Published Salı, Mayıs 30, 2006 by borges defteri. 
Semerkand’a! ... (sevgili sufi'ye)
denizin safir renginde kayboldu yankılar
anahtarı yitirdi şair
arsızlaştı soluk benizli su
yollarda barikatlar
yollarda
yalnız kalanlar
savaş alanlarının çığlıklarında unutuldu
gönlün telvesine gizlendi
hayra çıkması gereken fallar
kaderdi şaire
iç kanamalara yürüdü dosdoğru
başı eğik
yürek dimdik
Medusa’nın zalim saçında gizli
ölüme çoğalan erguvan acılar
mührü onurlandıracak bir ferman
bulamamak ne demektir bilir misiniz
katil bir nefes
gibi takılıp kalmak kendi boğazında?
“toprağını arayan tohum”
diye öğrenmiştik oysa şairi biz
toprak
çok uzaklarda!
ah acılı
ah küskün yol!
demek ki
'beşibiryerde' gibi kuşanmalı sanatı
kutsamalı
kutsanmalı
donansın gökyüzü
tebessüm etsin yıldızlar
bir avuç umut
bir tutam toprak koy avuçlarıma
varsın zift karası olsun rengi
bin kere evladır safir sularda ambere dönüşmekten
korkma bu yürek siyahı da aklar!
bir elde sancak
ötekinde çırak mührü
haydi sür beni Semerkand’a
ustalardan öğreneceklerim var!
çık çağının içinden
___Zeus’un hükmünden
yakala bileğimden Apollon*
Semerkand’a** götür beni
görmüyor musun?
sanatın nadide işçileri Timur’un doğu kapısındalar
sancak
mühür
ve kalbimdeki hoyrat ıslık
yol izni bekliyorlar
……
Yazarı: Naime Erlaçin
(*) Apollon: Mitolojide, güzel sanatlar tanrısı
(**) Sanata karşı işlenmiş günah ve sevapları olan büyük Türk hükümdarı Timur(lenk=aksak) (1336 – 1405) döneminde, Semerkand önemli bir sanat merkezi haline gelmişti. Tarih kitapları, Timur’un fethettiği topraklardaki - şairler de dahil olmak üzere - bütün bilim adamları ve sanatçıları Semerkand’a sürdüğünü yazar…Machiavellian yöntemler (yanlış totaliter politikalar) kullanılmış olsa dahi, sosyolojik açıdan değerlendirildiğinde, tipik bir “Partimonial Saray Kültürü” (sarayın, sanat koruyuculuğunda “baba” rolünü üstlenmesi) örneğidir. Benzer bir durum Osmanlı Sarayı için de söz konusuydu…
Published Pazar, Mayıs 28, 2006 by borges defteri. 

( Sevgili Sufi'nin tüm yazıları-defter arşivinden
iki yazısı daha...Sur için seçilen müzik onun da çok sevdiği
eski çok eski Semerkant nağmelerinin modern yorumudur,
ilk defa beraberce dinlediğimizde nasıl coştuğunu untmamız mümkün değil, bu çalışmanın özellikle 4.dakikasından- vurmalı çalıgılar(tef,tebl vs...) sonrakı coşkusu unutulacak bir anı değil!...özlemle...Ey Şifa Bırakma Onu! defterin...)
Ateş Tuğlası
Hekimden bir ilaç istedim, sandı ki tensel sızılarım beni perişan edecek,
onlara alıştım dedim,
Nabzımı alıp dikkatle dinledi,
"ne derdin var göster !" dedi,
Elini alıp dağınık kağıtlar ve kalemlere götürdüm..!
Ve bu gece bana benzeyen bir arkadaşla dertleşirken, çimnelerin üzerine meclis kurmuştuk,
Orada şarap , ışık, mutrip ! ( fır dönen düşüncelerimiz) hepisi vardı,
sonra keşke "sen" olsaydın da bütün bunların hiç birisi olmasaydı dedim, ey Ateş Tuğlası defter".
Benliğini yaşanan süreç içinde değiştirmeksizin anlamaya çalışmak,
kabullenmek,
içinden bakabildiğin kadar dışına da çıkabilmek,
birbirimizin giyinmesine
soyunmasına yardım ederken
sabredebilmek, arkalarımızı dönüp
biribirimizi itip
güç verebilmek
ve gülebilmek, ağlayabilmekse, kendi büyütecimle gördüğüm değerlerin benim değenlimeden kesişmeksizin geçebiliyorsa,
incelikli öncelikli
davranabiliyorsan, davranabiliyorsam
o tanımsız noktayı bana açıklar mısınız?
neredeyim o an? neredesiniz?
