Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



CORONA GEZEGENİ // Ulus Fatih




İnsanlığın kutsanmış kederlere gereksinimi var. Korkularına alışmak, ölümü arzulamak, özlemek, öbür dünya provaları yapmak gibi genlerine işlemiş dürtüleri var...

Dağınık gölgelerin ısıttığı güneşin öğleden sonralarında, vurulmuş bir kartal gibi çırpınan bayrakların altında sabahlamak, savaşlar bulgulamak, ölüleriyle söyleşerek günahlarından arınma çabalarıyla geçen günleri, borcun ve borsanın oyunlarıyla zamanları geçirmek, dünya gaileleriyle oyalanmak, çılgınca tüketmek, tükenmek, kendini esarete vererek açlığın ve tokluğun uçurumlarına yuvarlanmak, düşlerinin ötesinde eylemlere katılmak, onlarında ötesine geçmek, denemek, denemek, denemek....

Sonunda düşlerin, sonunda gerçeklerin başladığı yere dönmek, o yakalanmaz, bir türlü tutulmaz, hiç bir zaman ulaşılmaz, 'Bu insansız dünyanın tanrısı renk renk tüylü o vahşi kuşu ürkütmek için' Zümrüdüanka'nın peşine düşmek ve hep başladığı yere dönmek ve ölmek gibi tutkuları olan tuhaf bir mahluk, sonsuzluğun bile kavrayamadığı, alabildiğine garip bir hayvan o...

Dünya nasıl bir yerdir...

Bizim ufuk çevrenimizde, sakalar, sebilciler, manda derisinden torbalarla dağıttıkları suya, lezzet için mercan, akik taşları atan insanlar varmış geçmişte, su içenin gözüne ayna tutarak dualar okur, bu dünyanın ölümlü olduğunu anımsatırlarmış, gülabdandan gülsuyu dökerlermiş su içenlere, pirinç taslarla, gümüş kaseler, kırmızı topraktan güğümlerle...

Baykara ve tarihçi Mirhond ve Hondmir varmış bir zamanlar bir yerlerde, Sufyan-ı Servi varmış, ırmağı kayanın altından çekip çıkarabilir misin dermiş yolcuya...

Soft protest nedir bilir misiniz, Mars'ın altındaki elektronik uygarlığın kuramsal kedilerini görebilir misiniz, hicri ve miladi farkın nasıl 608 yıl olduğunu...

Galata surları nereye gitti ey yüz yıllar, yüzü amorf olanlar, köpeğinin adı fox olanlar, Satürn'ün ve Neptün'ün fareleri, tin öncüleri, balık teknesi gibi, yüreğimde salınan huriler...

Uygarlık biçimimiz sanal kıyamet provalarıyla bizi, varlıkları kobaylaştırıyor, metal görmemiş soğuklarla yüzleştiriyor...

Hutton deliği gibi, daracık şeyleri okumak bilgiyi çoğaltıyor, ama çoğaldıkça bilinmeyenlerin okyanusu açılıyor önümüzde, yazgımız bu mu bizim.

Cibran metafiziği yetmiyor kaderlerimize, tüketici maymunlar üretiyor, beka diyoruz, kendimizi güvence altına aldığımızı sanarak...

Acımasızca, gaddarca, acılarımızı hercinslerimize yönelterek...

Kendini geceye sunanlar, ironiden yoksun bir galibe olanlar, virüs Kabe-i Şecere'den yola çıktı diyenler...

Öyleyse, sorumuz şu Hak Teala;

Bildik üretim-tüketim ilişkileri içinde, başlangıçtan beri sürüp gelen o bildik yapı içinde, kültür, paranomi, sosyalite, cinsiyet canbazlığı, zooist alışkanlıklarımız, vahşetin yurtlukları, sevginin kolhozları içinde bir çıkış yolu yok mu?..

Bu virüs aşılsa bile, daha tehlikeli virüsler kapıda değil mi!..

Radyasyonlar, Çernobiller, Hiroşima ve Nagazakileri ne çabuk unuttuk...

Bu gurur, şaşaa, özgüven ve bencilliğin krallığı sürdürülebilir mi...

