Sükut ülkesinin neferleri
Goethe 'Dr. Faustus'u
80'inden sonra kaleme aldı ; Verdi , 'Otello' yu 73 yaşında,'Falstaff' ı 80
yaşında bitirdi.
Sofokles 'in 'Kral Oedipus 'u 80 yaşın
eseridir. İlhan Berk 90 yaşındaydı ve
heyecanla yaratmayı sürdürüyordu.
İngiliz düşünürü Thomas
Hobbes , 90'ını geçtikten sonra bile Yazdı,karaladı ve yarım ton kağıt tüketti! Muazzez İlmiye Çığ,
106 yaşındadır ve maşallah tek sözcük bile anlamını yitirmemiş onun için, duru
bir dil ve zihne sahip.
Demek ki istek,irade yerini
bulunca yaş farkına bakmıyor, elbet ki herkes bu isimler kadar şanslı olamaz ve
90-100 yıl güneşin doğuşunu izleme fırsatını herkese tanımaya bilir “felek”. Fırsatımın az hatta acımasızca az olduğunu bilenlerdenim. Kimseyle edebiyat dışı bir sohbetim olmadı
ömrüm boyunca, kimsenin yüreğini kırmadım (kırdıysam, döktüysem hep kendi iç
dünyam oldu). Ara sıra dosyalarıma gözüm
takılıyor ve üzerlerinde duran bir dostuma yönelik çok özel notum. Bugüne kadar
ne öykülerimin ne şiir ve ya düz
yazılarımın yayımlanması için en ufak bir
çaba göstermedim, bundan sonra da
“bir şey yapacağım” diye bir meşgalem olmayacak, olamaz.
Sorulabilir ne için, kim için
yazıldı onca şey:
Hiç kimse için, ve “hiçliğin”
tozuna toprağına yazıldı der gözlerimi kaparım.
“Son romanım” , “Son öyküm” ,
“son şiir” kitabım asla olmayacak, o sonu ben göremeyeceğim çünkü.
Adsız, kimlik bilgilerinden arındırılmış bir çok fanzin dergi için sayısız yazılar verdim, bundan sonra da böyle devam edecek.O fanzin dergileri kaç kişi mi okuyor? Belki toplam 200 bile değil, biliyorum aralarında 10 özel insan var, bu 10 iyi okuru, iyi yürekli kişiyi ne ben “tarif” edebilirim ne de kendileri. Onlar hayatı ölüm kadar, ölümü hayat kadar bilenlerdir, feleğin mavi çemberinden bir değil bin kez geçmişler. Münzevi, sessiz, sükut ülkesinin neferleri, ne uçurum ne de irtifa korkusu var gözlerinde , budur işte yazdıklarını da susarcasına okuma isteğim.
Bu da bizim masalımız işte:
karakter sorunuyla ilintili sanırım, kimisi meczup olur, kimisi mahcup, kimisi
yakup! Üst olmak ( yüksekte olma) cümle zahirlerin derdi, önemli bir meşgale,
seçimdir, itirazım yok. İşin ucunda dehşet bir emek var. Her yazar yazdığı kadar içten içe kanar, kendi hüznüm kadar onların hüznünü, yalnızlığını da sevdim.
İyi, doğru iş çıkararak “üstün” olan tüm “divaneler” bizim başımızın
tacıdır, tüm deliliklerine rağmen severiz onları, kalemin hürmetine. Ayaklarını bastıkları toprak biz olmayacağız
da kim olacak? Yazar diyoruz, şair
diyoruz, bunlar çok büyük ve ağır sözcüklerdir, o sıfatı almak her varoluşa
nasip olmaz, kıymetiniz işte tam da buradan kaynaklanıyor.
Oysa
Turgut Uyar’ın dediği gibi:
“Sevgim acıyor
Kimi sevsem,
Kim beni sevse”.
Kırmayalım birbirimizin
kalbini, değmez bu fani dünya da. İnanın dostlarım.
Heav.en.ly:
“bir
peygamberin
en
kötü
yazgısı
nedir?” dedi.
“inandırabilmek” için
uzun yıllar
uğraşması dedim, nihayet
başarır !
ama bu minvalde ( siz bu sırada okuyun)
karşıtları da başarmışlardı:
“Artık kendisine
inanmıyordu”.
Kader. Kısmet, ya sonrası?
kimilerinin kaderi Gough’un
dediği gibi “Karakterleri” olur, elden bir şey gelmez.
