Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Neden Köyde Kalıyorum? /Martin Heidegger/Çeviri: Hamid Farazande



Güney Kara Orman’da, 1150 metre yüksekliğinde, geniş bir dağ  vadisinde, sarp bir yamaç üzerinde ufarak bir kayak kulübesi duruyor. Taban alanı yedi çarpı altı metre. Alçak çatısı üç odayı örtüyor: Mutfak—ki aynı zamanda oturma odasıdır, bir yatak odası ve bir de çalışma odası. Vadinin daracık tabanı ve her iki tarafından eşit mesafede yükselen sarp yamaçları üzerinde dağılan yüksek çatılı, geniş çiftlik evleri bulunuyor.
İşte bu, benim iş-dünyamdır—tabii bir gözlemcinin, bir konuk ya da bir yaz tatilcisinin gözünden. Daha kesin söylemem gerekirse, ben hiçbir zaman bu manzarayı kendim gözlemde bulunmam.  Ben onun saat be saat değişimini, gece gündüzünü,  mevsimlerinin muazzam geliş gidişlerini yaşıyorum. Dağların ağırlığı ve onların kadim sertliği, köknarların yavaş ve zarif büyümesi, çimenliklerin sade görkeminin yeşermeye başlaması, uzun sonbahar gecelerinde dağ deresinin hızlı akışı, karla örtünmüş ovaların amansız sadeliği—Bütün bunlar  oranın gündelik varoluşunun içine doğru akar, nüfuz eder, ama “estetik” atılım ya da yapay empati içinde değil, yalnızca kişinin kendi varoluşunun, onun yaptığı işte anlam kazandığı sıralar. Sadece çalışmak gerçekliğe doğru uzamlar açabilir, bu dağlar dışında bir şey olmayan gerçekliğe. Çalışma süreci bölgede olup bitenin içinde cisim bulur.
Derin bir kış gecesinde, acımasız vurguncu bir kar fırtınasının, kulübeye ve çeperlere öfkelenerek her şeyi örttüğü sıralar, felsefe için en uygun zamandır. Bu durumda sorular basit ve elzem olmalıdır. Her düşünce üzerinde çalışmak yalnız kabaca ve titiz olabilir. Bir şeyi dile dökme mücadelesi  kule gibi yükselen köknarların fırtına karşısında gösterdikleri dirence benzer.
Ve bu felsefi çalışma eksantrik bir kişinin ilgisiz çalışmalarına benzemez, doğrudan doğruya yerlilerin iş hayatına sıkı sıkıya aittir. Genç çiftçi çocuğunun, kayın kütükleriyle doldurduğu ağır kızağını önce yamaçtan yukarı çekip sonra evine doğru giden sarp eğimden indirdiği zaman, düşüncelere dalan çobanın, sürüsünü yamaçtan aheste adımlarla yukarı yönlendirdiği zaman, çiftçinin, barakasında sayısız saçı yapacağı çatısı için hazırladığı zaman—benim işim de aynı türdendir. İşim içtenlikle yerlilerin hayatında kök bulur ve onunla ilgilidir.
Şehirde oturan biri, yerlinin biriyle uzun bir konuşmaya başlar başlamaz “insanların arasına geçtiği”ni düşünür. Ama bir akşamüstü  çalışmaya verilen arada, yerlilerle birlikte ateşin yanında veya masada “Baş-Köşe”de oturduğumda, biz çoğunlukla bir şey konuşmayız. Sessizlik içinde pipolarımızı içeriz, zaman zaman birisi konuşmaya başlar ve ormanda odun kesme çalışmasının bitmek üzere olduğunu, ya da bir sansarın dün gece kümese daldığını, ineklerin birinin sabaha doğru doğum yapabileceğini, birisinin amcasının felç geçirdiğini, havanın yakında “döneceğini” söyleyebilir. Benim kişisel çalışmamın Kara Orman ve insanlarıyla olan derin bağı uzun yüzyıllar öncesine uzanır, Alman-Suabiya topraklarındaki  yeri doldurulamaz köklülüğe.
Bir şehirli en fazla “köyde kalmak” dedikleri şeyden “etkilenir”.  Fakat benim bütün çalışmam bu dağların dünyası içinde ve onların insanlarında sürdürülür ve yol alır. Son zamanlarda, arada sırada konferanslar, konuşma davetleri için yaptığım yolculuklar, komite buluşmaları ve dağın eteğinde Freiburg’deki derslerle ilgili işlerim nedeniyle çalışmalarımın arasına uzun kesintiler girmeye başladı. Ama dağın yukarısına geri döner dönmez, hatta kulübede kalmaya başladığım ilk saatlar içinde, önceki soruların dünyası onları bıraktığım noktada tekrar kendini bana zorlamaya başlar. Çalışmanın kendi ritmine doğru sade bir biçimde taşınmış olurum ve en kökteki derin anlamıyla artık onun gizli kurallarının hakimiyeti altında kalmam. Şehirde yaşayanlar, çoğunlukla, dağların ve insanlarının arasında uzun bir süreliğine nasıl yalnız başına kalınabileceğini merak ederler. Ama bu, yalnızlık değil, kendibaşınalıktır. Büyük şehirlerde insan kolaylıkla başka hiçbir yerde olamayacağı kadar yalnız olabilir. Ama kimse oralarda asla kendi başına olamaz. Kendibaşınalığın, insanı inzivaya sokmaktan bütünüyle farklı olarak üzerimizde öyle garip ve asil bir gücü vardır ki, bizim bütün varoluşumuzu bütün herşeyin varlığının engin yakınlığı üzerine yansıtır.
