Mayıs Kırı
( Kimdi Hür Yümer?
Yazar, Sıkı dost, duyarlı kırılgan bir çift el, Edebiyat ortamımızın "sessiz" engin kuyularından birisiydi ,birçok öykü yazdığını biliyoruz, ama ne yazık ki Hür Yümer terekeleri şu an kayıp, kısa çok kısa ömrüne tek kitap sığdırabildi:“Ahdım Var” .Ressam Deniz Bilgin’nin yakın arkadaşı, o yazdı, Deniz resimledi çoğuzaman !
Her ikisi de şu an yıldızlara konuklar.. yer yüzünü terk ettiler .
Her iki güzel, üretken dostlarımızı Özlemle, Sevgiyle Anıyoruz.... borges
defterinden eski dostlarınız..)
Bugün kırın kıyısından gitmek yüreklendiriyor beni, neşelendiriyor.
Dellenmiş otların arası silme gelincik dolu.
Kırmızı , kırmızı ! Ateş değil , kan değil. Fazla neşeli, fazla uçucu . Herbiri direğine belli belirsiz iliştirilmiş küçük birer bayrak , azcık rüzgarın ansızın uçuşturuvereceği birer kurdela diyesim geliyor ya da ipekten kağıt parçacıkları, rüzgara savrulmuş, sizi bir şenliğe çağırmak için, mayıs şenliğne mi?
Ot şenliği, kır şenliği.
Bin kırmızı, on bin, hem de en canlısından, öyle kısa ki ömürleri ! Mayısın ihtişamına adanmış. Bütün o şeffaf elbiseler, ya da neredeyse şeffaf, tam iliklenmemiş , hadi çabuk ! Pazar kısa...
Kır geri geliyor.Büsbütün başka, çok daha masum, çok daha basit.Bütün bu “buluşlar” onu ele veriyor, doğasından ediyor. Bu yüzden daha da farklı, anlaşılmaz. Hatta kutsanmayı bekleyen belki, her şeye rağmen mi?
Kır basit şey ve yoksul , sıradan; besbelli ta dibe atılmış, toprağa, saçılmış, harcanmış. Saf şey, anlamsız, biçilmekten ya da çiğnemekte başka işe yaramayan . Ama bununla birlikte ağır, daha iyi düşünecek olursak , zamanla, saflıktan, masumiyetten ağırlaşmış, basitlikten ağırlaşmış.Ağır ve yüce.
Taşlar ve ırmaklar kadar, dünyadaki tek tek her şey kadar.
Toprağın hemen üstünde, şu bin kırılgan, uçucu şey, şimdiden sararan yeşil , şu patlayan saf kırmızı, ama yine de, gökle yer arasında ; ( yol aşağı kaydığında anlıyorum bunu). Demek ki yükseliyorlar da, şu dellenmiş otlar, şu canlı, ömrü kısa çiçekler; toprağın şu alçakgönüllü kardeşleri bile gögü gösteriyorlar; ve şu kağıttan taçyapraklar, saplarına bu kadar eğreti tutunuyorlarsa, havaya iç döktüklerinden, teslim olduklarından... Acaba havya mı benziyorlar? Peki, ya bunlar kırmızı bir iksir damlasının marifetinden türemiş, havanın kırmızıyla dokunmuş kırıntılarıysa, şenliğe gelmiş hava mı?
Masum şeyler, zararsız. Köklerni şüphesiz aşağıdan salmış, ama azcık yukarıdan neredeyse hür, uzaklaşmış. Sakınmasız, adanmış. Tarlaların haftasında çanları nşeli bir Pazar gibi; tıpkı bir ikindi vakti, kızların en yakın köye kol kola dans etmeye gittikleri zaman gibi.
Bu şeyler , otlarla çiçekler, bu renkler, bu kalabalık, tesadüfen, şöyle bir görülüvermiş, geçerken, daha geniş ve belirsiz bir bütünün ortasından, otlarla gelincikler adımlarımla kesişen, hayatımla,
Kır mayısın gözlerimde, çiçekler bir bakışın içinde , bir düşünceyle buluşan kırmızı yada sarı ya da mavi pırıltılar, hülyalara karışan,
Otlar, gelincikler, toprak, peygamberçiçekleri ve binlerce adım arasında şu adımlar, şu gün, binlerce gün arasında.
1987
Hür Yümer