Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Bu gece hesabı Ahmet Erhan ödesin...// Bayram Balcı




ah murat,

bizim murat,

deli murat,
kim hancı,
nerde yolcular



kar yağıyordu istiklal caddesine
bir yıl daha eskiyordu
hamlet kitap satıyordu o zamanlar beyoğlunda,

lakin ben unuttum,
hangi yıl, hangi yıla bırakıyordu yerini



yeni yıl pet şişesinde votka limondu bize



ah murat,
bizim murat,
kim daha deliydi diğerimizden,
unuttum ben sakız çiğnerken yürümeyi



metin altıok toplu șiirler,
tuğla gibi kitaptı,
senden yeni yıl armağanı,
hamlet bir kitapçı adıydı istiklalde,

yedi yirmi dört açıktık șiire,
ben o zamanlar biraz çingeneydim







șiirle üç öğün kardeştik,
biraz ahmet erhan ağrısı vardı kuluncumuzda,

psikolojimiz bozuktu her zaman,
bunun için

behçet (aysan) abinin dizelerini tașırdık ceplerimizde,



siz bu şiiri okurken,
biz çoktan ölmüş oluruz derdik
hatırımızı soranlara,
ne de olsa
kavlimizde adnan yücel tavrı vardı bizim,

susardık köșe bucak



ah murat,
benim deli kardeșim,

biz yașamadık ki
ankara, istanbul, çanakkale,

dört bucaginda memleketin

gezdirdik ruhumuzu ölesiye


üç bira, bir dergi,
birkaç battaniye borcumuz kaldı hayata,
bırak bu gece hesabı ahmet erhan ödesin,


Bayram Balcı


Barbar Ben Mi, Öteki Mi? // Salih Aydemir




BARBAR
BEN Mİ
ÖTEKİ Mİ?
                                                                                    

Dün yaşananlar şimdi donuyor. Yarına kendini saklıyor üstelik. Öyle ya, yarına bir şeylerin kalması isteniyorsa şimdi’yi dondurmak gerekmez mi?
Zaman, hangi türde ve nerede eşlik ediyor gerçeğe? Gerçek, kimin ve kimlerin tekelinde? Aradığımız ya da peşine düştüğümüz gerçek mi hakikat mıydı? Yarın denilen o içi boş karanlık şimdi’den hangi zamanı istiyordu? Saatlerin, mevsimlerin, ayların ya da yılların mı?
Kim taşıyacaktı şimdi’yi ? Taşıyanlar kim ya da kimlerdi?
Ben mi, başkası mı, öteki mi?
Ben kimdi? Başka mıydı? Peki başka kimdi? Ya öteki! Öteki ben miydi? Ve bunlara eşlik eden zaman hangisiydi?
                   ***                                      ***                                       ***
“Aynalar olmasaydı, belki evlerimizde mağara resimleri çizmeye devam edecektik.” Cümlesini okuduğumda aklıma Platon’un mağara miti geldi:
Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş… İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldayabiliyorlar, ne de burunlarının ucundan başka bir yer görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında. İnsanlarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani şu kukla oynatanların seyircilerle kendi arasına koydukları ve üstünde marifetlerini gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar. Böyle bir yeri getirebiliyor musun gözünün önüne?
Diye devam eder. aslında ayna aynı zamanda mağarası insanın. Tıpkı Platon’un mağara mitindeki gibi… Bu mağara hem insan için hem de coğrafyası için bir ayna… Çünkü bu mağara/ayna şimdi’ye yataklık ediyor aslında. Kaçıp kendini mağaradan kurtaracak kadar talihli ve iyi donanımlı herhangi bir insan güneşi görür. Kendini bilir ve tanır.
Burada varlık ve değer çakışır…
Bu arada, mağarada oturanlar, bilgisizlik olarak tanımladıkları bilgisizlikleri ve önyargılar olarak bilmedikleri önyargıları içerisinde mutludurlar.
Peki kim bunlar; barbarlar mı?