Genel dünyada gazeteler ve dergiler aracılığıyla bir geceleyin “ünlü”sü olunabilir. Bu da en belirgin gayelerin yanlışlıkla yorumlanıp hızla ve tamamen unutulması için en güvenceli yol olur.
Tersine, yerlilerin belleği, hiçbir zaman unutmaya mahal bırakmayan kendi sade ve güven dolu sadakatine sahiptir. Yakın bir zaman önce yaşlı bir yerli kadın buralarda ölüme yaklaşmaktaydı. Benimle çoğu zaman hoşbeş etmeyi severdi ve bana köyle ilgili birçok kadim öykü anlatmıştı. O, imge dolu kendi kudretli dilinde, birçok sözcük ve çeşitli söylem tarzı barındırıyordu, ki bugünkü köy gençleri için artık anlaşılmaz hale gelmiştir. O zengin dil günümüzdeki konuşma dili içinde kaybolmuştur. Geçen sene kulübede haftalarca yalnız başıma kaldığım müddette, sona doğru yaklaşan bu 83 yaşındaki kadın hâlâ yamacı tırmanıp beni görmeye geliyordu. Ara sıra kulübeye uğrayıp ben hâlâ oradamıyım, yoksa birileri tarafından habersizce “çalınmış”mıyım  diye merak ediyordu. Kadın, hayatının son gecesini ailesiyle sohbet ederek geçirdi. Yalnız son demden bir buçuk saat önce selamlarını “profesor”e yolladı. Böyle bir anı, benim için, felsefem dedikleri şey hakkında birçok uluslar arası dergide çıkan dakik yazıların çoğundan kıyaslanamayacak kadar daha değerlidir.
Şehir dünyasının bizi yıkıcı bir yanlışlığa düşürme tehlikesi bulunur. Bir yerlinin dünyası ve varoluşu için çok gürültülü, çok hareketli ve çok sık yenilenen hummalı yerler tedirginlik kaynağıdır. Ama işte bu, şimdi yapılması gereken tek işin tam zıt yönünde cereyan eder, o da yerlilerin hayatından mesafeli durmaya özen göstermektir, her zamandan daha fazla onların varoluşunu kendi kurallarına bırakmaktır, onlardan el çekmekle varoluşlarını, ediplerin “yerlilerin özellikleri” ve “toprakta köklülükleri” hakkında ileri sürdükleri samimi olmayan söylemlerden korunmasını sağlamaktır.Yerlilerin bu şehirli resmiyete ne ihtiyacları vardır, ne de talepleri. Onların istediği şey, sessizlikten onlara düşen paydır, yaşamlarına gösterilen saygı, hayatlarının bağımsızlığı. Ama günümüzde, şehirde yaşayan insanların çoğu, “herşeyden haberdâr olanlar” ve neredeyse bütün kayakçılar, köyde veya çiftlik evlerinde aynen şehirlerdeki yenilendirme merkezlerinde “eğlendikleri” gibi davranırlar. Bu gidişatın yıkıcı gücü tek bir gecede, umudun uyandırılmasını amaç edinen asırlar boyu halk- özellikleri ve folklör hakkında yapılan akademik eğitimden daha çok etkilidir.
Gelin “halk-özellikleri” için duyulan bütün bu küçümeyici yakınlığa ve nedensiz kaygıya son verelim ve oralardaki sade, haşin hayatı ciddiye almayı öğrenelim. Ancak o vakit bizle bir kez daha konuşmaya başlar.
Yakınlarda, Berlin Üniversitesinde ders vermek üzere ikinci bir davetiye aldım. O sıralar Freiburg’u yeni bırakıp kendi kulübeme çekilmiştim. Dağların, ormanın, ovaların söylediği şeye kulak vermiştim. Derken 75 yaşında eski bir çiftçi arkadaşımı ziyarete gittim. Gazetelerden bu davetle ilgili haberdâr olmuştu. Bana ne söyledi, dersiniz? Ahesetlik içinde duru gözlerinin güven verici bakışlarını benimkine odakladı ve ağzını sıkı sıkıya kapalı tuttu, sonra kararlılıkla güven veren elini omzuma koydu. Her zamankinden daha da yavaş başını salladı. Şu anlama geliyordu bu: Kesinlikle hayır!

