-"Ölümle
karşılaşmak nasıl bir şey?”
Soruyu sevgili Sur sormuştu bir yazısında.
Ben bu soruyu değil de "ölümün kendisi nasıl bir şey" diye sorup
duruyorum, hem kendime hem tanıdığım bazı insanlara. Belki üzerinde en çok
düşündüğüm konu: Ölüm ve sonrası. Bir insan, hayatından bezmiş, usanmış ve
sürekli intiharı düşünen bir insan bile ölümle burun buruna geldiğinde ondan
kaçmaya, kurtulmaya çabalar içgüdüsel olarak. Bütün canlı organizmalar daima
yaşamda kalma çabası içindedir. Özellikle türümüz Homo-Sapiens ölüm denilen olgunun
daha çok bilincindedir. Bu bilinç yaşamı değerli ve önemli kılar daima. Bazı
insanlar büyük bir gayretle ölümü unutmaya çalışır ve sanki hiç ölmeyecek gibi
yaşama büyük bir arzu duyar ve tutkuyla yaşama sarılır.. Ölüm sadece medyada ve
bazen çevresinde duyduğu bir futbol maçının sonucu gibi sıradan bir haberdir.
Bense depresif kişiliğimden galiba ölüm haberlerini beğeniyle karşılarım ve
onlardan biri olmadığıma hayıflanırım. Bu hepimizin kaçınılmaz sonu, kim bilir belki de
hepimizin kaçınılmaz bir başlangıcıdır çok başka yaşamlara doğru. Şu sözler
zihnimde hep dolanıp durur:
"Doğumdan nasıl korkmuyorsak ölümden de
korkmamak gerekir" -Walt Withman
"Ölüm bir şey değil, ölüm hiçbir şey
değil"- Svevo
Kişisel olarak çoğu zaman insanlardan ve
dünya yaşamımdan umduğumu bulamadığım için kendi kendime "iyi ki ölüm var,
ölüm de olmasa ne yapardım" diyorum. Yaşamında başarılı ve mutlu olanlar
için ölüm korkunç bir tokat gibidir, mutsuz ve umutsuz olanlar için çok büyük
bir ödüldür ölüm.
Kendi bedenime bakıyorum da saniyede
trilyonlarca faaliyet yapan hücreler ve daha önemlisi beyini ve sinir sistemini
oluşturan nöronlar ve elektrokimyasal reaksiyonlardan ibaret bir biyo-makina
mıyım? Diye soruyorum. Aynı organik atom ve moleküllerin sonsuz çeşitli
kombinasyon ve dizilişlerinden teşekkül ederken.... Eğer öyleyse diğer
ölümlülerden ne farkım var? Hiç. Bütün bunların ötesinde Bilinci, duygu ve
düşünceleri oluşturan madde (Gerçi halen maddenin gerçek doğası çözülebilmiş
değil Kuantum fiziği ve biyolojik gelişmelere rağmen)nin çok fevkinde bir
şeyler olmalı diye düşünüyorum, ister buna kozmik enerji, ister Tanrı, ister
Allah denilsin, bence aynı kapıya çıkar.
Haz konusunu bedensel hazdan ziyade Epikürcü
düşünüyorum. Bir müzikten, şiirden, sanat eserlerinden duyulan haz. Freud'un
dediği gibi "insan acıdan kaçan, hazza koşan bir varlıktır."
"Siz hiç hazzınızı terk ettiniz
mi?" Bu soruya cevabım, hayır ve
hiçbir zaman, olacaktır. Ancak çok derin bir
depresyonda insan değil
hazdan her şeyden vazgeçip, bilinçli olarak
kendisini ölümün soğuk,
bilinmeyen ve anlaşılamayan kollarına
bırakır. Sylvia Plath, Nilgün Marmara, Özge Dirik ve Zafer Ekin Karabay gibi...
Peki ya arzu? İnsan neyi arzular? Sonsuz,
sürekli mutluluk ve haz dolu bir yaşamı mı? O yüzden "Cennet" diye
bir yerin hayalini kurmuş olmalı insanoğlu. Orada sonsuza dek mutlu olacağı
umuduyla yaşayan milyarlarca insan var. Bu dünyaya kendi arzularıyla
gelmedikleri gibi büyük bir çoğunlukla kendi arzularıyla gitmeyen insanoğlunun
yaşamındaki amaç sadece mutlu olmak mıdır? Olmamalı, insan bu kadar basit
olmamalı ama genellikle gördüğüm durum böyle. Belki ben de öyleyim de bunu
kendime itiraf edemiyorum.
"Ben yaşama hazırım" Diyemem. Onca
sefalet, hastalık, savaş, çıkar
kavgalarıyla, paranın, güç makam ve mevki
arzusuyla yaşayan insanlarla
dolu sevgisiz bir dünya yaşamına hazır
değilim, olacağımı da
sanmıyorum. Çünkü "ben ölmeye
hazırım" Peki, ya sonra?
"Vardır ya, hani bir yer, uzakta çok
uzakta
Ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok
erken daha
Üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz,
ölüm mü, bunu
Hiç bilmiyoruz"- (Edip Cansever)
Ziya
Alpay
Defter arşivi: 5.28.2010
İkinci göç yılında,
kalbimizdedir yerin... bütün güzellikler gibi,
bu çirkin, çığrından çıkmış beyhude haller ve zaman diliminde. / defterin