“Doğru ve iyi” olanı bilmekle
doğru ve iyi olanı yapmak
arasındaki en önemli
bağlantı, doğru ve iyi olanı
yapacak bir karaktere sahip
olmaktır.
Eğer karakter gelişmemişse
eğitim işe yaramıyor.
Unutmayalım; banka
hortumlayanlar, devleti soyanlar,
rüşvet alanlar, yurdu çıkar
uğruna satanlar, maç
satanlar, şike yapanlar,
teşvik verenler; birilerini
düşük görüp aşağılamakla
yükseleceklerini sananlar hep
eğitimli bireylerdir...
O yüzden Roosevelt demiş ki:
"Bir insanı ahlakça
eğitmeden yalnızca beyinsel
olarak eğitmek topluma bir
bela kazandırmaktır."
Sur Ortaylı- ( Sufi )
1 ) Çünkü dikiş tutturamamış
aristokrat rolünü benimsemişti. 2) Çünkü
hiçbir zaman Heidegger gibi
"Heil Hitler" yazmamış, Sartre'ın yaptığı
gibi Komünist Partisi'nin
kuyruğuna yapışmamıştı. 3) Çünkü dostluğa
inanıyordu. Bir dost,
diyordu, anlamsızlık alanında birlikte
kilometrelerce yol
alabileceğiniz biridir. 4) Çünkü, kendinden nefret
etmenin sıkıntılı ve
başarısızlığa yargılı peygamberi Otto
Weininger'in hayaleti,
yaşamının sonuna kadar ona eşlik etti. 5) Çünkü
onu Avrupa'nın en zengin
insanlarından biri yapan aile mirasını geri
çevirdi. 6) Çünkü yaşamının
son yıllarında öğrencilerine pek ender
olarak verdiği ahlak
derslerinden biri şuydu: "İnsan, kafasının içini
boş şeylerle
doldurmamalı." 7) Çünkü birinin çıkıp, entelektüel
dünyanın Augias ahırlaı-ını
temizlemesi gerekiyordu. Wittgenstein, bu
işi yapmak için kendisinin
seçilmiş olmasına her zaman şaşırmıştı . 8)
Çünkü Bertrand Russell ona,
bir Dünya Barış ve Özgürlük Örgütü
kuracağını haber verdiğinde,
Wittgenstein bıyık altında gülmüştü.
"Öyle sanıyorum ki,
demişti bunun üzerine Russel, siz kendi adınıza
bir Dünya Savaş ve Kölelik
Örgütü kurmayı yeğlerdiniz." Wittgenstein
bu düşünceye ateşli bir
biçimde katılmıştı: "Evet, ben daha çok böyle
bir örgütü yeğlerdim!"
9) Çünkü felsefenin hiçbir düşünce toplumunun
yurttaşı olmadığını ileri
sürüyordu. Hatta Wittgenstein'ı filozof
yapan, bu köktenci
tuhaflığıydı. IO) Çünkü Tractatus
logico-philosophicus'u
yayımlayan editöre, o~Okuduklarından hiçbir şey
anlamayacak olan okurun
kinini kusabilmesi için, kitabın sonuna on-on
iki boş sayfa eklemesini
önermişti. Ayrıca yıldız falına inananların,
yıldızların kendisi hakkında
ne söylediğini öğrenmelerini sağlamak
için, kitabın kapağına doğum
tarihinin ve saatinin konmasını da
istemişti... 11) Çünkü onun
ülküsü, bir dilbilgisi damlasının içinde
bir felsefe bulutu
yoğunlaştırmaktı. 12) Çünkü kendi kendine sürekli
şu soruyu soruyordu:
Yalnızca belli bir yeteneği varsa ve bu yetenek
de yok olmaya başlamışsa.
insan ne yapabilir? En iyisi, bu yetenekle
birlikte yok olmak değil mi?
13) Çünkü prostat kanserine yakalandığını
öğrendiğinde, üzüldüğü şeyin
bu tanı değil de, doktorunun ona, bu
hastalığın kesin olarak
tedavi edilebileceğini söylemiş olmasıydı.