Hava karardı, barbarlar gelmedi.” Kavafis
Barbarların gelmesi mi gerekiyordu? Peki, kimdi bu barbarlar?
Barbar ben miydi?
                                      ***                                
Onlar aslında hep karşımızda, arkamızda, sağımızda, solumuzda hatta içimizde değil miydi? Nereye geleceklerdi? Zaten yüzyıllardır içimizde değiller miydi? Her zamanın şimdi’sinde değiller miydi? Milyon kilometrelerce yürüyüp gelen/kalan onlar değiller miydi?
Nerede arıyoruz onları?
Sokakta, evde, mahallede, köyde, kasabada, şehirlerde, dünyada değiller miydi?
--- Nereden gelecekler?
--- Hiçbir yerden.
… Neden?
… Her yerdeler çünkü…
Bitiremediğin günlerin sorumlusu ‘ben’, barbar değil miydi?
***                                ***                                          ***
Kendi soruna verecek bir cevabın yoktu. Aslında vardı ama soru soramadığın için cevap veremiyordun.
Eve dönmekten bahsediyorsun. Aslında evindesin ve farkında bile değilsin.
Çünkü ben’in barbar.
Bir yerden bir yere varman için sana gerekli olanın yol olduğunu düşündün hep. Oysa ben’in yolculuğuydu senin için önemli olması gereken. Sen o yolu yürümedin. Aslında hep ‘ben’ kaldın.
Barbarlara, bu kente nereden geldiklerini sorduğumda, birbirlerine yakın iki köyde oturduklarını söylüyorlar, iki köy arasındaki uzaklığın tam olarak ne kadar olduğunu öğrenmek istediğimde, pek uzak sayılmaz diyor biri, diğeri ona yol tarifesine destek olmak istercesine, birbirimize ateş edecek kadar yakınız diyor.” s. 15
‘ben’ kadar barbar
Ben’e yapılan yolculuklar iç yolculuklardı. Yaptın mı?
Aslında ben’in katmanları arasında bile gezmeye yanaşmıyorsun. Her şey kadar ben’in de katmanlı olduğunu fark edemiyorsun.
… Duymuyor! Yüksekte durduğu için duymayan herkes gibi duymuyor.” s. 17

                                                 ***  
                              
Kökleri ve tarihi unutun. En basit, en dolaysız tecrübelerimizi ele alalım. Önüme bakıyor ve ufukta kaybolan denizi görüyorum.
Ufuğa bakmana gerek yok. Önce ben’ine bak, ‘ben’ barbar.
Ben’ine baktığında kökleri ve tarihi de anımsayacaksın. En basit en dolaysız tecrübelerinle kendini ifade edeceksin. Omuzlarında ölü taşıyarak değil, içinde ben’i anlayarak her gün değil bir gün öleceksin. Ve bir kez öldüğünde yakınlaşacaksın kendine… Kendine yakınlaştığında dilin ovasında ‘başka’ ile karşılaşacaksın.
‘Ben’ ölmüş olacak başka’nın içinde. O ‘ben’ senin dünün, senin geçmişin. Aslında ölmeyen ‘ben’ başka’nın içinde sessiz sedasız, kontrollü bir şekilde yerini alacak. Kontrol başka’nın elinde. Ben buna  dün diyorum.
Denizin kenarında oturmuş bir barbarın parmağından çıkardığı nişan yüzüğünü suya fırlattığını görüyorum. Halka dibe doğru indikçe büyük balıkların kendisini hayranlıkla izlediği ve her haliyle bir sirk akrobatı olan küçük bir balık halkanın içinden geçmeye başlıyor. Büyük balıklar onu alkışladıkça daha hızlı ve kıvrak hareketlerle halkanın içine girip çıkmaya devam ediyor. Keşke karadaki durumda tıpkı böyle olsa diyorum. Ama biz bütün alkışları halkanın içinden çıkamayacak şekilde sıkışıp kaldığımızda alıyoruz. Ve bu alkış bizim gibi halkasının içinde sıkışıp kalanlardan geliyor…” s. 26 