Selam,
Muhabbetle,Sufi.
2. Yazı:
Gecede Umut Mahyasi Var"Todavia Cantamos", Şarkı söylüyoruz ..
Kim demiş şarkılar susacak ? en çok Los Hermanos'u severim, Arjantinli ünlü halk şarkıcısı Atahualpa Yupanqui'nin bir şarkısıdır.
Uzun sürmez ayrılıklar, yeter ki "kararmasın" .
not defterimin ilk sayfasına Pablo Neruda Şiirininin ispanyolcasını yazmışım, yanımdan hiç ayırmadığım defterim.
" Tu eres la patria, pampa y pueblo,
Arena arcilla, escuela, casa.
Punu, ofensiva, orden,
Desfile, ataque, trigo,
Lucha, grandeza,
Resistencia.
Ülkesin sen,
sonsuz ova ve halk
Kum, kil, okul, ocak
Dirilişsin sen
Yumruksun, atılım ve yürünecek yol,
Eylem, Saldırı, buğday,
kavga ve yüceliksin,
Direnişsin sen.
Pablo Neruda .
çev. Sufi.
Gecelerimin derinliğinde Umut Mahyası Sönmedi, yürekse yürek evet.
Umut yoksa, hiçbir şey varlığını sürdüremez, "Umut ne garip şey" dedi Pirim, okudum,
parmak uçlarımından bir umut ve ışık demeti süzüldü, sözcüklerini (dün gece (ancak !!!)) okurken.
Sufi teorisi ve pratiğinin 45 aşamalı çok zor yolculuğunun 9. durağıdır Umut, neden yazdığını çok iyi kavrıyorum, " ben gönülsüz, neşesizim; sen ise gönül dostusun sur, sitemlerden incinme. ben ben değilim der ustadımız, evet, eğer bir an ben, ben olsaydım ve sen , sen olabilseydin, bu alemi zerreler gibi birbirine çarpar dururduk(jm)".
"Umut ne garip şey !".
Kuru kalabalıklarda bugüne kadar hiç işim olmadı, belki de bu yüzden defterden kimi zorunluluklardan dolayı ayrı kaldığımda çok üzülüyorum.
Gururun, Kibirin hükümü bir tek bu defterde geçersizdir, kim ne derse , desin.
esselam defterim.
Ne demişti Pirim:" dostlarımın gözlerine baktığımda, orada kendi hiçliğimi görürüm".
Yolumuz uzun,
Sevgili dostlarım, sizlerde bu yürek olduktan sonra, kervan yoluna devam eder sanırım.
Selam,
Muhabbetle,
Sufi.
sufi içinAxiom of choiceeski Semerkant nağmesiNiya Yesh:YAKARIŞBorges Defteri |
Published Pazartesi, Mayıs 22, 2006 by borges defteri. 
