Published Pazar, Haziran 26, 2005 by borges defteri. 
suskunun yazısı...
Yazabiliyorken ellerim,görebiliyorken gözlerim ,yüreğimin kolları
sarabiliyorken gönül şehrimi,kalem dağılmadan kağıda akışkan bir üç nokta
ile gidiyorum gidebildiğimce...Bitti diyemeden söze tekrar başlıyor kelâm.
Ve
araya sindirdiğim bunca bağlaçla yürüyor yazı yazgısınca...
Bir kuş kanadında uçabiliyorken gönlüm bazen, içtikçe susadığımı görüyorum
pınar başında,bu tuz ,bu susuzluk ,gitgide kuşlara bakışımı
arttırıyor...Kuş olup uçuyorum belki de gönlümce...ya da vurgun yer gibi
dibe çöküyor kentlerim...
Bir deniz arıyorum belki de,sözün tam burasında...dalgasında haşinlik
olan...yosun kokan her adımında...ve kalbi olan herkes ,kalbinde denizine
hasret sanki...Öyle yakın ki karşı kıyı ve öyle uzak ki güneş...deniz
kızlarını anımsatıyor denizli her masal...yakamozlar arıyor Yunuslar...
Ve yazı yazgısında kararlı yol alabiliyorken...kararsız da olan tüm yazılar
noktada kalamıyor bunca üç noktadan sonra...Hep bir öncenin bir sonrası,bir
son anında bir öncesi var...ezeli,evveli gittikçe uzayan yollar...bu yazı bu
yazgıda bitmez ki hiç...
Bir mavi tutunuştu her şeyim hiçbir şeyinde...
Bir uçuş ,bir kanat açıştı mavideki her şey...
Hiçbir şeydi..
Her şeydi...
var edenin var ettiği kadar mavi...
Düşler,düştü ellerimden ...düş oldu
yoktu ki zaten.
Hiç beklemezken ,hep beklemezken
sonunda vara vara yine kendime vardım ..içime...
meğer ki kalbimizmiş...
kalpteymiş ...
aşk bahane olmazlarıyla ve olurlarıyla.
YAZARI:Hale İzgi Özçiçek
Published Cumartesi, Haziran 25, 2005 by borges defteri. 
Birbirine zıt iki öğe ve bu ikilinin hemen yanı başında duran olumsuzlamanın aşılması ya da Hegel’in dilinden “aufhebung”, geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz ünlü düşünür Derrida’nın neredeyse ömrünü verdiği alan.
Zıt öğelereden oluşan karşıtlığın yapısını nasıl çökerteceğiz? İkili karşıtlığın yapısında yer almayan ve karar verilemeyen öyle bir öğe vardır ki , bu öğe ikili karşıtlığın yapısında yapılanmamıştır, ancak karşıtlığın yapısını bozucu niteliktedir.Bu tip öğeler karar verilmez öğelerdir.Bunlar , felsefi karşıtlık yapısında yaşamaya devam eden ve yapıya direnip onu bozan öğelerdir.
Derrida “karar verilmezlik” öğelerini açımlamak için “gün” örneğini verir.Gece gündüz olarak yapılanan gün unsurunda bulunmayan, ancak gece ve gündüz karşıtlığının yapısını bozan öğeler mevcuttur: “Şafak vakti” , “alacakaranlık”, “seher vakti” gibi.
Bu tür öğeler karar verilmezliğin öğeleridir, işte benim o tek dizelik şiirimden dünyayı izleyen göz böylesi bir zaman aralığında “ağlar”.
Amacım felsefe yapmak , Tanrı kavramında saklı şifreleri ulu orta sofraya dizmek değildi, ne haddime.
Bir gece yarısı sufi’nin dilinden, dudağından akan “göç” ve “kavuşma” türküsünün dip notları olarak algılansın isterim.
Nereye yazdığımın çok iyi farkındayım, bir el tüm sözcüklerimi aydınlık saçan zulasında saklıyor, biliyorum. Onun ısrarı benim inkarım, ne zaman kırılır bilmiyorum.
Artık her yazılan, çizilen bir ebedi yorum okuma biçimi olarak dökonstrüksiyon, hem teryüz etmeyi (reversal) hem de müdahale etmeyi gerektirir.
