yöntem. Khan ise ilk söylediklerinin anlaşılmamış olduğunu düşündü bir an oyunun farkına varmadığını açıkça belli ederek. “Sana yemek yok bu akşam!” dedi Tram sesini yükselterek. “Mazeretin beni hiç ilgilendirmiyor. Ben şimdi yemeğimi yiyeceğim ve sen izleyeceksin. Eve gittiğinde kendi yemeğini tek başına yersin artık!”
Elindeki iki kaptan birisini motorsikletin ön sepetine koydu. Ardından da diğer kutuyu açıp, plastik kaşık ve tahta çubuklarla yemeye başladı. Khan cezadan memnunmuş gibi gülüyordu. Tek hoşnut olmadığı nokta Tram’ın sürprizin ne olduğunu sormamış olmasıydı. Tram’ın yemeğini yerken yüzüne yayılan anlamsız memnuniyet görüntüsünde ceza veren bir yargıcın ‘Ettiğini buldun’ cümlesi değil, ‘Ne yaparsan yap, yine de seni seviyorum’ cümlesi okunuyordu. Belki de Khan bunu bildiği için pek önemsemiyordu Tram’ın kızgınlığını. Aşk zinciri ile bağlanmış iki insanın aşktan kaçıp, sığınacağı tek yer yine aşk olabilir diye geçirdi aklından. Sonra düşündüğü şeyin pek de mantıklı olmadığını fark etti ama yine de aşkın bir çaresizlik olması düşüncesi hoşuna gitti. Hem çaresizlik değil miydi onları birbirine bu derece bağlayan?
“Olay geçen yıl gerçekleşmiş” dedi Tram yemek kaplarını, plastik kaşıkları, tahta çubukları ve tek başına bitiremediği ekşi mangonun artanını plastik bir torbaya doldururken. Torbayı yolun kenarına, motorsikleti park ettiği noktanın gerisine doğru atarken bir yandan da Khan’ın kendisini dinleyip dinlemediğini kontrol ediyordu. “Bugün Amerikalı patrondan dinledim.” dedi Khan’ın sürprizi konusunda daha bir sabırsızlandığını fark ettiğinde. “Yaşlı bir adam karısıyla tartışıyor. Tartışmalarının nedeni adamın yıllar önce satın aldığı ufak bir botu kimin kullanacağı. Tartışma ufak olsa da yaşlarının getirdiği inatçılıkla büyüyor. Yaşlı adam yıllardır hiç kullanmadığı silahını sakladığı yerden çıkarıyor ve silahı kadına doğrultuyor. Kadın korkuyla odadan telaşla kaçarken silah ateş alıyor ve kurşun kadının kafasına isabet ediyor. Bundan sonrası ancak fantezi romanlarda görülecek kadar şaşırtıcı. Kadının kafasına çarpan kurşun sekiyor ve odadaki koltuklardan birisine saplanıyor. Yaşlı adam karısının kafasından sızan kanı görünce telaşa kapılıyor ve hastaneyi arıyor. Başlangıçta her ikisi de bilmiyor kurşunun kadının kafasına girmediğini. Hastaneye kaldırılan kadının kafasında kurşun bulunamayınca doktorlar, ufak bir pansumandan sonra yaşlı kadını taburcu ediyorlar. Tabii yaşlı adam cinayete teşebbüsten hapse giriyor. Bizim patronun olaydan haberdâr olması ise ayrı bir ilginçlik. Adam karısından o kadar nefret ediyor ki hapishanede verilen ayda bir telefon etme hakkını bizim patronun şef olduğu bankayı arayıp, bankanın bota el koymasını istemek için kullanıyor. Patron adamın ricasının hukuksal olarak dayanağı olduğunu ufak bir araştırmadan sonra öğrenince, bota el koyuyor ve kadının bota ulaşmasını engelliyor. Adam birinci aramasından tam bir ay sonra tekrar tek aramalık hakkını bankayı arayıp, ricasının sonucunu öğrenmek için kullanıyor. Patron her şeyin yolunda olduğunu adama söyleyince adam derin bir oh çekiyor ve mutlu bir şekilde hücresine dönüyor.”
