Sayfalar

Cuma, Şubat 14, 2025

Bir Oruç Aruoba Portresi // Sufi.

 

Aruoba Anısına.../ gittiğin gün!


İlk gençliğimin yaprağıydı, büyüdü, serpildi, büyüttüm, çoğalttım o yaprağı ki çok şey öğrendim o hücrelerden. Sonra baktım ki "Doğançay Çınarları" kadar derin biçimde zihinsel dünyama kök salmış.
"Bahar mevsimde hazan olmaz(dı) ama Aruoba söz konusu olursa her şey
ihtimal dahilinde" yazdı dostum ve bir ikinci cümle kurmuştu ki esas o
beni derinden etkiledi: "kurtuluş bazen hepimizi ezer geçer, kişi
kurtulur, huzura kavuşur ama yıkım etkisi bizde devam eder
".
Bu sözler üzerine çok düşündüm, çünkü başka bir açıklama yok, nasıl bir "kurtuluş" olabilir ki?
Neden, kimden kurtuluyorsun?
Tekrar yazdım dostuma ve iki soru sordum.
Gelen yanıtlar, her şeyi anlamlandırdı zihnimde.
Meğer çok ağır hastaymış, tıbbı müdahaleye izin vermeyen türden bir
durum ve de gidebildiği ana kadar olmuş bilimin yanıtı!
Çok üzüldüm, çok.
"Bunca acıyı hak etmiyordu" diyeceğim ama onun yaşamı zorluklara
meydan okumaktan ibaretti, son seneleri dışında ki o da aslında bir çeşit
hazırlıktı, "gitmek için".
Ben de yeni öğrendim, bugüne kadar ne dostum ne de kimse söz etmemişti, meğer Fahriye hn, uzun zaman, onu bir melek gibi korumuştu İzmir'de. Sağ olsun, var olsun.
Kitaplarıyla, geride bıraktıkları hep anılacak sevgili Oruç Aruoba.
“-Adınız "Oruç".
- Evet, siz bakmayın adımın Oruç olduğuna, ciddi ciddi Oruç da tuttum,
annem, sen daha çocuksun tutma derse de, ben hep tuttum. Bayram
Namazına da gittim, sonra olan oldu
".
Yani ciddiyeti kadar mizahı da güzeldi Aruoba'nın.


Sizinle de paylaşayım onun hakkında can dostumun yazdıklarını:

"Ulan, Lan" sözcükleri onun dilinden bal damlası gibi tatlı biçimde
çıkardı, kafasının kızdığı şeye, "çöp lan bu" derdi.
Toplu halde restoranda yemek yenildiğinde ve sıra ödemeye geldiğinde: "elleri balık kokmayan birisi ödesin" derdi.

Mütevazi bir kişiliği vardı, onun tevazu çemberi öyle böyle değildi.


-"Ben şair değilim" dediğini çok duydum, "ben bu şeylere layık
değilim
" dediğini de.


Enis abiyle le çok yakın ve derin bir dostlukları vardı, son demine kadar
üstelik. Ortak projeleri de çok oldu, en son bir dergi projesinde
bir araya geldiler, Enis abi davet etmişti, son çıkışı oldu sanırım. Oruç,
geceden yanaydı, bir gece değil 10 saat-8 saat, 80 saat de sürse(ydi)
bu onu mutlu ederdi. Sabah ezanı gibi gecenin perdesini çekerdi, bu
hep böyle oldu. Kimi yazarlar sabah vaktinde coşarlar, huzuru
bulurlar, yazı masasına otururlar. Oruç için gece her şeydi.
Yemek veya şöyle diyelim "beslenmek" gibi bir kavram yaşamında hiç yer
etmedi. Azla yetindi, bir ermiş gibi hep içindeki tüketti. Bu bilinçli
bir tercihti. Ne yaptığının farkındaydı.
Daha 17 yıl önce küçük bir hastalığında bizim İsmet'in Dr. eşine
götürdük, bir yığın tetik istedi ve sonunda "Oruç bey hiç iyi
beslenmiyor, dedi
.”


Özlem sözcüğünü bir okuruna sorar, "özlemek" nedir? der, elini
yüreğine götürür, "öz işte" gösterirdi... O.A'yı "özlemek" de öyle bir
şey Sur, elim yüreğimde şu an
...”

+ (.....)

***


ve gitti,
ve gittin,
ansızın,
an
sızı
n

yeniden ayrılık diyor gece kuşları,
gittikçe daha uzak
gittikçe ulaşılmaz.

buradasın şair.
sen ancak ben ölürsem, ölürsün.
ölmedin ki.

Sufi.