                                                         ***                                
Mehmet Mahsum Oral’ın “Barbarlarla Beklerken” anlatı kitabı aslında bize her ne kadar şimdi’yi anlatsa da yüzyıllar öncesinden ben’in hem bireysel hem de toplumsal olarak nasıl süregeldiğini gösteriyor. Çünkü ‘ben’ hem insanın hem de toplumun özüdür. ‘Ben’ başka’ya dönüşerek başka’nın içinde öteki ile buluşmaya yöneliyor.
Her ne kadar öteki’ye/yarına girmese de M.Mahsum Oral aslında yarını/öteki’yi dolaylı olarak hissettiriyor kitabında.
İnsan iç yapısının üç evresi olan alt ego-ego-süper egoyu; ben-başka ve öteki olarak algılıyorum.
Alt ego=ben=dün
Ego=başka=şimdi
Üst ego=öteki=yarın
“Barbarlarla Beklerken” kitabı ‘ben’ ve ‘başka’ arasında yoğunlaşmıştır. Diğer bir deyişle alt ego-ego ya da dün ve şimdi arasındaki barbarlığımızı göstermektedir.
Felsefi derinlikten ziyade şiir dilinin olanaklarıyla imgesel, alegorik bir tarzda ele almış olan M. Mahsum Oral şu soruyu düşündürdü:
Barbar ben mi
         başka mı
         öteki mi?
‘Ben’ sürekli seyir halindedir. Aktiftir, hareketlidir. Ve yolculuk halindedir. Ben’in yolculuğunun ilk durağı başka’dır. ‘Başka’ içinde olan ‘ben’ diyalektik seferine ve derinliğine devam eder. ‘Başka’ da durmaz, yolunu öteki’ye ulaşıncaya kadar yürür.
Öteki’ye hep ‘başka’ ile ulaşacaktır. Geri dönüşü mümkün değildir. Öteki, ben’in son durağı değildir. Değişir/gelişir/değişir. Öteki’den sonraki yolculuğu onu başladığı yere getirir. Nereye mi? Elbette öteki ben’e…
Yola çıkan ‘ben’, döndüğü ben değildir artık. Çünkü o bu döngüyü öteki-ben ile sürdürmeye devam eder.
Sessizlik diyor, maliyeti yüksek bir şey, bu duvardaki saatin pili çabuk bitiyor, ben neden diye sorunca ona, çünkü sadece zamanı göstermekle kalmıyor, onu bana duyuruyor da yanıtını veriyor.”  S.29
Toplumlar birbirlerine benzer ya da benzemez. Kimi farklı kültürlerden kimi yaşam tarzlarından farklıdır. Kimi zaman inançlar, kimi zaman alışkanlıklar, kimi zaman coğrafik değerleri ve yaşamsal tecrübelerinden ayrılırlar. Aynı zaman ve coğrafyada bireyler de farklılık gösterebilir. Ama tek hakikat vardır o da evrende her toplumun ve bireyin eşit olduğudur.
“Barbarlarla Beklerken” önceki ve sonraki bölümlerini okuyucuya bırakarak bir soruyla çekiliyorum aranızdan:

Peki barbar kim?!


SALİH AYDEMİR


Korteks ile Bellek arasında Bataçıka // Hamid Farazande



Korteks ile Bellek arasında Bataçıka // Hamid Farazande
"Rakım sıfır okunması kolay olmayan tipik bir Enis Batur kitabıdır. Okunması kolay değil derken içerdiği çetrefillik, yoğun düşünsel malzeme değil kastettiğim, bunlar, bilenler bilir, bir EB kitabının karakteristikleri arasında. Belki de pek yerinde olmayan bir noktadan başladım yazıya: Rakım sıfır yazılması zor bir kitap demek daha doğru olabilirdi. Baştan sona, eski ya da yeni kabuk tutmuş, ama daha çok, hâlâ açık, kanayan yaralar üstünde ilerleyen, kitabın, Atlıkarınca adlı bir metin ile başlamasını dikkate alırsak, birbirlerinin etrafında dönen bir metin topluluğu ile karşı karşıyayız..." -Hamid Farazande
Borges Defteri // E*MAG 
Bu kıymetli çalışmayı direkt Scribd sayfasından okuyabilirsiniz.