(
Sevgili Sufi'mize sıcak selamlarımızı göndererek, defter arşivinden iki çok mükemmel yazısını değerli okurlarla paylaşıyoruz, " elle, ayağa kılavuzluk eden gönül gözüdür" sur, sen dağın başındayken dağın eteğini, ve her çukuru, her düzü kat kat görensin...ey şifa onu terk etme...borges defteri)
Kendimi arıyordum, Size çarptım ! Birbirine zıt iki öğe ve bu ikilinin hemen yanı başında duran olumsuzlamanın aşılması ya da Hegel’in dilinden “aufhebung”, geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz ünlü düşünür Derrida’nın neredeyse ömrünü verdiği alan. Zıt öğelereden oluşan karşıtlığın yapısını nasıl çökerteceğiz? İkili karşıtlığın yapısında yer almayan ve karar verilemeyen öyle bir öğe vardır ki , bu öğe ikili karşıtlığın yapısında yapılanmamıştır, ancak karşıtlığın yapısını bozucu niteliktedir.Bu tip öğeler karar verilmez öğelerdir.Bunlar , felsefi karşıtlık yapısında yaşamaya devam eden ve yapıya direnip onu bozan öğelerdir. Derrida “karar verilmezlik” öğelerini açımlamak için “gün” örneğini verir. Gece gündüz olarak yapılanan gün unsurunda bulunmayan, ancak gece ve gündüz karşıtlığının yapısını bozan öğeler mevcuttur: “şafak vakti” , “alacakaranlık”, “seher vakti” gibi. Bu tür öğeler karar verilmezliğin öğeleridir, işte benim o tek dizelik şiirimden dünyayı izleyen göz böylesi bir zaman aralığında “ağlar”. Amacım felsefe yapmak , Tanrı kavramında saklı şifreleri ulu orta sofraya dizmek değildi, ne haddime. Bir gece yarısı sufi’nin dilinden, dudağından akan “göç” ve “kavuşma” türküsünün dip notları olarak algılansın isterim. Nereye yazdığımın çok iyi farkındayım, bir el tüm sözcüklerimi aydınlık saçan zulasında saklıyor, biliyorum. Onun ısrarı benim inkarım, ne zaman kırılır bilmiyorum. Artık her yazılan, çizilen bir ebedi yorum okuma biçimi olarak dökonstrüksiyon, hem teryüz etmeyi (reversal) hem de müdahale etmeyi gerektirir. Kalem tutan usta dost eller sağ ola, tanyerinin sesi bir yerlerden yankısını buluyor. Şunu ilave etmeliyim sevgili Argos dökonstrüksiyon , kavramdan kavrama atlamaz, ama kavramsal olan ve kavramsal olmayan düzeni tersine çevirir, bunu denesek? Biliyorsun döknstrüksiyon edebiyat ve eleştiri arasındaki köktenci ayırımla mücadele eder. Jm’nin sürekli vurguladığı gibi “dökünstrüktif eleştiri , felsefe gibi bir yazma faaliyetidir.” Döknstrüksiyonu bir sistem, yöntem ve fikirler bünyesi olarak düşünmek, onun doğasını tahrif etmek gibi bir şeydir. Yazdığım , okuduğum metinlerin metaforik yapısıyla da hep ilgilendim, ve yine biliyoruz ki metaforlar “hakikate indirgenemez”, o halde metaforlar hakikatın değil, metinlerin, şiirlerin bir parçası olarak görülmelidir. Yalan barındıran, tümden “yalandır denilen şiir” , ve son günlerde kimi oluşumlarda bu konu üzerine sözcük fırtınası değil, hafif mehtaplı esintiler yaratan dostlara ne demeliyiz? Hangi metni, hangi imgeyi, hangi “yalan şiiri” döknstrüksiyona uğratacağız, yerinden edeceğiz, ardından hangi “marjinal” metne yer vereceğiz? Ezbere konuşmak neden bunca ucuzladı sevgili Enis Batur? Bütün bunlar üstelik sizin göz bebeklerinize bakılarak gerçekleştiriyor “hanenizde”. Radikal okumayı denemeden, tüm bu yanlış yamalak bilgiler nasıl sıralanıyor? Söylemin kendisini neden kimse keşf etmiyor ve ön +hükümlü ( yalandır tüm şiirler, yalancıdır tüm şairler çıkarması) varolan hiyeraşileri tersyüz edilmiyor ardından yeniden söküp çıkarmayı denemiyorlar. Söylemin kendisini keşfetmek o denli “müşkil” bir sıçrama tahtası ki, bu dostlardan çok önce Foucault o yükseklikten tepe taklak oldu ! Herkes bir Gadamer, Derrida olamıyor ki Bay Foucault ! Fikri idealize eden dil düşüncesine nasıl karşı koyacağız? Nasıl mücadele edeceğiz? Dökonstrüktif okuma biçimi, daha doğrusu faaliyeti, dünyayı bir metin gibi