Tram hikayesini bitirmiş olmanın verdiği sevinçle Khan’ın yüzüne yayılan parlaklığa bakmaya başladı. Khan anlatılan olayın gerçek olup olmadığından kuşku duymamıştı. Tram ise olayı ilk duyduğunda anlatılanların patronun uydurduğu bir hikaye olduğunu düşünmüştü. Khan’ın ne düşündüğünü öğrenmek için “Beğendin mi ufak hikayeyi” dedi. “Sence gerçek olabilir mi böyle bir şey?” Khan hiç duraksamadan “Evet, gerçek bir olaya benziyor” diye yanıtladı. “Ancak gerçek bu kadar şaşırtıcı olabilir. Patronun, kafasında kurduğu bir hikayeyi anlatacak olsaydı, dinleyicilerin daha az kuşkulanacağı bir kurgu ortaya koyardı. Çünkü o zaman patronunu olanaksız bir kurguyu icat etmekle suçlayamazdık. Sonuçta hiçbir şey hayatın kendisi kadar şaşırtıcı olamaz, buna kurgu da dahil. Kurgu hayatın taklididir. Her taklit gibi o da taklit ettiği şeyden daha az değerli ve daha az inandırıcıdır.” dedi. Tram şaşırmıştı Khan’ın filozofça konuşmasına. “Nereden de öğreniyor böylesine lafları?” diye geçirdi içinden. “Kurşunun neden sektiğini öğrenebilmiş mi peki?” diye sordu Khan olayla ciddi olarak ilgilendiğini ve dinlemekten memnun olduğunu kanıtlamak için. “Evet” dedi Tram. “Kurşun arızalıymış. Uzun süre rutubetli bir yerde kaldığı için yalpalayarak gitmiş ve yapılan incelemeler sonunda kurşunun ucunun değil de yanının kadıncağızın kafasına çarptığı anlaşılmış. Şanslıymış işte!”
“Evet, şanslıymış!” diye onayladı Khan. Tram’ın saatine baktığını görünce acele etmesi gerektiğini düşündü. Geldiğinden beri elinde tuttuğu ufak kağıt parçasını Tram’a uzattı. “Bak ne var elimde?” dedi. Tram kağıdı eline alıp okuduğunda bacaklarının eklem yerlerinde ufak bir çözülme, midesinde şiddetli bir yanma hissetti. Bu bir evlilik belgesiydi. Belgenin üzerinde kendi adı Khan’ın adının yanına yazılmış, üç ay önceki bir tarihte evlendikleri not edilmişti. Belgenin altında belediyenin ve evlilik dairesinin mühürleri vardı. Adının altında kendi imzasını görmemiş olsaydı belgenin kötü bir sahtekârlık ürünü olduğunu düşünecekti. Oysa belge her şeyiyle mükemmeldi. “Bu ne?” diye sordu, belgenin ne olduğunu değil de ne amaç için üretildiğini öğrenmek için. Khan, yüzünde utangaçlıkla beliren kızarıklığa engel olmayı düşünmeksizin bir kaç gündür kafasında tasarladığı plânı anlatmaya başladı. “Sahte evlilik belgesi! Artık sokak kenarlarında buluşmamız gerekmeyecek. İstediğimiz otele gidip, başkalarının gözlerinden uzak birbirimize sarılıp, öpüşebiliriz. Ne bir tanıdığın bizi göreceğinden korkmamıza gerek kalacak ne de iki ayda bir yer değiştirmemize. Sen değil miydin motorsiklet üzerinde buluşmaktan bıktığını söyleyen?” Tram, Khan’ın söylediklerinde ciddi olup olmadığını anlayamamıştı. Tüm olanların bir şaka olduğunu duymak istiyor gibi bir hâli vardı. “Evet, motorsiklet üzerinde buluşmaktan, iki de bir birileri görecek diye etrafı kollamaktan bıktım. Ama bunun çaresinin sahte evlilik belgesi olabileceğini düşünmen çok saçma! Aklını mı yitirdin sen? Ya polis yakalarsa? Ya kuşkulanırsa birileri? Az önce anlattığım hikayenin sonunda bilgiç laflar eden Khan, iş uçkur sevdasına gelince buharlaşıp uçtu herhâlde!” diye sesini yükselterek bağırdı.