Okuma Masasından



Sevgili Defterim, geçen günlerde Konya'da coğrafya öğretmenliği yapan defter sakinlerinden Zeynep. E. ile görüştük. Birlikte çay içerken de defter sakinlerinin kulaklarını çınlattık... Bana  onun öğretmenlik yaptığı okula çok sayıda kitap gönderdiğinizi anlattı. Sonra da Tezer Özlü'nün "Yaşamın Ucuna Yolculuk" adlı kitabını hediye etti. Aslında bu kitabı borgesdefteri'ne bir teşekkür olduğunu söyledi. Ben de defterin Ankara şubesi :)olarak hem sizlerin hem de kendi adıma aldım bu kitabı ve okuyorum son üç gündür. Defterim iyi günde de kötü günde de yanımda olan bir dost gibi. Bizler bu dünyadan gitsek bile defter kalmalı ve defterin sakinleri artmalı.


Yaşıyorken güzellikleri paylaşmalı... Zeynep'in kitap hediyesi hediyelerin en güzeli. Ben de kitap hediye etmeyi çok seviyorum, ara sıra sevdiğim insanlara hediye ediyorum... Paylaşıyorum…

Ziya Alpay

 ***

 Tezer Özlü'nün "Yaşamın Ucuna Yolculuk" adlı kitabından alıntılar:

 Sen tüm kentten daha yalnızdın.Okyanus gibi bir yalnızlık

Ve bana geceler yetmiyor. Günler yetmiyor. İnsan olma yetmiyor. Sözcükler, diller yetmiyor.


Yaşlandıkça insanlarla aramdaki uçurum büyüyor. Arabalardaki, uçaklardaki, resmi dairelerdeki, otobüslerdeki, dükkânlardaki, caddelerdeki insanlarla aramdaki uçurum. Eşyalarla da öyle. Bazı günler elime bir et parçası alamıyorum. Ya da o bütün bir cesedi andıran tavuklar. Kızartabiliyorum ama yiyemiyorum.

Yolculuklara dönüyorum. Kentlerden sakladığım resimlere.
Duramam.

Kimse senin kadar güzel, hiç kimse senin kadar canlı gitmedi ölüme (Tezer Özlü bu sözleri Pavesa için söylüyor)


Özellikle ben’in ben’i bıraktığı anlarda. Ya da ikisi bütünleştiğinde. Ve birdenbire şimdiye dek hiç algılamadığım bir duygu gelip beni buluyor:


Bırakılmışlığın Tadı


“Çevreyi tanımlamak değil, duygularla yaşamak gerekir…”


Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama dileği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya  gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an. Birisinin teniyle yan yana olmak, kendi var oluşum. Her var oluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.



Bu yaşam, beni ancak içimde esen rüzgarları , içimde seven sevgileri, içimde ölen ölümü, içimden taşmak isteyen yaşamı, sözcüklere dönüştürebildiğim zaman ve sözcükler, o rüzgara, o ölüme, o sevgiye yaklaşabildiği zaman dolduruyor.

       Başka hiçbir şey.

Hiçbir sevginin ardından gidemem. Sevgi inandırıcı değildir. Düşüncelerin bulduğu, düşüncelerin biçimlendirdiği bir durumdur. Düşünüldüğü oranda büyür, derinleşir, büyütülür, derinleştirilir. Ne denli düşünülürse, o denli büyür. O denli dayanılmaz boyutlara ulaşır, ulaştırılır. Gerçekleştirilemez. Soyutlaşır. Ve hiçbir zaman bitmez. Yaşam gibi. Ölüm gibi.


“İnsan sevgiye biri yanımızda olmadığından acı çekene dek dayanır; oysa gerçek yalnızlık dayanılmaz bir hücredir.” (Pavese)



Gövdeler iç içe girdiğinde de sevginin gerçekleşmesi olanaksız mı. O sonsuz boşalma anında da sevgi doyumsuz, insan yalnız mı. Doğum anında. Ölüm anında.