görür, ve işte metin merkezli postyapısalcı yaklaşım, okuyucuyu ön plana çıkarırken, bugün postmodernizm, postyapısalcılığın öne çıkardığı okuyucuyu da çoktan terim yerindeyse tam “öldürmüştür”, tüm sıkıntılarımızın yegane sebeplerden biri işte. Tanyerinde Tanrı ağlarsa ne çıkar? Ey “yalan şiir” . İblis (karanlık) Tanrının bilinçaltından başka bir şey değilmiş der Persialı Zerdüşt ! Ya Şairin bilinç altında neler dönüyor? Hep Yalan mı? “içgüdülerimizin saflığı , berakklığı olmasa kimse kötü, çıkar, menfaat olmasa kimse iyi olmaz” buyurmuş bir teknosufi. ardından ekler bir garip sufi : “iyiliğin çoklu faydaları , kötülüğün inanılmaz bir büyüsü var” buyurun: kahveniz nasıl olsun? Siz siz olun haz ve heyecana bağlayın fişinizi, acıya kedere değil, hayata karşı en soylu duruşunuz bu olacak inanın , ey güzel gözlü borgesiyenler.. Selam, Muhabbetle, Sufi. Dünyayı ses kaplasa da, dengesini hep sessizlik koruyor, değil mi pirim? Yoksa “sessizlik kulesi” onca sene sesimizi neden barındırdı.. özledim o günleri. sur. 2. yazısı:
Anlatamiyorum , Anlatamiyorum.. Dilsizler haberini kulaksız dinleyesi Dilsiz kulaksız sözün Can gerek anlayısı. Anlamadan dinledik Dinlemeden anladık Gerçek erin bu yolda Yokluktur sermayesi Sermayenin yokluk olması hakkında hiç düşündünüz mü? İnsanın herşeyi bulduktan sonra bırakması, çok sözden az söze, gerekirse suskuya, susmaya, sessizliğe, sözden daha anlatıcı olan insanca susmaya gelmesi demektir. Susarken söyleyecek, söylerken susacaksın. Bizlere bir kır gezintisi yeterlidir, gönlümüzde “Asa”, bohçamızda sözcükler, Söz ustalıklarını aşan bir çeşit sessiz duyarlığa, Hiç düşündün mü “ef”, neden “o” bu “sessizlik” sözcüğünü bunca sık kullanıyor? Dışımız(sözümüz) her nekadar süslü görünse de , içimiz o denli “harap” . Sözleri kanatlandıran Şairler var aramızda, evrenle bir görürüm onları. Sözün insandan ayrılamıyacağını, insanın ta kendisi olduğuna inanmak. Büyük Şairimiz Şeyh Galip: “Söz candır eğer bilirse insan” demekle sizleri ve “beni” konuşturdu bu gece. Sen sana ne sanırsın Ayrığı da onu san.. Mücizelere inanmam ama sanırım bir mücize yolda, dokunmayın lütfen Sufi için yola çıkmıştır.. Altını çizdiğim yağmur damlaları bekliyor hepimizi, Pirim var ola: “ Sen yine her zaman imkansızı iste Sur, ama önce iste ” deyişi ve güç kazandırmasıyla. böye bir “öğütten” sonra kim dinler Sartre, Dostyevski’yi.. Sufi.
Published Pazar, Mayıs 14, 2006 by borges defteri. 

(Sufi'nin tüm yazıları- defter arşivinden iki yazı)
Brecht hata yaptı mı? Sessizliği tercih etti mi?Ve bunun gibi birçok soru sorabiliriz sanırım.
Kısaca :evet, tercih etti !
Şimdi bu "telegraf" usulu yargılamadan sonra yanlış bir hesaba kapılıp “Sufi ,Brecht'i sevmez” gibi bir sonuç çıkarmayın lütfen, tam tersi bir durum söz konusudur, sevdiğim için bu soruları yöneltiyorum.
Aslında bu konu daha önce Defterde tartıştığımız Rabelais konusuyla ilintilidir, ilgilenenler ,Defter arşivinden söz konusu yazıları okuyabilirler ( Argos a. ve benim yazım).
Haşet tarafından yaratılıp Piscator ve Brecht tarafından geliştirilen Şvayk tiplemesi,dünya yazınında gerçekten eşsiz bir "oportünist şenlikli muhalefet "tavrının bariz örneğidir.Şvayk 'ın otoriteye,militarizme karşı çıkışları hep bir boyun eğme kisvesi altındadır.Şvayk bir kahraman degildir, egemen söylemi, iktidarı yadırgatmakta gülünç duruma düşürmekte ve sorgulatmakta birçok kahramandan daha başarılıdır.
Belki de Brecht'in Şvayk tipine aşırı düşkünlüğü de bundan gelir .Martin Esslin'e göre ,Brecht'in çoğu oyun kişisi,Şvayk 'tan hareketle yapılmış çeşitlemelerdir:Azdak, Matti, öykülerindeki Herr Keuner,ve hatta Galileo(ki bu örnek üzerinde özellikle durmak gerekiyor).Brecht'in kendisi de yaşamı boyunca Şvaykvari bir tavır benimsemiştir iktidara karşı.