Khan, Tram’ı sakinleştirmek için kollarını açtı ama Tram eliyle itti Khan’ın gövdesini. Kırılmıştı! Aşkını kanıtlamak için sahte bir belgeye muhtaç olması onur kırıcıydı. Khan ile bir odada yalnız kalmaktan korkmuyordu. Hatta bunu en az Khan kadar istiyordu. Kim istemezdi sevdiğiyle yalnız kalıp, baş başa vakit geçirmeyi? Ama işin sahte bir belge üzerinde yürütülmesi canını sıkmıştı. Sahte bir belge üzerine gerçek aşk kurulabilir miydi? Bugüne kadar belgesiz, imzasız sevmişlerdi birbirlerini ve yol kenarlarında, nehrin kıyısında öpüşürken daha fazlasını isteyen Khan’ı durdurmak zor olmamıştı. Yalnız kaldıkları bir odada Khan’ı durdurmak daha zor olacaktır muhakkak ama Tram bu konuda endişelenmiyordu. Bunun yanında bugüne kadar bir odada yalnız kalamamış olmalarının tek nedeni resepsiyonda sorulacak evlilik belgesiydi. Her ikisi de aileleriyle yaşadıkları için yalnız kalabilmek için kendi evlerine gidemezlerdi. Tram’ın babası evlilik öncesi her türlü ilişkiye, ilişkinin boyutu hakkında en ufak bir şey bilmeden olumsuz yanıt verecek kadar tutucuydu. Evlenmeyi düşünüyorlardı ama Khan’ın işinde yeni olması ve kendi başına ayakta duracak kadar maaş almıyor olması tüm gelecek plânlarına engel oluyordu. En iyi olasılıkla iki yıl diyordu Khan her seferinde konu açıldığında. Tüm bunlar sorun olarak yetmekteyken bir de Khan’ın sahtekârlığı katılmıştı denklemin bilinmeyenlerine. Tram sinirlenmişti ya da sinirlenmiş gibi görünmesi gerektiğini düşünüyordu. Saatine tekrar baktı. Beş dakikadan az bir zamanı kalmıştı. Ortam gergin iken ayrılmak istemiyordu ama işi sırf Khan istediği için kolaylaştırmayı da göze alamıyordu. Kendini bir süre para karşılığı otele götürülen kötü kızlardan birisi olarak düşündü. Yüzüne az önce Khan’ın yemediği ekşi mango ağzına zorla sokulmuş gibi buruşuk bir ifade yayıldı. O kötü kızlardan olamazdı çünkü seviyordu. Evlilik cüzdanı da resepsiyondaki görevlinin suçlayıcı bakışlarına engel olacaktı. Hem otele gitseler bile, Khan’ı hayal kırıklığına uğratacağını çok iyi biliyordu. Evlenmeden, ailelerin her ikisi de evliliklerini onaylamadan sevişmemeye kararlıydı. En fazla birbirlerine sarılıp, öpüşürlerdi uzun uzun. Bundan daha ileri gidemeyeceklerini Khan’a baştan söylemeliydi. Hem korkularını, tereddütlerini Khan’a öyle bir anlatmalıydı ki Khan da en az onun kadar tedbirli olsun. Öteki türlü, ortaya çıkacak sonuçlardan tek başına sorumlu olamazdı.
Gitmeye hazırlanırken Khan’ın elini tuttu. Gözlerinin içine bakarak “Bak bu gerçek!” dedi. Ardından Khan’ın elini alıp kendi kalbinin üzerine koydu. “Bu da gerçek!” dedi. “Ama senin getirdiğin belge sahte. Temiz bir aşk için kullanılmayacak kadar kirli ve değersiz.” Khan Tram’ın kırgınlığının geçmediğini biliyordu ama yine de yanıtsız kalmak istemiyordu. Tüm bu ufak törenin kocaman bir ‘Hayır’ olmasını kabul etmek de zor geliyordu. “Aşkımız eskisinden daha az olmayacak otele gidince” dedi son bir çırpınışla. Tram bu söze istemeden güldü. Vereceği yanıtı düşündü bir süre. “Madem aşkımızı arttırmayacak, o hâlde neden otele gidiyoruz?” dedi ve motorsikleti çalıştırdı. Motorun gürültüsü Khan’ın bundan sonra dediklerini bastırdığı için, anlamıyorum anlamında dudağını bükerek son bir defa daha baktı sevgilisine. Gaz verip, uzaklaşırken Khan bir yandan Tram’ın arkasından, motorsikletin gittikçe kaybolan kırmızı ışığına bakıyor bir yandan da geldiğinden beri yolun etrafına doluşan diğer çiftlere bakıp, içinde hafif bir tiksinti hissediyordu. “Ne kadar da çok insan var burada” dedi kendi kendine motorsikletine binip evinin yolunu tutarken.