Kalem tutan usta dost eller sağ ola, tanyerinin sesi bir yerlerden yankısını buluyor.
Şunu ilave etmeliyim sevgili Argos dökonstrüksiyon , kavramdan kavrama atlamaz, ama kavramsal olan ve kavramsal olmayan düzeni tersine çevirir, bunu denesek?
Biliyorsun döknstrüksiyon edebiyat ve eleştiri arasındaki köktenci ayırımla mücadele eder.
Jm’nin sürekli vurguladığı gibi “dökünstrüktif eleştiri , felsefe gibi bir yazma faaliyetidir.”
Döknstrüksiyonu bir sistem, yöntem ve fikirler bünyesi olarak düşünmek, onun doğasını tahrif etmek gibi bir şeydir.
Yazdığım , okuduğum metinlerin metaforik yapısıyla da hep ilgilendim, ve yine biliyoruz ki metaforlar “hakikate indirgenemez”, o halde metaforlar hakikatın değil, metinlerin, şiirlerin bir parçası olarak görülmelidir.
Yalan barındıran, tümden “yalandır denilen şiir” , ve son günlerde kimi oluşumlarda bu konu üzerine sözcük fırtınası değil, hafif mehtaplı esintiler yaratan dostlara ne demeliyiz?
Hangi metni, hangi imgeyi, hangi “yalan şiiri” döknstrüksiyona uğratacağız, yerinden edeceğiz, ardından hangi “marjinal” metne yer vereceğiz? Ezbere konuşmak neden bunca ucuzladı sevgili Enis Batur? Bütün bunlar üstelik sizin göz bebeklerinize bakılarak gerçekleştiriyor “hanenizde”.
Radikal okumayı denemeden, tüm bu yanlış yamalak bilgiler nasıl sıralanıyor?
Söylemin kendisini neden kimse keşf etmiyor ve ön +hükümlü ( yalandır tüm şiirler, yalancıdır tüm şairler çıkarması) varolan hiyeraşileri tersyüz edilmiyor ardından yeniden söküp çıkarmayı denemiyorlar.
Söylemin kendisini keşfetmek o denli “müşkil” bir sıçrama tahtası ki, bu dostlardan
çok önce Foucault o yükseklikten tepe taklak oldu ! herkes bir Gadamer, Derrida olamıyor ki Bay Foucault !
Fikri idealize eden dil düşüncesine nasıl karşı koyacağız? Nasıl mücadele edeceğiz? Dökonstrüktif okuma biçimi, daha doğrusu faaliyeti, dünyayı bir metin gibi görür, ve işte metin merkezli postyapısalcı yaklaşım, okuyucuyu ön plana çıkarırken, bugün postmodernizm, postyapısalcılığın öne çıkardığı okuyucuyu da çoktan terim yerindeyse tam
“öldürmüştür”, tüm sıkıntılarımızın yegane sebeplerden biri işte.
Tanyerinde Tanrı ağlarsa ne çıkar? Ey “yalan şiir” .
iblis (karanlık) Tanrının bilinçaltından başka bir şey değilmiş der Zerdüşt ! ya Şairin bilinç altında neler dönüyor?
Hep Yalan mı?
“içgüdülerimizin saflığı , berakklığı olmasa kimse kötü,
çıkar, menfaat olmasa kimse iyi olmaz”
ardından ekler bir garip sufi : “iyiliğin çoklu faydaları ,
kötülüğün inanılmaz bir büyüsü var”
buyurun: kahveniz nasıl olsun?
Siz siz olun haz ve heyecana bağlayın fişinizi, acıya kedere değil, hayata karşı en soylu
duruşunuz bu olacak inanın ,
ey güzel gözlü borgesiyenler..
duanız benimle, sevdiklerinizle olsun lütfen,
bugün göç eden genç ve karadenizin güzel sesini özleyeceğiz..
Selam,
Muhabbetle,
Huuu.
Sufi.
borgesdefteri@yahoo.com
Dünyayı ses kaplasa da, dengesini hep sessizlik koruyor, değil mi pirim?
Yoksa “sessizlik kulesi” onca sene sesimizi neden barındırdı..sufi.