Alışılmış dinden, ırktan, kültürel kodlardan arınmış yeni bir dünyamız olamaz mı...

Düz bir gezegen, yuvarlak olmayan!..

Ne kadar koşsak hep kendimizle karşılaştığımız, hep başa döndüğümüz bir dünyadan uzak, gidenlerin bir daha geri gelmediği, bir daha dönmediği, yeni dünyaların peşinde, cenneti aradığı, ütopyalarına kavuştuğu...

Çok, çok uzaklardan el ederek bizi çağırdığı....

Düz bir dünya, geri dönüşü olmayan!..

Yoksa böylece hep kendi kıyametimize koşacak, ele ele ve o büyüleyici huşu içinde, sunaklardaki kurbanın kanını alınlarımıza sürmeyi sürdürecek miyiz...

Tanrı bize eşlik edecek, onun oğulları eşlik edecek, annelerimiz eşlik edecek, krallarımız eşlik edecek, bilgelerimiz, yalvaçlarımız, ermişlerimiz eşlik edecek...

İsalar, Musalar ve Mustafalar eşlik edecek...

''Öyle günahlar işledim ki
Binlerce kez tövbe etsem
Cehennem kapısı yine de kapanmaz
Seni şu ellerimle boğup öldürsem
Cezalarımı biraz olsun artırmaz!..''

İnsanlık yeni bir bilinç çağının eşiğinde, yaşam, zaman, kentler, din, tarım, beslenme, cennet, cehennem, sanatın yedi kolu, kaçınılmaz bir metamorfoz geçirecek. Mars gerileyecek, dünya dünya olmaktan çıkacak ve böylelikle, artık ölülerimize, analarımıza, babalarımıza diyeceğiz ki...

Neden böyle hem yüzüyor, hem ağlıyorum biliyor musun, ben bu ezayı çekmeyi kader bellerken, sen ahiretin ilk, dünyanın son gününde yaşıyorsun, kurtuldun, kurtuldun anneciğim, kurtuldun babacığım diyeceğiz...

'Zoran' yeryüzüne inip, konuşacak belki de, kadim insanlık, şu insan yavruları, bilip bildiririm ki; salt çatışma psikolojisi ve miğfer devletler safsatasından ibaretti, oysa bir ibret olmalıydı bu, ey yaratılmışlar, sizler için, olmadık kargaşalar yaratmak, kılıç suyundan anlaşmazlıklara bulamak, sorunu çözmekten daha kolaydı tarih boyunca!..

Çekinik genler, melekler ve meslekler arasında sıkıştı uygarlığımız, topuk dikeniyle doluydu kervanlarımız, sekerek yürüyordu katarlar...

Ağların içine girmek kolay, çıkmak olanaksızdı, bir balık gibiydik biz.

Ve aslolan kaostu her daim.

Fungal enzimler, soğuk su, sıcak sıvı, tüm bildiklerimiz, itici bir güçten başka bir şey değildi...

Bir gün, İsa'ya dedim ki, söz verdiğimiz gibi olmuyor, düşündüğümüz gibi olmuyor, belki de tümüyle yapamıyoruz, baştan beri...

İsa dedi ki, günahların en koyusu, en günahkar olanı ve karanlıkların, sonsuz karanlıkların, şu beyhude yıldızları; Bizzat kendimiziz, bizzat biziz.

İnsan dedi!..

Ve bağırdı...

Yetmez mi!..

Nükleer yaratıklarız biz. Sermayenin akış biçimini yoksuldan varsıla doğru hızlandıracak bir proje olmadığını nereden bilebiliriz korona virüsünün. Dünyanın hep yuvarlak olduğunu, hep aynı yönde döndüğünü, ve her şeyin sonunda yine, yeniden başladığını, hep başa döndüğünü, bıkmaz usanmaz biçimde kendini yinelediğini!..