* * *
Merdivenleri yavaşça çıkarlarken Tram kalbinin atışlarını neredeyse kulağıyla duyacaktı. Bir yandan da turistlerin bolca gezindikleri bu yoldaki, böylesine çok katlı bir otelde neden bir asansör olmadığını düşünüyordu. İnsan altı katlı otel yapar da otele bir asansör koymaz mıydı? İnce, uzun bir binaydı tırmandıkları. Sandığından da kolay olmuştu resepsiyondan geçmek. “Parayı verdikten sonra kim gelse alır bunlar” demişti Khan otele girmeden önce. Evlilik belgesine bakmamışlardı bile. Sadece üzerindeki adları ve kimlik numaralarını büyük bir deftere kaydedip, her iki tarafında da 63 yazan kocaman bir anahtarlığı gülümseyerek uzatmıştı resepsiyondaki genç kız. Kimsenin kuşkulanmadığından emindi Tram. Bundan sonrasının daha kolay olacağını sezmişti ama yine de içinde kıvrılarak yayılan korku rahat bırakmıyordu peşini. Daha önce bu otelin önünden defalarca motorsikletiyle geçmiş olmasına rağmen aklına hiç gelmemişti bir gün içine girip, bir odaya doğru ilerleyeceği. Evden arkadaşımla sinemaya gideceğim bahanesiyle çıkmıştı. Saçlarında on dakika önce aldığı duşun henüz buharlaşmayan parlak siyahlığı, dudağında yüzünü olduğundan yaşlı göstermek için sürdüğü hafif ruj, kolunda genelde evli kadınlarda görülen ince bileziklerin taklitlerinden birkaç tane ve parmağında Khan’ın geçen akşamların birinde verdiği incecik altın yüzük! Khan ise umutluydu bu maceradan. İçinde en ufak bir tereddüt yoktu. Tek korkusu Tram’ın vaz geçip, tüm plânı berbat etmesiydi. Tam üç ay geçmişti sahte evlilik belgesini Tram’a göstermesinin üzerinden. O gün bu gündür hemen her buluşmada bu konuda tartışmışlar, hemen her buluşmada doğru dürüst bir sonuca varamadan ayrılmışlardı. Üç aylık bir maratondan sonra ikna olabilmişti Tram ama yine de Khan emin olamıyordu yatağa uzanıp, Tram’ı kollarıyla saracağı an gerçek olana kadar.
Odaya girdiklerinde Tram midesinde utanç ile heyecanın birlikte meydana getirdiği sancıyı hissetti tekrar. İçinde bir yerlerde, doğrunun ve yanlışın ipleri aynı anda çekiliyordu. Khan’ın ise ayakları yere değmiyordu odaya adımını attıktan sonra. Kapıyı kapatır kapatmaz, Tram’ın dudaklarına yumuldu. Uzun uzun öptü, öpmeye doyamadığı dudakları. Odada yalnız olduklarını ve kimsenin kendilerini rahatsız etmeyeceğini biliyor olmak ne kadar da şaşırtıcı bir hafiflik sağlamıştı öpmelere. Sanki yerçekimi yok olmuş, kendilerini bakışlarıyla zincirleyen tüm toplumsal yasaklar yerin altına çekilmişti. Bu şekilde saatlerce devam edebilirdi. Dudaklarını yavaşça Tram’ın yanağına, ardından da boynuna doğru indirirken Tram’ın sessizce bedenini kapının yüzeyine sürterek kaydırmaya başladığını fark etti. “Bir banyo yapsan iyi olacak! Ter kokuyorsun” dedi Tram, bir eliyle çiçekli elbisesine sinen kokuyu siler gibi yaparak. Khan “Tamam sorun değil” dedi. “Zaman geçsin diye motorsikleti şirketin önüne park edip, buraya kadar yürüdüm. Bu sıcakta bir saate yakın, toz ve mazot kokan caddelerde yürürsen sen de böyle kokarsın.” diye de ekledi üzerinden etrafa yayılan ter kokusunun mantıklı bir açıklaması olduğunu savunmak zorundaymışcasına. Hemen yatağın üzerine konmuş havlulardan birisini aldı ve banyoya girdi. Ne de olsa bir filmlik zamanları vardı. Otelde tüm gece kalamazlardı ama iki saatliğine de olsa rahat edebilirlerdi. Soğuk suyun altına girdiğinde bedenindeki tüm gerilimin ortadan kalktığını hissetti. Ayaklarının tekrar yere değidiğini hissetti. Aklında yine Tram’ın dudakları ve eğer ikna edebilirse sadece başını değil, dudaklarını da üzerinde gezdirmeyi planladığı göğsü vardı.
