Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Barış// Ahmet Ada



Barış

                        Yannis Ritsos’a

Gülün sesidir barış

Kardeşliğin ekmeği

Suyun ışık demetidir


Bir testi doluşu umuttur barış

Başağın vakur duruşudur

Rüzgâr yeleli atın özgürlüğe koşuşu


Eve ekmek götürürken

Yokuş aşağı yuvarlanan elmanın sesidir

Akşamın buğulu alacasında


Anlaşılmaz bir güz kurnazlığıyla

Kışa doğru uçan kuşlardır barış

İnce zarif kanatlardır


Sözcüğün uçarı parmaklarıdır barış

Gösteren pırıl pırıl suları

Dağ göllerini ve denizi


Yazdır barış, yağmur sonrası

Toprağın kokusuyla buluşmadır

Denize yakın kıyılarda


Barış unutma dersleridir acıları

Tandır başında

Fır dönerken çocuklar


Zordur barış bir ılgım gibi

Bir görünür bir yiter

Çok emek ister


Ahmet Ada



* Şair Ahmet Ada'yı anarak, şiirin görselini de Ahmet Ada seçmişti, ağır hastalığından önce kaleme aldığı son şiirlerindendir. 2015 yılında kaleme almış.- (defter arşivi)


Baş Aşağı // Ziya Alpay




Şair-Yazar Ziya Alpay'ımızı anarak, o ki kendi irdadesiyle yeryüzünü terk etti... Defter'in en iyi kalemlerinden ve de çok iyi bir (kurucu) yazarıydı. Olmadı, yaşam denilen ince dala tutunamadı ve "gitti".  Bir "gidiş" ki kor gibi tüm ruhumuzu yaktı ve hala acısı tazedir, Ziya'nın canhıraş gidişinden sonra defteri tümden kaptmayı düşündük, sonra tüm kaybettiklerimizin yani: Ziya, Ömer Serdar (Ayvaşa), Batuhan (Leon), Süha (Tuğtepe), Doğan (Ergül) ve diğer canlarımızın sesleri yankılandı dünyamızda: "gidebildiğiniz kadar gidin  ve defteri ayakta tutmaya çalışın." Ki işin aslı şu ki, bunca ağır kayıpları veren bir edebi öbeğin çoktan inzivaya çekilmesi gerekiyordu... oysa "defter" edebiyat  ve yaşam adına tutunmaya gayret etti, ediyor, tek gayesi var: edebiyatın, edebiyatçının yanında durmak.
/ Borges Defteri 

------------------

Unutulmuş gibiyim ben. Ve insan
Bir bakıma unutulmuş gibidir
Bilmem ki nasıl anlatmalı, yalnız bile değilim
Belki de yalnızlıktan fazla bir şey bu
unuttum ben kendimi de stepan.
 ( Edip Cansever)
                                         
                                                     
                                                   Baş Aşağı

“Gerçekte sadece tek bir ciddi felsefi sorun vardır: İntihar. Hayatın yaşanmaya değip değmeyeceğine karar vermek, bu temel felsefi soruna cevap vermektir” (A.Camus)
  Pazar
        Sinemada bir kovboy filmi izledi. Filmden sonra dışarı çıktı herkes gibi arka kapıdan. Günlerden beri zamansız başına saplanan ağrılardan muzdaripti. Yürürken yollarda gördüğü insanların yüzlerine bakmaktan çekinerek, arabaların üzerine doğru gelmelerinden kaçarak. Dünya boşalmış ta bir tek kendisi kalmış gibi hissediyordu. Türünün son örneğiydi. Diğer örnekleri parayla satılmaz ibarelerine rağmen bazı fırsatçılar tarafından satılmıştı. Raflarda, dolaplarda, odalarda, çekmecelerde, bekleme salonlarında, kahvelerde, devlet dairelerinde ve hastanelerde ondan bulunmuyordu artık. Çoktan tüketilmişlerdi. Oturduğu apartmanın önüne geldiğinde durdu. Bir şeylerin eksik olduğu duygusuna kapıldı. Sinemaya girmeden önce elinde bir poşet olduğunu anımsadı. İçinde bir kitap vardı: Suskunluğun Alfabesi- Süleyman Sessiz. Girdiği bir kitapçıda dolaşırken başlığı ilgisini çektiği için almıştı. Sonra nolmuştu? Suskun bir halde parasını öderken: “ Beyefendi, bu kitabı alamazsınız. Öyle her önünde gelen istediği kitabı alacak olsa ne olur hiç düşündünüz mü?”. “Alamaz mıyım. almak için hangi şartlara uymam gerekiyor onu söyleyin o zaman” . “ 1,70 boylarında siyah saçlı, erkek, solgun beyaz yüzlü, alnında derin düşüncelerin izi bulunan birisi olmanız gerekiyor. siz bu şartlara uygun değilsiniz. Çünkü...” “ Kitabın parası işte alın şunu gidiyorum ben.” . “ durun durun şaka yapıyordum ben..”..
          Bak sen şu işe. Kadınlar da şaka yapıyorlar. Hayatla dalga geçebiliyorlar. Sonum yaklaşıyor sanırım. Kıyamet alametlerinde böyle bir şey var mıydı. Dur bir hatırlayım.. “Ahlaksızlık, zina alıp başını gidecek, Yüksek binalar yapılacak, depremler, doğal afetler artacak, kadınlar şaka yapacak.” Evet varmış. Sonumuz yakın. Diye düşünmüştü. Geriye dönüp kitabı aramayı geçirdi aklından. Bulabileceğini  aklı kesmedi. Halbuki ben şartlara uygundum. Evine girdiğinde düşünmekten kendini alamadı: “ kitap da hangi kelimeler vardı acaba. O kelimeler şimdi nerede acaba. Birisi kitabı buldu mu acaba. Bulduysa ne yaptı acaba. Okudu mu acaba.”