"Yaşamayı sürdürmeye
hiç de hevesli değilim," cevabını yapıştırmıştı
ona. 14) Çünkü şöyle
diyordu: "Benim düşüncelerim, İngiliz garlarında
bilet gişelerinin üzerine
yapıştırılan şu afişe benzer: "Bu yolculuğu
ille de yapmanız gerekiyor
mu?" Bunu okuyan birinden şöyle bir cevap
beklenebilir: "İkinci
kez düşünecek olursam, hayır." 15) Çünkü yaşamı
boyunca hiç kravat
takmamıştı. 16) Çünkü atom bombasını acı fakat
sağaltıcı bir ilaç olarak
görüyordu. 17) Çünkü Schopenhaueı-'a sadık
kalarak, çocuk yapmanın suç
olduğunu düşünüyordu ve kendisine tutkun
bir genç kıza bir gün, bunun
gerçekte bu sefil dünyaya yalnızca bir
varlık daha bırakmaktan
başka bir işe yaramayacağını
söylemişti. Ayrıca,
insanların bu dünyada çok uzun süre yaşadıklarını
düşünüyordu. 18) Çok günah
işlediğinin ve bu günahların hiçbir şekilde
bağışlanmayacağının
bilincindeydi. Onun gözünde Tanrı acımasız bir
yargıçtı; Tanrı'yı başka
türlü düşünemiyordu. 19) Çünkü her türlü
felsefi kanıt getirmenin
sıradan bir edim olduğunu düşünüyordu.
Russell'a itirafta
bulunarak, bir çiçeği çamurlu elleriyle kirletmek
istemediğini söylemişti. 20)
Çünkü kendine şu soruyu soruyordu:
"Şimdi, geçmiş olduğu
zaman nereye gidiyor ve geçmiş nerede?" İşte,
diyordu,felsefede insanın
başına en çok dert açan sorulardan biri. 21)
Çünkü Wittgenstein ile
Thelonious Monk arasında tuhaf yakınlıklar var.
Ona da, Monk'a da öykünmeye
olanak yok - ikisi de çok karmaşık, çok
kendine özgü. İkisi de
sessizliğin müzikçisi. 22) Çünkü Ingeborg
Bochman doktora tezini onun
üzerine hazırladı. 23)Çünkü Iaabelle
Huppert, Wernwr Schroder 'in
Malina başlıklı filminde , Wittgenstein'ı
konu alan bir ders veriyor.
24)Çünkü Michel Haneke'nin Bir
Rastlantının Zamandiziminden
71 Parça başlıklı filmi, doğrudan onun
felsefesinden, İngiliz Derek
Jarman'ın Wittgenstein filmi de onun
özyaşam öyküsünden
esinleniyor. 25) Çünkü Freud'u yalnızca bakış
açımızı değiştiren biri
olarak değil, yeni bir bakış açısı yaratan,
modernliğin en büyük estetik
tanrılarından biri olarak görüyordu. 26)
Çünkü felsefe alanında
yarışı kazanan, diyordu, en yavaş koşmasını
becerebilen kişidir. Ya da:
Varış noktasına en son ulaşan kişidir.
"Filozofların,"
diye yazıyordu, "birbirlerini şöyle selamlamaları
gerekir: `Ağırdan al!'
" 27) Çünkü, neden felsefe yaptığı
sorulduğunda, felsefe
yapmanın hiçbir işe yaramadığını, ayrıca, bunu
yapmakla insanın kendisinden
başka kimse- ye zarar vermediğini,
söylüyordu. 28) Çünkü
Vazgeçiş Okulu'nun bir başka Schopenhauerci
yandaşı olan ve gelip
geçenlere cehennemin yolunu soran, ayrıca kendi
kendini aldat- maktan
korktuğu için itiraflarını yakan Louise
Brooks'la aynı ailedendi.
30) Çünkü kötü haberleri her zaman iyi
haberlere yeğ tutuyordu
-karanlık önsezileri böylelikle doğrulanmış
oluyordu- ve Gottfried
Keller'in şu cümlesi, en sevdiği alıntılar
arasındaydı: "Her şey
yolunda gidiyorsa, bunun böyle olması için
hiçbir neden olmadığını
unutma." 31 ) Çünkü verdiği unutulmaz
konferanslardan birinde,
Karl Popper'ı uzun bir maşayla tehdit
etmişti. 32) Çünkü o
olmasaydı, Wittgensteirı'ırı Yeğeni'ni, Thomas
Bernhard'ın o başyapıtını
tanımamış olacaktık. 33) Çünkü ünlü Mind
dergisinde çıkan felsefe
yazılarını okumanın saçma olacağını, Street
and Smith'in yayımladığı
polis romanlarının bu konuda çok daha
doyurucu olduğunu ileri
sürüyordu.] 34) Çünkü en beğendiği deyişlerden
biri şuydu: "O lânet
olası şeyi rahat bırak!"; bu deyişi fiyakalı bir
abartıyla söylüyordu ve bu
sözler yaklaşık olarak, şeylerin olduğu
biçimiyle iyi oldukları, bir
şeyleri değiştirmeye özellikle
kalkışılmaması gerektiği
anlamına geliyordu. 35) Çünkü, üniversitede
dersini bitirir bitirmez, en
yakındaki sinemaya koşup bir western ya
da müzikli komedi izliyordu.