Bu sırada Tram pencereden aşağıya, yoldan geçen arabalara ve taksilere bakıyordu. Klimayı açar açmaz titremeye başladı. Bedenini titreten klimanın üflediği soğuk hava değildi. Herkesten ve her şeyden uzak, ıssız bir otel odasında, Khan ile baş başa kalmış olmaktı bedenini elektrik çarpmış gibi titreten. Öylesine sallanıyordu ki bedeni kendini yatağın üzerine atıp, yorganı üzerine çekti. Bu şekilde titremenin sonlanacağını düşünüyordu ama hiçbir değişiklik yoktu. Yataktan kalktı ve klimayı kapatmak için uzaktan kumanda aletini tekrar eline aldı. Tam bu sırada kapıdan gelen sese kulak verdi. Birisi kapıya vuruyordu ama ses alabildiğine hafifti. İnsan dikkat kesilmese duyamazdı böylesine hafif şiddette bir sesi. Kapıya yöneldi. Tıkırtıların aynı ritimle devam ettiğini fark etti. Açıp açmama konusunda tereddüt ettiyse de gelenin oda servisi olduğunu tahmin ettiği için pek duraksamadı. Başka kim olabilirdi? Hayatında ilk defa otelde kalacak birisi için fazla bir tahmin olanağı da yoktu zaten. Fimlerden gördüğü, beyaz önlüklü, tekerlekli bir el arabasında beyaz çamaşırlar taşıyan, orta yaşlı bir kadını düşündü elini kapının tokmağına uzatırken.
Kapının önünde bir polis memuru vardı. Tram polisi görünce gözlerinin karardığını hissetti. Kapıyı azıcık açıp, polisin içeriyi görmesini engelleyecek bir konumda dikildi kapının ağzında. Bedenini kontrol altına alan tüm titremeler bir anda kaybolmuştu. “Buyurun!” diyebildi titrek bir sesle. Polis memurunun elinde resepsiyondan aldığı defter vardı. “Adınız Tram mı?” diye sordu. Tram, aynı titrek sesle “Evet” dedi. Polis memuru Tram’ın yüzündeki kaygıyı sezmişti. Rahatlaması için bunun sıradan bir kontrol olduğunu, Vietnamlı gençlerin batılılara özenip, turistlerin sıklıkla uğradıkları otellere giderek, birlikte oldukları konusunda duyumlar aldıklarını ve bu yüzden son zamanlarda Pham Ngu Lao üzerindeki otellerde sıklıkla kontroller yaptıklarını sanki Tram’ın yüzünde yazılı bir metni okuyormuş gibi hızlıca söyledi. Tram ise ne diyeceğini bilemediğinden kafasını aşağı yukarı sallayıp, söylenenleri onayladığını belirtmekle yetindi. Sevişmenin sadece batılı turistlerin yapabileceği bir ayrıcalık olduğunu düşündü bir anda. Vietnamlılar motorsiklet üzerinde oynaşmalıydılar en fazla. Oysa turistlerin ne yaptığına kimsenin karıştığı olamazdı. Çünkü aşk yaşayamayan turist Vietnam’a gelmezdi. Vietnam’a gelmeyen turist paraları başka ülkelerde, mesela Tayland’da ya da Kamboçya’da harcardı. Oysa aşk yaşayamadığı için bir Vietnamlının ülkeyi terk etmesi zor bir olasılıktı. Hem motorsikletler vardı bütün bir cadde halkının gözleri önünde, kontrollü sevişmeler için! Vietnamlı gençlerin neyine yetmiyordu motorsiklet aşkları? “Eğer sizin için çok yük olmayacaksa, aşağıya kadar gelip, ek bir formu hem kendiniz hem de eşiniz adına doldurabilir misiniz?” diye sordu polis memuru Tram’ın şikayet dolu düşüncelerinden dolayı boş görünen yüzüne bakarak. Tram, “Ne formu?, Neden?” gibi soruları polise soramayacağını bildiği için kendisine sormaya başladı. Yanıt bulamayacağını anlayınca da “Tabii neden olmasın” dedi yalancı bir gülümsemeyle. İçeri girip, gelirken yanında getirdiği tek eşya olan, Khan’ın da telefonunun içinde bulunduğu çantasını aldı ve banyoda suyun şakırtısıyla meşgul olan Khan’a tek kelime söylemeden odayı terk etti. Ne de olsa hemen geri dönecekti.