                                                            ***
Derya ile Bülent hala vizyonda olan garip kovboy filmini izlemek için koltuklarda yerlerini almışlardı. İzleyen herkes garip olduğunu söylüyordu. Gerçekten garip:
       İki kovboy film boyunca bir barda karşılıklı oturuyorlar, ağızlarından hiç düşürmedikleri sigaraları ve dışarıda bir yere bağlanmış atlarıyla başlarından geçen olayları anlatıyorlar. Tipi bir kovboy filminde görülen berbat elbiseler, silahlar, darağaçları, toz toprak, kan ve şiddet içerikli olayları anlatırken gülüyorlar birbirlerini yumrukluyor, zaman zaman da önlerinde ki içkileri bir dikişte bitiriyorlar. Yalnız heyecan ve hareket dolu maceraların sonunda ağızlarından sadece küfür çıkan, dişleri sapsarı, kahkahaları kulak tırmalayan kalabalığın önünde asılıyorlar. Başka bir macera da tekrar diriliyorlar. İzleyiciler onların uydurma hikayeler anlattıklarını düşünüyorlar. Fakat filmin sonuna doğru yan masalardan birinin yüksek sesle konuşmasına öfkelen kahramanımız kavga çıkarıyor. Masalar,  sandalyeler, bardaklar, yumruklar ve bağrışmalar havada uçuşurken içeriye şerif giriyor. Kısa bir sorgulamadan sonra kahramanlarımızı hapse atıyor. Ertesi gün mahkeme kuruluyor. Suçlarının hafif olmasına rağmen kahramanlarımızın isyankar ve tehditkar sözleri hakimi kızdırıyor ve idamlarına karar veriliyor. Aynı kalabalık önünde birlikte asılırlarken kendilerini yine oturdukları barda buluyorlar. Film bitiyor.
 Derya yandaki boş koltuğa koyduğu çantasını alırken köşeye sıkışmış siyah kapaklı kitabı görüyor. Eline alıyor. “ Suskunluğun Alfabesi”. Çantasına atıyor. Çıkışta ve yolda beraber izlemiş olmalarına rağmen filmi birbirlerine anlatıyorlar. Nihayetinde verdikleri paraya değdiğini düşünerek, beğenilerini uygun sözcüklerle ifade ederek ayrılıyorlar.