Sevg, istenilen bir olguya da aktarılır, aktarılabilir. Çeşitli anlara, çeşitli insanlara, çeşitli kentlere, caddelere, tepelere aktarılabilir. İnsan ne denli derin düşünebiliyorsa, sevgisi o denli derindir. O denli doyumsuzdur. Ve acısı da o denli büyük. Yaşam acısı.


"Ve sonsuzluktan dünyaya yansıdı Tanrı.

...
Şu andalığın şu andalağındayım.
Bir akşamüzeri süzülerek geçiyor.
Korkuluklar canlanıyor.
Ölüler mezarlarından kalkıyor.
Çok boyutlu bir sabah başlıyor.
...
Eller, binlerce el. Gözler, milyonlarca göz.
Her yerde, her şeyde.
Aradan yüzyıllar geçmişti ama hâlâ ölülerin öldüğü bir andı.
Sonraki satırlar Tanrı tarafından yazılmadı."  (Bu dizeler bana ait....)


Tereke // Ela Dincer







“..bütün çağrışımların en gariblerini seçtiğimi anlarım
bil ki, kendi yolunda, her çağrışım gariptir..” (borges)
.
seni ince bir sarsıntının
sahile sürüklediği yosun kokusuna sardım
başıma üşüşen cenaze merasimcileri
adını sorup kaçtılar: ölen yok dedim
ağız birliği etmiş gibi ağustosun böcekleri ile
ki
yosuna sardım dedim: ölen yok
ağustosun sesinde iki iklimin
tam ortasında kalandım
sarıp sarmalamasam çıldırırdım
neyin uzantısıydık binlerce metre derinimizde
su gibi bir şey
neyin kalıntısı olmalıydık
da şölenler kuruluyordu o kokuya/
cenaze merasimcilerine aldırmadan kendimizden geçip
sıyırıveriyorduk ince incir yapraklarını
soruların parmak arasından
ince bir sarsıntı
her şeyi
ama her şeyi
darmadağın etmezden önce
yosun kokusu bulamaz ise
yeşile kılıf olsun diye
bileklerini kesen o kalabalık
soru işareti gibi kalakalıyordu
biz dışındaydık hep intiharların (öğleydik)
ezberlediğimiz hiçbir sahile işaret olmadık
ayak izlerimizi silsin diye kuşun gölgesi
güneşi taşıdık yanımızda yorulmadan
nemli bir sıcak bizi boğana dek
karanlığı el fenerlerine gizledik
ki güneş bizi bu yüzden terk etmedi
iki iklim arasında sıkışıp kalandık (yine de)
oysa bağıra çağıra
o kalabalığa: insan yokluğun tekrarıdır
mı demeliydik
uzaklaştılar az önce
sözlerini ceplerine doldurup
kendi
merasimsiz cenazelerine intihar girişimi olmaya
onlardan farkımız şuydu:
acemaşiran nakkaşın suzinak bestesi-ni çal
derdin
hep onu derdin
oysa biz biliyorsun hiçbir sahilde ayak izimiz dahi
kalsın istemedik
ki dinlediğin ses
ağustosun sesi: yalnızca
ötelerde değil tam da iki iklimin ortasında:
cenazesiz merasimlerimize gark olmaya
elsiz dilsiz kimliksiz kalmaya
alışılmadık şeyleri birbirine katmaya
ve seni yosun kokusuna sarmadan
hemen önce
ince bir sarsıntı ile öpmeye
/
söyledik ve bitti bütün çağrışımlar (öğle mi)
bütün dudakların öpüldü senin
sırlara gömülen aynan kırıldı
her bir parçası şimdi
beyaz bir çarşaf gibi yataklıklarımda
batıp duruyor zamanın durduğu yerlerime
son:
tarihi unutalım
camilere işeyen çocukların sesinde
yaşlı kilise çanları gibi unutalım kendimizi
geriye bir o kalsın
o sarsak yosunlu çözülüş
...

Ela Dincer

Radio Poem


Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***