şimdi yukarıda sorduğum soruların renkli grafisi çıkmaya başlıyor:
Brecht ne 1947'de Amerikan Aleyhtarı Faaliyetleri soruşturma Komitesi karşısında radikal bir tavır almıştır,ne örnegin 1932'de Kuhle Wampe filmini sansür karşısında savunurken, ne de Doğu Berlin'de yaşadığı yıllarda "sosyalist gerçekçi" resmi sanat anlayışı tarafından sessiz bir sansürle sınırlandığı zaman.Bütün bu durumlarda"kıvırtma" yolunu seçmiş, gerektiğinde yalan söylemiş,boyun eğer görünmüş,ama hasımlarıyla inceden inceye alay etmeyi de ihmal etmemiş.1953 Doğu Berlin ayaklanmasında açıkça iktidar karşıtı bir tavır almamış,ancak iğneli bir dille yönetime "bu halkı feshedip bir yenisini seçmeyi" önermiştir bir şiirinde.. Brecht gibi bir Şair'in büyüklüğü sanırım bu dizelerde saklı, yaşamı boyunca ,özellikle siyasal arenalarda çizdiği "belirsiz fiili tavırları" onun sessiz +isyankar dizeleri kırmıştır.
Cemal Süreya’nın bilinen Brecht yorumu: "Genç şairleri etkileyen bir sanatçı da Bertolt Brecht, şiiri sonsuz yalınlaştıran bir şair. Şiiri iç hayattan bütünüyle sıyırıp onu görünür gerçeğin dışavurumu, yansısı haline getiren adların başında geliyor”.
Konuyla ilgili ve belki de Bercht’i en iyi anlatan kitaplardan birisi Walter Benjamin’nin:”Brechti Anlamak”kitabıdır, gerçi Walter Benjamin’nin kitabı kafamdaki sorulara cevap olmadı, ama onun üzerine okuduğum en kapsamlı kitaplardan birisidir.
Sn.Ahmet Cemal’in ise neden “Yadırgatıcılık Etmeni “ kitabını ,"Yabancılaştırma Etmeni" adıyla çevirdiği ise bir muamma ! (tiyatro kuramını işler bu kitap).
"-Karanlık dönemlerde peki, Şarkı da söylenecek mi? -Elbette şarkılar da söylenecek Belgeleyen karanlık dönemleri."
Brecht:Sanat adlı Şiiri.
Sufi.
Hamiş: Bu ay çıkan tüm edebiyat dergilerini(yasal olanlar) karıştırdım, bunu bir Sufi Sözü olarak kabul buyurun ki ,Nazım Hikmet'in Orhan Veli'ye karşı söylediğini yazmak zorundayım:" Şeytan Uçurtması yapıyorlar" .Onca kağıt ve mürekkep'e yazık.."Son Kişot " az ve öz gidiyordu kapandı, Dünya grubunun çıkarttığı "posta dergisi" kapandı ..Ve daha da ilginç bir "ucube" çıktı karşıma:Akademist dergisi ! biraz High Social + White Turkish Moda aleminden gerci. kitapçım “dergi yeni geldi” dedi,.. bilmem sayı 7 Enis Batur'la uzunca bir reportaj var(dergi’nin çıkış tarihi’nde baskı hatası olabilir). İlginç ve okunmaya fazlasıyla değer , Söyleyişinin yapıldığı adres yanlış diyemiyeceğim, ama “gerçek okuyucusuna” ulaşır mı? S.O Sufi.
Published Cuma, Mayıs 12, 2006 by borges defteri. 

(
Sufi'nin tüm yazıları- defter arşivinden seçtiklerimizYazıda söz konusu olan Ağaç Fotoğrafı-şu an defter sayfasında izlediğiniz "güzel fotoğraf" - Sevgili Enis Batur imzasını taşıyor...web sitesi sitemizin ilk ve tek linkidir!..defter)
Yağmur ÇiselerkenKır çiçekleriyle dolu bir bahçede uzanmışım dolunayı seyrediyorum.Yağmur çiseliyor. Altımdaki toprak yavaş yavaş çamura dönüşüyor.