                Pazartesi                                                  

                Kalabalığın içinden kendini zorlukla attığı bir parkta boş bulduğu bir banka oturdu. Ağaçlara, çimenlere, biraz ileride konumlandırılmış heykele bakarak zaman geçirdi. İş yerinde yokluğunu hissetmezlerdi. Biraz geç kalsa ne olurdu sanki. Aynı yemekleri yemekten de usanıyor insan: Döner, kola. Başka şeylerde yiyor muydu. Ne fark eder yine kendini aynı yerde, aynı masada tek başına döner ve kola ile bulmuyor muydu. Bütün hayatı boyunca aynı şeyi yapıyormuş gibi hissetti. Ne kadar olay geçse de sevinse de üzülse de yatsa da kalksa da okusa da okumasa da sinemaya gitse de tiyatroya gitmese de saçlarını tarasa da yüzünü yıkasa da tıraş olduktan sonra havluya kurulansa da kurulanmasa da okuduğu kitabı yarıda bıraksa da bırakmasa da yemeğin tuzunu az bulsa da çok bulsa da aynı yerde hayatının düğümlendiğini ve bu düğümü bir türlü çözemediğini düşünüyor, içinde parkın çimlerine uzanıp sonsuz bir uykuya dalma isteği uyanıyordu. Bu ay zam yaparlar mıydı. Gene aynı şey oldu. Unut bunları unut. Kitap...evet o gün sinemada unuttuğum kitap. Bulmalıyım onu. Dünkü kitapçıya gitti aynı kalabalığın içinden geçerek. Kasadaki kız müşterilerle ilgileniyordu. Para ve kredi kartlarıyla kurduğu münasebetler kısa süreli oluyor, birisi biterken diğeri başlıyor. Geçti. Rafların önünde uzun müddet durdu. Kitabı bir türlü bulamıyordu. Kızın yanına yaklaştı. “dün buradan aldığım bir kitap vardı. şimdi onu bulamıyorum. “Adı  neydi”, “ bakıyorum.” “ hımm, kalmamış.”, “ Tekrar ne zaman gelir” “Gelmez.”, “ Neden”,  “ Bu kitap için toplatılma kararı alınmış. Yayınevi tekrar basamaz” “ Anladım. Bu da dünkü gibi bir şaka mı?” “ Değil.”
Cevabını aldıktan sonra ayrıldı. İş yerinde kimse neredesin sen yahu diye soran olmadı. Dosyalar içine gömüldü.

           Derya sabah dışarı çıkarken  makyaj malzemelerini çıkarmak için  açtığı çantasının içinde eline bir takım yuvarlak cisimlerin, dikdörtgen metal kutuların  gelmesini beklerken bir kitabı tuttu. Oradan çıkartarak hürriyetini kazandırdı. Korkunç bir esaretten kurtulan kitap ayartan bakışlarla deryayı baştan çıkartmaya çabaladı. Derya buna dayanmadı. Biraz okuyum, neyin nesiymiş acaba. Okuduğu satırların etkisinden uzun süre kurtulmadı. Dışarı çıkmaktan vazgeçti. Gün boyunca okudu, okudu...Bitirdikten sonra tekrar okudu.