Tram polisin arkasından merdivenleri inerken, havluya sarılı bir hâlde banyodan çıkan Khan küçücük odada Tram’ın nereye saklanmış olabileceğini düşünüyordu. Bozulmuş yatak örtüsüne ve yorgana baktı. Tram’ın yatağın altına saklandığını düşündü. Demek önce yatağa girip kendisini bekleyecekti ama sonra işi zora sokmanın eğlenceyi arttıracağına karar vermişti. Ne de olsa yatağın altından eninde sonunda çıkacak deyip, bari çıktığında beni bu hâlde görsün diye yatağın üzerine üzerindeki havluyla uzandı. Bir kaç dakika bekledikten sonra, Tram’ı yatağın altından çıkmayacağını anlayınca, eğilip yatağın altına baktı. Şakanın bu anda bitmiş olmasını çok istiyordu ama Tram gerçekten de ortalıkta yoktu. Hemen üzerini giydi ve kendini dışarı attı. Cep telefonunu ilk bakışta bulamayınca vakit kaybetmemek için aramaktan vaz geçti. Anahtarı da ilk bakışta bulamayınca, geri döndüğünde sorun olmasın diye kapıyı kıyışık bıraktı. Merdivenlerden aşağıya hızla inerken, Tram’ın heyecanını yenemeyip, eve dönmeye karar verdiğini düşünüyordu. Başka ne olabilirdi! Bunca zaman uğraş, didin, ikna et. Korkak sevgilin bir odada iki saat yalnız kalamasın seninle! Olacak şey mi bu? Merdivenleri ikişer üçer inmişti ve koşmaya devam ediyordu. Bir şekilde Tram’ı evine giden yolda yakalayıp, otele geri getirmeliydi. Bütün o güzelim hayaller, zevk dolu beklentiler bu şekilde boşa harcanamazdı. Ne resepsiyondaki kıza ne de resepsiyon masasının yanında form dolduran Tram’a gözü ilişti oteli terk ederken. Koşa koşa motorsikletini park ettiği şirkete ulaştı.
Khan’ın şirketteki park yerine daha varmamışken, Tram hem kendisi hem de –kocası- Khan için doldurduğu formları polis memuruna vermişti. Korkusunu ve heyecanını büyük bir oranda yenmiş bir şekilde odaya çıktı. Odanın kapısı kapalı değildi. İçeri girdi. Khan’ın görmek için önce banyoya baktı. Ardından odanın içine, tıpkı Khan’ın kendisini ararken yaptığı gibi yatağın altına baktı. Yoktu! Belki de kendisini aramaya, dışarı çıkmıştı. Hemen aşağı inip, resepsiyondaki kıza kocasını görüp görmediğini sordu. Kız Khan’ı görmediğini ama eğer Tram odayı terk etmek istiyorsa anahtarı resepsiyona bırakması gerektiğini söyledi. Tram çantasındaki anahtarı çıkarıp resepsiyona verdi ve hemen ardından yola çıktı. Otelin önünden geçen yolun her iki tarafına da uzun süre baktı. Khan’ı bu şekilde bulamayacağını anlayınca, otelin park yerine indi. Motorsikletini Khan’ın şirketine sürdü. Oraya vardığında Khan’ın motorsikletinin park yerinde olmadığını fark etti. Ne yapacağını bilemeden tekrar otele dönmeye karar verdi.