Bense hiçbir şeye aldırmadan yatmaya devam ediyorum, sevgili Asu'nun uyarılarını bile dinlemiyorum.
Çok uzaklardan, rüzgara karışmış bir ney sesi geliyor.
Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyorum.Tamamen arınıyorum.Sonra yavaşça kalkıyorum ve yalınayak yürümeye başlıyorum.Yağmur şiddetini artırıyor.Sırılsıklam oluyorum.
Her adımda bir umut, bir hayal kuruyor, yıkıyor, yitiriyorum.
ve her yitiriş beni biraz daha rahatlatıyor.
Yavaş yavaş tüm duygularım bir med + cezir fırtınasına tutunuyor.
Beynim gitgide boşalıyor sanki.
içimde sadece sevgi kalıyor.
Sonra karşıma dikenli teller çıkıyor.
Bahçe sınırı diyorum, dünyanın sonu değil ya.
Daha ileride orman var, dikenli teller beni tutamaz, tutamadı asla, Tereddütsüz atlıyorum tellerin üzerinden.
Orman dolunay ışığıyla gümüşi renkte.
Koşmak istiyorum ama ağaçlar o kadar sık ki koşamıyorum.
Sonunda bir ağacın dibine oturuyorum.
Çok büyük bir ağaç.
Kafamı kaldırdığımda gökyüzüne değiyormuş gibi geliyor.
düşünüyorum ve soruyorum o an, ağaçların sesine kulak veren , kaç şair var ?
birkaç isim hafızamı yokluyor, ama nedense Enis Batur dikiliyor gözlerimin önüne, kendi Web Sayfası adresinde tek, bir adet fotoğraf var, o da kocaman bir ağaç gövdesi fotoğrafıdır ! Güzel bir fotoğraf, kendisi çekmiş.
Sonunda tam o ağacın, dibine çöküyorum.
karşımdaki ağaçta bir baykuş var.
Kocaman gözlerini açmış bana bakıyor.
Ormanda ne işin var tek başına dercesine " sevgimi seninle paylaşabilir miyim?" diye soruyorum.
birden yok oluyor, ürperiyorum.
her gidiş beni hep ürpetmiş.
Ayağa kalkıyorum ve karşıda onu görüyorum.
Yüzüne bakarsam sihir bozulacak, hayatın kimi gizemleri, renkleri var, onlara tepeden bakmadım asla, ve bazen "gerçeğin", dostun yüzüne değil sadece kalbine, ruhuna bakarım ki o sihir bozulmasın.
Sonunda karar veriyorum, ve "içeriye" bakmaya yöneliyorum ..içeri neresi? Hafifçe titreyen bir deri içindeyim.
yorgun bir yüzün, güçlü solgunluğunu bıraktığı kutsal tenime.
birden ateşin yakan şefkatliliğini hissettim içimdeki ormanlarda.
çiçek kolonisindeki büyülü uyanışlarımda,
ve o sessizlikte
Yudumlanarak
bakılan
güzellikle
pişirilmiş ruhtu seninkisi ey dost , diyorum.
Hüznün, kızgın dikenlerini görünmeyen kanatlarıyla kalbime batırsada..
Sana dönük
düşünen düşüm ey defter, o vefa ehline ,
soyut mağaramın kalbi,
ve özlem çemberi içinde, kayb + olan yusufu'nu arIyor yakup..
aşk ve sadakat iksirlerini nakışlarından.
Selam,
Muhabbetle,
Sufi. Fener(
açıklama: Sevgili Sufi bu yazısında Şile Feneri ile bir içsel konuşma yapar-defter)
Fenerin ışığı karanlığın içinden odamı yokluyor, izliyorum, buralarda olmadığım zaman dilimlerimde de geliyor, anneme soruyor :Sur'u goremiyorum, nerede?
O hep gelecek, çünkü onunla sırdaşız, hiç unutmam bir gece vakti aldığım ilaçların da etkisiyle, bilinç kıyısında, hani o zihin uyanıklığının alt, en alt basamağından gözlerimi zor bela açtığımda, devasa, sıcak, ve çiydamlası berakklığında bir ışık halesi odamı doldurdu.
-geldin mi sur? geceler boyu seni tüm kırlarda, sahilde, her yerde aradım durdum.
Duysanız gövdesinin titrek selini.
Duvardan duvara, defterden deftere, kalemden kaleme gezdi, okşadı durdu.
bir yüz ki sabahmış .. gidip dönmemiş.
zaman sokağında zonklayıp duran..