                                     SUSKUNLUĞUN ALFABESİ
           Geriye döne döne, kendini tekrarlaya tekrarla tekrarlaya, bir gizemin  içinden sonsuz boşluğa çarptığı, anlamların sıradanlaşıp sıkıcılaştığı, aptallaşa aptallaşa sersem gibi dolana dolana susmaya çalışıyordum. Yeni bir alfabe bulup kendime yeni kelimeler icat etmeliydim. beceremedim. Ben de “Su üstünde yüzen yeşil kurbağaların yağmurda şemsiye açmamalarına bir anlam veremiyorum.” gibi garip cümlelerle kendimi ifade etmeye karar verdim şimdilik. Gerçi saçmanın mucidi ben değilim. Bununla birlikte yeni alfabeler üreten bir fabrikada mühendis olarak çalışıyorum. Susarak çalışırım. Prensibimdir. Gelirler bana sorarlar. “ Makinelerden biri bozuldu. Acayip harfler üretiyor. Ne yapmalıyız” konuşmuyorum. Sustuğumu sanıyorlar. Onlara anlamadıkları bir dilde hakaretler savuruyorum. Anlamıyorlar. Üzülüyorum. Keşke.. keşke... keşke... hiç keşke demeseydim. Paydos veriliyor. “Türk Dilsizler Kurumu”dan müfettişler geliyor. Masalar kuruluyor. Harfleri üzerlerine döküyorlar. Aralarından iyilerini, olgunlarını seçiyorlar. İşlerini biliyorlar. Karışmıyorum. Depodan çıkarttığımız “Pazarda kaybolan çocuk gibiyim”, “Her tarafı yamalanmanmış eski bir pantolon gibiyim”, “ Kalkınma da öncelikli il gibiyim” “ Karadeniz’de fırtınaya yakalanmış tekne gibiyim”, “Nesnelerin arasında bir acayip subje gibiyim”, “ Kont drakulanın yüzünde belirmeyen bir gülümseyiş gibiyim”, “Pamuk prensesin ısırdığı elmada yarısı olamayan kurt gibiyim”, “ Zihinden yeni çıkmış sıcacık bir düş gibiyim” gibisinden benzetmelerin uygun fiyattan satışını gerçekleştirirken konuşmadığımı anlamıyorlar. Bu işleri çoktan bıraktık. Artık yeni harflerden yeni alfabeler üretmeye başladı fabrikamız. Yeni müşteriler bekliyoruz. Kendilerini anlatamayanlar, mevcut kelimelerden usananlar bize gelecekler artık. Aşkını alışılagelen kelimelerin dışında anlatmaya çalışırken, kedisini çağırırken, yorganı üzerine çekerken, uzun bir yola çıkmak üzere evden ayrılırken, parkta çimenleri ezerek yürürken, çalan telefonu açarken, sinemadan çıkarken, karanlıktan korkarken, yağmurda ıslanırken, yıldızlara bakarken, paranın üzerini alırken, yarınki sınav iptal edilirken, akşamüzeri beklenen otobüsün araç selinin arasından durağa yanaştığını görüp de yakalamak için koşarken, dişçi koltuğuna otururken, ikinci dünya savaşı hakkında bir belgeseli izlerken, koltuğa oturup gazetenin sayfalarına karıştırırken ve daha bilmem ne yaparken duyulan hislerin anlatımını olanaklı kılmak gibi ulvi bir amacı güderek biz bir ihtiyacı... Boş verin şimdi bunları. Kanınızın damarlarınızda dolaşırken çıkardığı uğultuyu, yaşamak uğultusunu hangi alfabeye, hangi alfabenin hangi harflerine...Suskunluğun alfabe- ” ikinci sayfanın nasıl olduğunu artık siz tahmin edersiniz.
            Derya bütün gün evde kaldı. Kitabı yakmaya karar verdi. Yapamadı. Suskunluk nöbetine girdi. Uzun bir zaman kimseyle konuşmadı. Tekrar konuşmaya başladığında ise onu kimse anlayamadı. Bülent bu duruma nasıl geldiğini hiç anlayamadı. Sonunda herşeyin normal olduğu günü ona tekrar yaşatmakla düzeleceğini düşünerek sinemaya götürdü. Aradan geçen zamana rağmen aynı kovboy filmi halen vizyondaydı. Koltuklarına oturdular. Her şey aynıydı. Zamanda geriye gittiklerini çok geç anladılar.
                                                        ***
Pazar
            Odasına geldiğinde bıraktığı gibi buldu her şeyi. Oraya buraya atılmış eşofmanlar, gömlekler, çoraplar. Masanın üzerinde duran boş sigara paketleri ve bardaklar, yarısına kadar açılmış tül perde. Halının üzerindeki çay lekesi, rafta birbirlerine yaslanmış kelime kapları, rüyalarını çarşafın üzerine dağınık olarak bıraktığı yatak, tortop olmuş yorgan, küllüklerden çıkan izmarit, yataktan yayılan uyku kokuları...bıraktığı gibiydi. Yeni aldığı kitabı okumak için sabırsızlık duyuyordu. Cep telefonu çaldı. Gizli numaradan aranıyordu. “ Efendim”, “Eendim, buyrun”  karşı taraftan ses gelmiyordu. Sinirlendi. Telefonu kapattı. Yatağın üzerine attı kendini. Kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Fazla kalın değildi. Arka kapakta bir şey yoktu. Elinde çevirdi birkaç kez daha. Kapağı açıp ilk sayfayı okumaya başlarken kapı çalındı. Kalkıp kapıya gitti. Açtı. Kimse yoktu. Birileri kötü bir şaka yapıyor herhalde. Geri dönerken acıktığını hissetti. Mutfağa gitti. Dünden kalan yemekleri yedi masanın üzerinde. Bir sigara yaktı. Geçen pazar da aynı şeyleri yaptığını düşündü. Salona gidip televizyonu açtı.Memleket sorunları üzerine tartışılan bir programı izlemeye başladı. Sıkıldı. Kitap geldi aklına. Aman sonra da okurum yoruldum şimdi. Neydi. “Suskunluğun Alfabesi” saçma. Ne demek şimdi bu. Dışarıdan sesler geliyordu. Bağrışmalar, küfürler.. pencereye doğru gitti. Aşağıda bir kalabalık birikmişti. “Asalım onu. Yaşatmayalım” diyorlardı. Kimi asacaklarmış? Olacak şey mi bu devirde. Hem ne garip elbiseleri var bunların öyle. Kaçıncı yüzyıldan gelmişler acaba. Bütün perdeleri çekti. İçeride dolaşmaya başladı. Bir şeylerin çağırdığı hissine kapıldı. Odasına gidip yatakta bıraktığı kitabı aldı. Tekrar pencerenin önüne geldi. Açıp aşağıya sarktı... kendisini aşağıya bıraktı.