Tram, sevgilisinin çalıştığı şirketin park yerinden umudunu kesip otele geri dönmeye hazırlanırken, Tram’ı yolda bulamayacağını anlayan Khan otele dönmüş, anahtarı resepsiyondan alırken Tram’ın oteli yarım saat kadar önce terk ettiğini öğrenmişti. Tram’ın nereye gitmiş olabileceğini sormak aklına bile gelmedi. Hem sorsa bilecek miydi resepsiyondaki kız? Odaya çıktı, son bir defa boş yatağa ve bozulmuş yorgana bakarken Tram’ın çiçek kokusunu hissetti. Orada, temiz yatak örtüsünün üzerinde park etmiş bir motorsikleti ve motorsikletin üzerinde tutkuyla sevişen bir çifti hayal etti. Motorsikletin üzerinde sevişenler Tram ile kendisiydi ve kalın bir halatla her ikisi de motorsikletin gövdesine bağlanmışlardı. İşin gülünç anı, seviştikçe düğümler daha bir çözülmez oluyorlardı. Her bir öpücükle hem motorsiklete hem de birbirlerine daha sıkı bir şekilde bağlanıyorlardı. Hayallerini başka bir zamana ertelemenin zorluğuyla resepsiyondan oda için verdiği garanti parasını geri aldı. Caddeye çıktı. Motorsikletine bindi. Havanın bozduğunu, biraz sonra yağmurun başlayacağını bildiği için evinin yolunu tuttu.
Tram ise otele döndüğünde Khan’ın odayı tamamen boşalttığını, garanti için verdiği parayı geri aldığını ve büyük bir olasılıkla kendisini aramaya dışarı çıktığını öğrendi. Bütün bu kovalamacadan yorgun düşmüş bir şekilde otelin hemen yanındaki bir fı* lokantasına girdi ve karnını doyurdu. Yağmur aniden bastırmış, motorsiklet sürücülerini hazırlıksız yakalamıştı.

Yemeğini yerken sabahtan beri başından geçenlerin gerçek olup olmadığı sorusu geldi aklına. Sonra da Khan’ın üç ay önce söylediği o sözü hatırladı... Hem ne demek istemişti Khan “Hiçbir şey hayatın kendisi kadar şaşırtıcı olamaz, kurgu dahil.” derken?
YAZARI:Ali Rıza Arıcan Vietnam*Fı: Vietnam’ın yerel yemeklerinden etli bir çorba. Bizdeki tel şehriyeye benziyor ama şehriyeler makarna gibi uzun.
Published Cuma, Ocak 26, 2007 by borges defteri. 

‘Vietnam Efsaneleri/ Vietnam Soylenceleri’ Ustune
Özellikle Avrupa masallarında çocuklara içten içe sunulan iletilerin pek hoş olmadığının, Zehra İpşiroğlu’nun bir yazısını okuduktan sonra farkına varmıştım. Masaldaki çocuklar, canavarları/ cadıları/ üvey anneleri, kısacası kötü kişilikleri kandırarak anlatıyı noktalıyor,
hatta kimi masallarda kötü kişilikleri kazana atıyorlardı. Özellikle üveylik kavramı üstüne de doğru bulamayacağımız varsayımları olduğunu görürüz bu öykülerin.
Kuşkusuz, aktardığımız eleştiri noktaları, tüm Avrupa kökenli masallar için geçerli değil. Yine de, insan, “aynısı, Avrupa kökenli olmayan masallar için de geçerli mi? Diğer masallar da çocukları alttan alta üçkağıtçılığa mı özendiriyor?” gibi soruları sormadan edemiyor. Hele de, geceleri masal anlatacağınız bir yavrunuz varsa, bu soruların yanıtsız kalması olanaksız.
İşte aklımızda bu soruyla açıyoruz sayfalarını 1997 basımı ‘Vietnam Efsaneleri/ Vietnam Söylenceleri’nin. Söylencelerde, onurlu olmanın, insancıl olmanın özendirildiğini
görüyoruz. Örneğin, ‘Ejder Kralın Öyküsü’nde, oduncu Cahn, baltasını nehre düşürür; nehir kıyısında sızlanır; o sırada sudan ejder kral çıkar; ne olduğunu sorar; Cahn, saygılı bir biçimde durumu anlatır; ejder kral suya dalar; bir altın balta çıkarıp altın baltanın Cahn’ın olup olmadığını sorar; Cahn, olmadığını söyler. Ejder kral yeniden dalıp bu kez gümüş bir
balta çıkarır; Cahn, bunun da kendisinin olmadığını söyler. Ejder kral son kez dalar ve Cahn’ın demirden olan baltasını çıkarır. Cahn, baltayı alır; Ejder kral, Cahn’ın doğruluğundan etkilenir ve altın ve gümüş baltaları da yanında verir.