Hiç bir şeyin değişmediğini, hiç bir şeyin değişmeyeceğini... Artık yoksullar birikim yapmayacak, rakamlı kağıdı en kısa sürede elinden çıkaracak, kadına eza artacak, çocuklar feda olup, erkekler paranoya olacak, yaşlılar delete edilecek ve yeni dünya düzeninin adı, Mouseizm-Farelere, -Periciklere Ölüm- olacak öyle mi!..
Ordinary People'in tamamı faredir dostlar. Hepimiz olağan ceset sayılacak öyle mi... Sermayenin palikaryaları, nicelik ankormanları, değerleri finoyla ölçülenler, tümü ölecek...
Çocuk ve kadınların masumiyetle dolu tabutları doğal olacak. Atıl kitleler, arafta ağırlanacak, öyle mi!..
Negatif tüketiciler!..
Kölelerin çocuk sahibi olmaları, önceleri dünya düzeni için bir güvenceydi, şimdi onlar kıyametin öncüleri, robotizmin yaygınlaşma olasılığının artması cehennemi zorunlu kılacak... Koronizm, sivil nazizmdir!.. Savaşsız holacaust!.. Bu bir temizlik harekatının sinyalleridir. Yeni dünya düzeni, daha az köpeğe, daha pahalı mama ideolojisidir çağımızda. Kuşkusuz ölüm büyük biraderleri değil, asansörel kitleleri amaçlayacaktır. Hepimiz, her zamanki gibi sıranın bize gelmeyeceğinin düşleri içinde sabahlayacağız... İnsanlar gibi devletlerinde sınıfı vardır geçmişten beri. Çok daha tehlikeli salgınlar çıkabilir de.

Güneşin ayetleri ve duaların yükselişinde, peygamber çiçekleri toplarken, genç yaşında giyotine giden 16. Lui'yle, Antuvanet ve prenses Lamballe'in yazgısıyla aynı yazgıyı paylaştığımızı düşündüm. Gerçekte, Sezar'ında, Attila'nında, Spartaküsün'de, gelmiş geçmiş tüm köleler, Anzaklar ve Boerlerinde aynı yazgıyı paylaştığını ve hiç değişmediklerini düşündüm alın yazılarımızın.
Bizi ayıran nenlerin, salt bir nicelik olduğunu düşündüm gerçekte...

Krezüs'ün bulduğunun, hepimizi, dilerse bir bir maymuna çevirebileceği, dilerse kıyameti ayağına getirebileceği, dilerse toplama kamplarında etini konserve yaparak, kemiğini köpeklere yedirebileceği, tanrı denen uyduruk marangozun, yeteneksizliğinin ve bir gözbağcı oluşunun emaneti ve hıyanetiyle dönen üçüncü gezegenden, bizzat kendileri de marangoz olabilen çocuklarının, temerküz manzaralarına bel bağlamak değil, gerçekte onların düzenleyicisi ya da tiryakisi olmanın en büyük alışkanlığımız, tutkularımız olduğunu düşündüm....

Hey Marx senin de çarkına çomak soktular değil mi, salt ben diyebilmek uğruna canını vermek, eşitlik için illüzyonlarla, yüz yılları devirmek, hangisi gerçek?..

Yedikule'de, mazgal kapağının altında armadillo görmek, naif duygular, yararsız uğraşlar ve anlamsız astartik, kozmik oyalanmalarla kitleleri ayağa kaldırmak, vahşi içgüdülerimizi doyurmak için, hiç bir canlıda olmayan, cinslere karşı düzenler kurmak, soykırımlar tasarlamak, özkıyımlar pazarlamak...

İnsanlar aynı yöne baksalar bile, -çok farklı nedenlerle- aynı noktada buluşabiliyorlar!.. Bu bizim yalnızlığımızın mutlak olduğunu tanıtlıyor!.. Atomlarımız temas etmedikçe, birbirimize dokunmuş olmadığımızı bilemiyoruz ki biz. İnsanın birliği olanaksız bu dünyada ve kaostan kurtulabilmemizin olanağı yok...
Öyle mi?..

Durup dururken, bir şeylere ilgi gösteriyoruz, yaşamaya, susamaya, her şeye, bu yalnızlığımızı aramak oluyor, her şeyi bulabilirim bu yolda, ama yalnızlığımın sonsuz olacağını bilmem gerek!..

Gene de birbirimizi sevmeye kalkışıyoruz, bu cennetten kovulma metaforunun genlerimize işleyen içgüdüsel dürtüsüdür ne yazık ki...

Birlik duygusu...