Pazartesi

       İş yerinde kimse onunla konuşmuyordu. O da hiç kimseyle. Kitabı okuduğunu unutmuştu.
Pazar

   Hayat devam ediyordu.

Pazartesi

    Sevmek yaşamak demekti. Bir yaprağın boşlukta rüzgar tarafından gezdirilişini sevdiğini hissetti. Kendisine söz verdi. Bir daha asla kendisini aşağıya bırakmayacaktı. Baş aşağı düşmeyecekti. Üzerinde “Derya ile Bülent’in evlilik törenlerinde sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız” yazan bir kartı kapının önünde bulduğunda günlerden hala Pazar olduğunu nikaha geç kaldığını neden sonra anladı. Neden şimdi anlayamadı. Baştan yaşamak istemedi aynı şeyleri. Yaprağın peşinden giderek nikah salonuna ulaştı. Koltuğa oturdu. Film yeniden başlamıştı. Kitabı oturduğu koltukta unuttuğunu hatırladı. / Son
                                               

ZİYA ALPAY


Diego; Kült Kişilik // Argos Ahıska




Emir Kusturica'nın Diego Maradona filmi onun parlak yapıtlarından sayılmaz, fakat Maradona'nın dile getirdiği konular açısından ilginç ve izlenilir bir yapıttır. Maradona filmde Fidel Castro için "Amerika karşısında bir tek kişi direnebilirdi,  o da Fidel'di" der. Bu deyim aslında kendisi için de geçerli. Bir futbolcu ki hiçbir nesnenin etkisiz olmadığını göstermiş birisidir. 1986 yılında eliyle İngiltere’ye gol attığında bir hegemonya ve sömürge karşıtı gibi konuşur ve “sanki bir İngiliz’in çantasını çaldım o golle” der! Filmde Maradona her şeyle o kendine has hınzır gülücükle dalgasını geçiyor. Kendine özgü bir Kilisesi var ki Tanrısı da kendisidir aslında, öyle anlatıyor çünkü ve “ kendini tiye alma cesareti çok az kişide olur”, diyor. Maradona Kilisesine gelen çiftler evlenme töreninde “Andolsun Futbolun Tanrısına ki Diego’dur”, veya “yemin ederiz ki topu kirletmeyeceğiz”  gibi çok eğlenceli yeminler ederler. O, dini bir gelir kapısı yapan bütün oluşumlara gülüyor, gerçi kendisini Amerika karşıtı bir Hıristiyan olarak görüyor. Che ve Castro aşığıdır, popülist bir edebiyatla olsa da sevimli biçimde bunu yapmaktan çekinmiyor. Kokain macerası ve tribün seyircisine orta parmağını göstererek, galiz küfürler ederek ve baldırına Che dövmesi yaptırarak o hep Diego olarak kalacak. Robert De Niro ve Boğa güreşine tutkuyla başlı bir Maradona yeryüzünün şenliğidir daima. Tutkuyla Latin edebiyatına bağlıdır. Arjantin’in yetiştirdiği en iyi yazarlar okuma listesinde daima, Borges, Cortazar, Puig, Sabato ve diğerleri. Yer yer yaşamın en uç noktalarına dokunan bir kişilikten de aslında aykırı bir edebi tutku beklenilebilir, ama öyle değil.  “El Diego” kitabını yazdığı günlerde kendini yoğun biçimde yazıyla verir ve bu güzel kitabı ortaya çıkarır. Yeryüzüne gönderilmiş bir futbol meleği ve terim yerindeyse tek “futbol sanatçısı”dır.  Bugünlerde Napoli kentinin her köşe bucağına fotoğrafları asılıdır. Demek ki İtalyanların da gönlünü çelmiş Diego.
Kişi kültü'nde diego armando maradona'nın mertebesine kolay kolay ulaşılamaz. 

Argos Ahıska


Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***