Cahn, baltaları satar, varsıl olur. Komşusu bunu kıskanır, işin içyüzünü öğrenir ve nehre gider,
baltasını suya atıp dövünmeye başlar. Ejder kral çıkınca, O’na, lanet
olası nehrin baltasını kaptığını söyler; suya dalan Ejder Kral, altın baltayı su yüzüne çıkardığında, komşu, altın baltanın kendisine ait olduğunu söyler. Bunun üzerine Ejder Kral, altın
baltayı vermek üzere uzatır ve baltayı, baltayı yaşamı pahasına tutmakta ısrar eden komşuyla birlikte suların derinliklerine gömer…
Ama öte yandan, Vietnam söylenceleri, baskı gördüğünde tepkisiz kalan bir insan kipçiği
de önermiyor. Varkalım için, gerektiğinde, akıl da kullanılıyor hile de yapılıyor: Örneğin, ‘Kaplan Nasıl Çizgili Oldu?’ masalında, ormanlar hakanı kaplan, mandayı önüne katmış da tarla
süren insanı görür; “bu işte bir bit yeniği var” deyip gizlice onları izler;
insan gittikten sonra mandaya yaklaşır; ona insanın nasıl olup da manda gibi güçlü bir hayvana boyun eğdirdiğini sorar. Manda, insanda, ‘akıl’ adlı bir silah olduğunu söyler. Kaplan, bunun üzerine insanı bulur; üzerine saldırır; “senin ‘akıl’ diye bir silahın varmış. Onu bana
vereceksin!” der. İnsan, silahın köyde olduğunu söyler ve kaplana, silahı almak için birlikte köye gitmeyi önerir ve fakat uyarır: köylüler, insanın yanında kaplanı görürlerse onu taşlayacak ve
mızraklayacaklardır. İnsan, bu nedenle, kaplana, kendisini mandanın yanında beklemesini önerir ve fakat, kaplanın, kendisinin yokluğunda mandaya saldırıp yiyebileceğinden korktuğunu belirterek, bunu önlemek için, kaplanı ağaca bağlamanın en doğrusu olacağını söyler. Kaplan, insanın kendisini ağaca bağlamasına izin verirse; insan gidip silahı köyden getirecektir. Kaplan kabul eder; insan, kaplanı ağaca
bağlar bağlamaz onunla dalga geçer, “biz insanlar, aklımızı, en önemli silahımızı kafamızda taşırız” der ve öğle yemeğini pişirmek için ateş yakar. Ateş, yanlışlıkla kaplanın bağlı olduğu ipe sıçrar; kaplan, ipi yanar yanmaz, büyük bir korkuyla, arkasına
bakmadan, ormanın derinliklerinde kaybolur ama o günden, bedeninde yanık izleri kalır.
Kaplanlar bu nedenle çizgililerdir.
Vietnam tarihinin çoktanrılı geçmişine gönderme yapan söylencelerde ise, oldukça parıltılı ve yaratıcı ötegönderimlerle (mecaz, metafor, eğretileme) karşılaşırız. Budacı döneme uzanan söylencelerde ise, insanın doğayla çekişmesinin, uygarlaşma çabasının kısa bir dökümünü görürüz (bkz. ‘İnsan ve Kötü Ruh’ adlı söylence);
geleneksel kaplumbağa-tavşan yarışı anlatımının Budacı bir sürümünü görürüz (bkz. ‘Kaplumbağa Tapınağa Nasıl Geldi’ adlı söylence) ve söylencelerin çoğunda, günümüz yazarlarından çıkmaymış gibi bir kurgu ustalığı olduğunu ayrımsayıp şaşkına döneriz…
Sanırım bu kadarı yeterli olur şimdilik. Ben, çocuğuma, üçkağıtçılığı özendiren Avrupa kaynaklı masalları değil ‘Vietnam Söylenceleri’ni okuyacağım. “Belki siz de çocuğunuza bu söylenceleri okumak istersiniz” diye kaleme aldım bu yazıyı…
YAZARI:Dr. Ulaş Başar Gezgin
İlgilisine Kaynak:
Honzak, Mullerova ve Zakova. (1997). Vietnam
efsaneleri: Vietnam soylenceleri (cev. Esra Bilal).
İstanbul: Okyanus.