Yalnızlıktan korkuyoruz ve sözde ruh ikizimizi aramaktayız, ötekini arıyoruz, sonsuz sayıda ötekini, illüzyona kapılıyoruz her zaman ve sürgit bir arayış içinde sona eriyor yaşamımız.

Ölüm arayışı sona erdirir.
Bulmuşuzdur!..

Aramak iyidir yine de, çünkü zamanı biçimlendirmenin en iyi yollarından biridir, yine de büyülü yaşama bağlanmanın...

Ben seni delicesine sevmek isterim, yalnızlık korkusu bunun adı, kendimizi sevmenin en kolay, en kısa yolu, başkalarını, yani -seni- sevmektir ne yazık ki...

Açıların bolluğu ve verimliliğinin, yazgımızı değiştirmeye gücü yetmez...

Sonunda karanlıklarımıza açılan yolu bir umar sanmaktan başka ve tanrının buyruğuyla bağışlanmış yazgımızı değiştirmedikçe...

Kendi öykümüzü yenilemedikçe...

Labirentimizden gelen, son iç çekişi, dinlemektir olan bitenler...

Öyle mi?..

''Zeus bile dolambaçla örülü, bu boğucu
taş ağı çözüp, bir yol bulamaz. Ben geçmişimi
ve tüm kimliklerimi unuttum; İç sıkıcı
duvarları, çınlayan dolambaçları izlemek,
yazgımdır benim. Geçen yılların sonunda,
hangi gizil bükeyler, büküntüler
şiddetin galerileridir ki. Zamanın
tefecileridir, bu çatlak köhne duvarlar.
Süprüntüler içindeki solgun işaretlerin
ayrımındayım. Büklümlü gece
bana doğru kükrüyor ve de
ıssız ulumaların yankısını taşıyor.
Ben gölgelerden bilirim ki; Öteki hep orada,
nasıl bir alınyazısı sonsuza dek kendisini taşımak.
Bu dokunmuş ve belki de dokunmamış Hades,
bitmez kanım ve cesetimi sömürmek içindir.
Her birimiz diğerini ararız. Ama
katıksız bir bekleyiştir bu;
Ve o bir hesap günüdür!..''

ULUS FATİH


Hep Beraber ve Tekrar Yaşama "Merhaba Diyeceğiz" // Doruk Satenay




"Felaket, tanığın ölümüdür." 
- Marc Nichanian


Tarihi ortaya çıkarmaya gerek yok, o zaten bir gün kıymık halinde gözlere batacak. Tanığın tarihi yeniden yazması. Bu görev, ona, tanık olana verilmemiştir. Tanıklığı yüceltmeden, ona anlamlar atfetmeden
önce tanığı iyi tanımalı. Onun felaketle doğrusal bir ilişkisi yoktur. Felaketin içinden çıkıp tekrar ona mahkum olan bir kişidir. Sonsuza dek sürüp giden bir hareket. Her dile geldiğinde yeniden kurulan keder
sahnesi. Yasın felaketi  "içe" taşıması. Ya felaketi, tanığı yazmak? Tarihin iki boyutlu bakış açısından kaçınırken edebiyatın estetsize etme merakına tutulmak. Tanık, kaderini bu çizgisellikten kurtarmalı.
Gerekirse soyut anlamda felaketi yeniden yaşamalı, yeniden konuşturulmalı. Ya susuyorsa?
O zaman anlattıklarımızla değil, anlatıl(a)mayanlarla yol almalı.

ilk kim haykırdı: umut var!
ilk kim haykırdı: insan var!
ilkin güvercinler haykırdı: ölüm var!

Evet, dostum,
O uzun Haziran gecesinde,  gaz ve plastik mermilerin üzerimize yağmur gibi yağdığı gezi’deki
gecenin sabahında, ömrüm boyunca unutmayacağım o sözcüklerini:
-"felaket, yasın ıslandığı yerde başlar".
- "Ne söyleyebilir insan?"
Bu kez,
-Sen dur,
Çözer bu düğümü zaman ve doğa.

Direneceğiz; zamana, Corona’ya, “CA”’lara  ve yaşamın tüm zorluklarına karşı.