S: - Geldim, Sen önce şu bozuk ölmeyegeçkalmak saatini al götür .
ten değil dostum, yar gitmiş arzuhal birikmiş dilimde,
"ölmemek yükü" ağır mı gelmiş neymiş.
duymadın mı?
görmedin mı?
erittim son buseyi özlemin magmasında,
ve
Veda
büyüsünü
Sesine gizlemiş bu Sufi'yi..
Gece boyunca (fener) sessizce beni ziledi, sadece gozlerime baktı durdu.
Güneşin doğuşuna yakındı,
Döndü Güneşin doğuşuna baktı, yarı ağlamaklı gözleriyle
sonra arkasını döndü, tekrar gözlerime baktı.
"önüne tekrar geceyi çizdi",
geceye doğru yürüdü:
(seslendi)
"gidersen çiydamlası olur, tüm güllere konarım".
Sufi.
Hea.ven.ly :
Odur belki yeryüzünde yalnız
Klabi kalbime seslenen,
Gelirken gülüşür nur olan kız
O derin gecelerden.
Şiir: Nerval
Çev.sufi.
Published Cuma, Mayıs 05, 2006 by borges defteri. 

( Sufi , tüm yazıları/ 15 Nisan 2005- defter arşivinden)
Kitaplara inanır mısınız?
Tanrı unutkanlığına nasıl ? !
her şeyin levhi mahfuzda tutulduğuna bakmayın,
Tanrı da unutur kimi zaman; yoksa insanoğlunun "sersefil" duruşu çekilir şey değil !
Siz hiç ilkbaharda yağmur sonrası bir avuç toprağı kokladınız mı?
Karahindiba çiçeğini ?
"CEVAPSIZ KALMAK" !
bir kez daha vuruldum, gecenin orta yerinden.
Bundan sonra her tekila kadehinden sonra Razi 'yi anacağım ! (Alkol kaşifi ), ve son damlalarını onun için toprağa dökeceğim (eski İran’da iki kişi için bu yapılırmış birincisi Hayyam öteki Razi ).
Gönül senin hakkında kötü zanda bulundu,
Senden ırak, çok ıraklarda dursun !
Bunu da ancak kendi güçsüzlüğünden yaptı,senden ırak olsun !
Her Safralı gönüllünün ağzında acılık var.
Şeker ,seni kıskanır, senden ırak dursun !
"SANRI KÜLTÜ" ! kapından parmak ısırarak ayrıldım .
Ergenlik çağımdan itibaren hep yapmak istemişimdir kitaplarda yazan şeyleri..hep yürümek istemişimdir toprakta, elimde bir yürüyüş değneği, gürültüden çok uzaklarda , hep at sürmek istemişimdir uzak diyarlarda , bir karahindiba çiçeği elimde olsun istemişimdir hep, yolda gördüğüm ilk hüzünlü bekleyişindeki kadına verebilmek için .
Kurşun toprağın,düşlerimin ıslaklığını ..
Bugün dönün bakın ayaklarınızın altına lütfen,
Ayaklarınız artık hiç toprağa değmez oldu !
Kat kat asfalt sizi ürkütmüyor mu hiç?
Oysa sudan ,topraktan yapılmış senin gibi bir varlık yoktur alemde .
Bu akşam kendinize bir iyilik yapın:Ay’ı izleyin, Ey Ay yüzlü sevgili !
"Yeniden doğdun,parladın" diyen sesimi duyacaksın , o an feleğin çevresinde salınacaksınız.
Gece, sükun, sessizlik size hiç yaşamadığınız Aşkı yaşatır.
Ah, Ey gönlümle nefes nefes yaşayan,hayat bulan garip hayal ,
Ben senin o gülerek doğduğun sabahın kölesiyim..
o O o
Tanrım, ey gecenin kalbinde gün gibi parlayan garip mum !
Sen nasıl bir şeysin?
Hem hırsızların şahnası,
hem vezir
hem bekçisin sen,
Ne olur önümüzdeki bu ilkbaharda bu kulunu karahindiba çiçeklerine çok görme..
UNUTURSAN BENİ,
UNUTACAK GECE .
fırsat ver ..
Son değil, başlangıç istiyorum
CEVAPSIZ KALMAMAK İÇİN !Yazarı: Sufi.