Her zaman da en ön sıraya oturuyordu. 36)
Çünkü felsefe üzerinde
çalışmanın, insanın öncelikle kendi üzerinde
çalışması
anlamına geldiğinin
bilincindeydi. İnsan hangi noktaya erişmişse,
ancak o düzeyde yazabilir.
37) Çünkü çevresine şunu salık veriyordu:
"Bir başkasının
derinlikleriyle sakın oynama!" 38) Çünkü şöyle
diyordu: "Avaz avaz
saçmalamak seni özellikle utandırmasın! Dikkat
edeceğin tek şey, kendi
ağzından çıkan saçmalıklar olmalı!" 39) Çünkü
üniversitede yapılan felsefe
eğitimini hor görüyor ve orada "dürüst
bir çalışma yapılabilmesinin
mucize olduğunu" söylüyordu. 40) Çünkü
söylemlerindeki göz boyama
oyununa direnmekte uzmandı. Diogenes,
soytarıların dilini
kullanarak filozofların dilini çürütmüştü; in da
bizim felsefi
şişinmelerimizin altına yerleştirdiği odurıları
tutuşturdu. 41 ) Çünkü
insanın anlamasına olanak bulunmayan şeyleri
sanmasına yol açan felsefi
basitleştirmelerden iğreniyordu. 42) Çünkü
elli yaşını geçtiği halde;
gençlerle korkunç karmaşık kileri
yaşayabiliyordu. 43) Çünkü
kendi yaşamını düşünmenin ya da düşünmeye
çalışmanın, mantık
problemlerini çözmekten hem daha zor, hem daha
dürüst bir davranış olduğu
kanısındaydı. "Bir insan bile olamadıktan
sonra, mantıkçı olmak neye
yarar?" diyordu kendi kendine. 44) Çünkü
başarısız bir keşişti - bu
özelliği, yaşamöyküsünü en iyi yazan
kişinin gözünden de
kaçmamıştı ... Monk'un adına yazgılı bir keşiş.
45) Çünkü Gilles Deleuze'ün
öfkelenip başkalaşmasına, savcıya
dönüşerek onu felsefeyi
katletmekle suçlamasına yol açmıştı. 46) Çünkü
Birinci Dünya Savaşı
sırasında en tehlikeli görevlere gönüllü olarak
katılmıştı. Korkunun, dünya
üzerindeki varlığımız hakkında yanlış
düşünmemizden kaynaklandığı
inancındaydı. Siperlerde Tolstoy'u,
Schopenhauer'ı ve
Nietzsche'yi okuyordu. 47) Çünkü filozofların
sorunlarını, onların
düşündüğünden daha çılgın şeyler düşünerek
çözebileceğimizi söylüyordu.
48) Çünkü, pozitivizmin en köktenci
yuvası olan Viyana
Çevresi'ne bir konferans vermek üzere
çağrıldığında, dinleyicilere
Rabindranath Tagore'- dan mistik şiirler
okumayı yeğlemişti. 49)
Çünkü ün peşinde koşma özleminin, düşüncenin
ölümü olduğu kanısındaydı
[/b] . 50) Çünkü Norveç'te tek başına iki
yıl yaşama kararından sonra
onu caydırmaya çalışan Russell'a, akıllı
insanlarla konuşarak akıl
fuhuşu yaptığı karşılığını vermişti. "Orada
karanlıklar içinde
kalacağını söyledim," diye anlatıyor Russell, "O da
bana ışıktan nefret ettiğini
söyledi. Bunun üzerine, ona deli olduğunu
söyledim, o da bana: `Tanrı
beni zihin sağlığından koru- sun!' diyerek
karşılık verdi."
Wittgenstein, bütünüyle işte bu sözlerdedir.
ROLAND JACCARD