Doruk Satenay


Amor Fati - Nietzsche





Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı.
Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister.
"Ol" der Tanrı.
Bulut olur.
Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.
Rüzgar olmak ister bu kez.
Ona da "Ol" der Tanrı.
Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Herşey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan eser
burdan eser,
kaya bana mısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı....
Sırtında bir acı ile uyanır....
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır...

 -Nietzsche

"Amor Fati - Nietzsche "
(Kaderini sev-belki seninki en iyisidir)



Kunt Hamsun ve Edebiyat'ın Bitmez Sorunları! // Doruk Satenay




Kunt Hamsun, gelmiş geçim en iyi yazarlardandır, iyi edebiyat için çok emek harcadı, keşke Nazi'ler tarih sahnesine hiç çıkmasalardı ve bu dehşet yetenekleri de peşlerinden sürüklemeselerdi. Lanet olasılar bir kuşağı harcadılar, yazık ettiler. K.Hamsun da o sağanaktan payını aldı, çok acı verici.  İnsan'a, insani ilişkilere, insanın iç dünyasına dair ne varsa tümünü riyasız ve açık sözlülükle ortaya döken kaç yazar var ki yer yüzünde.
Direkt söze ve de gerçeğe ateş eder Hamsun. Çekincesi yoktur. "İnsan ilişkileri denen yalanlar yumağının içine sı..ayım", der kurguladığı kişinin dilinden, hele bu çağda, çıkar ilişkisi olmayan yerde ne dostluk ne de "ilişki" kaldı. Dostluklarını riyasız ve açık yüreklilikle sürdürenler yok mu? Çoklar, yeter ki iyi izlensinler ve de dostluk ilişkisinde nasıl ayağa basılmayacağını öğrensinler. 

 Bukowski belki hiç işaret etmez, ama direk Kunt Hamsun'ın dilinden, açık sözlüğünden etkilenmiş, yazın dilini abartısız ondan almış, çok da sahicidir.

"İnsan deli olmasa bile biraz hassas bir kalbe sahip olabilir, pekâla, öyleleri vardır ki ufak tefek şeyler onları yaşatır da sert bir söz onları öldürür. ben öyleyim işte. mesele şu: fakirliğim bendeki bazı vasıfları o derece keskinleştirmiştir ki, bunlar benim başıma adeta dert açar, evet, ne çare böyle bu! ama faydaları da vardır bunun, bazı hallerde bunların bana yardımları dokunur. fakir aydın, zengin aydından çok daha kuvvetli görünür. fakir, attığı her adımda etrafına bakınır, insanlardan işittiği her kelimeyi şüpheyle dinler; her adım onun düşünce ve duygularına böylece bir vazife, bir iş yüklemiş olur. onun kulağı deliktir, duygusu ince; o tecrübelidir, ruhu yanık yaralarıyla doludur..." -(K.Hamsun -Açlık kitabından alıntı).
Zaman zaman da çok zarif dokunuşlarla sözünü iletir. Aktardığım pasaj gibi. ‘Açlık’ kitabını dilimize Behçet Necatigil çevirmiş, çok da mükemmel bir iş çıkarmış Necatigil.  İyi ki es geçmemiş ve bu güzel yapıtı dilimize aktarmış.
Kendi kendime hep söyledim durdum, keşke Norveçce bilseydim ve Açlık kitabını onun geldiği dil kökeninden okuyabilseydim, eminim ki uzun bir tarihi geçmişe göndermeleri var, dil zenginliğiyle beraber.
Nobel verildi, itirazlar geldi, yazar gelmiş 90 yaşına, ödül  onun nedenli umurunda?
Belki sırfı bir "gönül alma" okşayışı olarak görülür ve direkt bir dönem kendi halkından yükselen itirazlara karşı bir iç gülümseyiştir onun için, ama tümü bu kadar, hatta Nobel ödülü veren komitenin bunakları da gerçeğin farkında değiller, "biz Nobel ödülü veriyoruz, bu yazar "iyidir" ", elbet ki edebiyat tarihinin derdi bunlar değil.
Nazi heyulası kimleri kullanmadı ki, her coğrafyada vurdular, kırdılar, yıktılar.
Nazi'lerin küçük oyunlarına o kısacık sürede kanan, kandırılan çok kişi oldu. Apollinare'i nereye yerleştireceğiz? Faşist dönemde şiiirde "denge" unsurunu kullandığı için kılıçtan geçirilmedi mi? Apollinare okunmamalı mı? Kim demiş!
Bütün bunlar bir yana, kendi yakın, çok yakın, hemen bugünkü tarihimize bakalım.
Kimler kimlerle yan yana durdular? Kimler, hangi yazar, şair, "tarihçi" tarikat şeyhlerinin ve de şuhlarının peşinden gittiler? Kapılarında kul olmadılar ki?
Murat Belge'sinden, Ahmet Altan, Roni Margulies ve bir bütün olarak “Taraf” tayfası(kim varsa, tamamı ama tamamı) ve Cengiz Çandar'ına, Birikim Dergisinin ağır abisi Ömer Laçin'e kadar kalabalık bir liste. Destek ne içindi? Gönüldaşlık kimin içindi? Hangi nihai hedef için toplanmışlardı bunca “akil”? Sonuç ne oldu? Öngörüsüz mü yola çıkılmıştı ki bu ihtimal çok yakın, sonuçta “şark” kafasıyız, bazen sıcak akçenin kokusu ağır basar. Hele “yeşil” türünden olsa. Özlenen “şeri kurallar” gelince ilk en yakın kapıdan çıkacak olanlar gittiler her türlü tuhaf ilişkilere angaje oldular. Aklı, mantığı, tarihi, felsefeyi zorlayacak bir saçmalıklar dizelgesi.  Siz kim "İktidar" çantası ne? Siz kim, muktedirin propaganda piyonu olmak ne? Tarih süresince,  bağımsız olmanın, bireysel duruşun nesi ağır gelir bunca yazara, çizere? –“Bu kadar kolay mı?” : Kolay! K. Hamsun için de, Apollinare için de, yerli yersiz kafası karışıklar için de.  Biz sabah akşam Hegel ile yüzleşelim ve onun dilinden  “şiir doğal ihtiyaçları giderme” girişimlerinde mevcuttur diyelim, ne değişir? Kararı şiir değil, şair veriyor.
Yani bütün bunlar burada yaşanırken biz de intikam için adı geçen yazarları okumayacak mıyız? Bu nasıl bir saçma bakış?
Elbet ki okunmalı, "ihtiyat" sözcüğüyle beraber okunacaklar tümü, en azından yaşadıkları sürece bu böyle olacak.
Bu çıkarsama, K.Hamsun için de geçerlidir.

Doruk Satenay


Keçili Orman // Çağan Kuzey Öztürk





Bugüne kadar deftere ulaşmış en ilginç şiirlerden diyebiliriz.  Şiir çok etkileyici, çarpıcı, şaşırtıcı, evet, evet, resmen ikinci, üçüncü kez okutuyor.
İlk okul öğrencisi sevgili Çağan kardeşimiz yazmış, adını da not düşmeyi ihmal etmemiş. 

Kafka'yı hiç okumadan hiç bilmeden bir dönüşümün ta kalbinde oturmuş.
Pek az görebileceğimiz, okuyabileceğimiz bir şey yazmış bu yetenekli kardeşimiz. 
Şiire müthiş bir selam çekmiş. Neomatik şiir, orman ve keçiyi görüyor intentionalite işte, bizler erişkinler olarak empirik kirlenmeye maruz kalmışız, hatta bu çocuk hiç büyümesin, yazsın, ama bu biçimde yazmayı sürdürsün, redüksiyon müthiş, dizelerin sıralanması, alt alta getirilmesi inanılmaz, dünyayı epoche te almış.
Fazla söze gerek yok. İyi “iş” iyi iştir. Yetenekli kardeşimiz, sevgili Çağan, sen sadece şiiri düşün, şiir yaz, hiç ara verme. Bu defter her zaman sana açık kalacak. /bd


Keçili Orman

Bir gün
Ormana gittim,
Ve sadece Keçi gördüm,
Dedim ki
Kesin bu
Keçili orman
Ağaç olarak keçi
Yaprak olarak keçi
Her şey keçi
Ben bile keçiyim

Çağan Kuzey Öztürk



Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***