Martin Heidegger
Çeviri: Hamid Farazande


"Ve şimdi zamanla suya basıyorum"...// Sufi.




Fotoğrafını ilk kez nerede, ne zaman gördüğüm anımsamıyorum. Önce sesi geldi, sonra kendisi. Ama fotosunu ilk gördüğümde dudaklarını anne annemin dudaklarına benzettiğimi de hiç unutmayacağım, eski anıların çekmecesinden çıkagelmiş gözlerle. İst.’da değil Lisbon’da izlemiştim. O ilginç makyajıyla. Göz hatlarını belirginleştirmek için adeta bir kaligrafi meşki gibi düzensiz çizgilere sığınması. Saçlarındaki sıkı düğümler, dağınıklıklar. “Etkile beni, dikkat dağıtana kadar, dikkatimi dağıt, nefret ettiğim şeyi yapmaktan alıkoy” der gibi.  Tenindeki tatolar ise görebildiğim en özensiz işlerdi, “bir şeyler çiz gitsin” türünden. Ama iş söze ve kaleme gelince yeryüzünün belki de en ciddi insanı oluyordu: “Bir söz yazmam yarım saatimi alıyor.”  Sahneye çıktığı an bütün bu yazdıklarım buharlaşıyor ve o mükemmel sesin gölgesinde siliniyordu. “Yersiz Amy, dünyayı unutan Amy, “Ahlaki Paralelim nerde?” diye soran Amy? Izdırap denizi Amy.
İstanbul’a konser için gelmişti, üç gün boyunca “W” otelinin ışıksız odasından hiç dışarı çıkmadı. Odasında sadece otel önündeki taksi şoförlerinin sesi  ve yokuş aşağı inen mahallenin müdavimi eskicinin canhıraş sesi yankılandı muhtemelen. İstanbul’dan geriye bir şey götürdüğünü, bir şey “aldığını” (duygusal, hissediş anlamda) sanmıyorum, bildiğim kadarıyla konser de iptal olmuştu.  “Üzücü bir şarkıyla yürüdüm, tuhaflıklarım yığınla…, siyaha geri döneceğim” dedi ve  adeta yeryüzünün tuhaf yüzüne:”canın cehenneme” diye haykırarak onu terk etti.
“bir şeyler yiyelim, içelim geçip gitsin dostum, bir şey işte, senin evin, senin lamban…bir şey işte, “dünya, ben hiç iyi değilim” türünden…
“ben ‘bize” geri dönüyorum”, ama o nasıl bir dönüştü Amy?
Esintiyi kalbinin en dip katmanında seven sen.


Sufi.


Şair Rutger Kopland [ 3 Şiir ] // Doruk Satenay


Rutger Kopland, Hollanda doğumlu şair, 
 19 ciltlik şiir , üç deneme, çevirileri ve seyahat  anıları kitaplarıyla  
Hollanda’nın üretken şair, yazarlarındadır.
  Kopland, Hollanda'nın en sevilen şairlerinden biri olarak biliniyor. 
Şiirleri kayıp bir cennetin özlemini yansıtır, hüzünlü,
 neredeyse nostaljik bir atmosfer uyandırır okurunda. 
"Herkes bir kayıp cennet bulur sonunda”  der. 
Ama onun hem cennetti hem cinneti şiirdir, bunu en azından biliyoruz. 
Böylesine üretken bir yeryüzü şairden bir kitabın
 dilimize aktarılmaması çok büyük bir boşluktur, 
ola ki defter(imiz) aracılığıyla  bir tuğla yerli yerine oturur ileride. 
 
Doruk Satenay
 


Gidiş

Gidiş, usulca evi terk etmektir
Başka bir şey değil
Kendi varlığın üzerine kaparsın kapıyı
Ve dönmezsin,
Kendini bekleyen 'o kimse' olursun
Gidişi kalabilmenin başka biçimi de okuyabilirsin
Kimse beklemiyor
Çünkü hala varsın
Kimse veda etmez sana
Çünkü gitmiyorsun.


Vaat edilmiş topraktan mektup

İstediğin yere gidebilirsin,
Sadece dönüş yolları kısıtlı,
Bu köhnemiş derdin
her adımında  ve her yerinden yeşerir.
Yeniden ağlamaklıyım
Eğer gece  sıcak ve bir bütün olarak uçuruma yuvarlansa
Sen, sonsuzluğa kadar kaybolursun
İşte o anı nasıl adlandırmalıyım sevgili?
Baştan aşağı dert olursan
dertten  bir daha söz edilmez
sevinç seni yeterince sevindirmez
vaat edilmiş toprak sana yasaktır.



Konuşma

Soru soracak gibi bakıyor bana
Sanki  “neden susuyorsun?” diyor
Gerçekten, neden bunca  sessizim?
Bir yanıt peşindeyim,
Başka yöne bakıyorum
Duvara, pencereye, yine duvara
Sonra pencereden diz kapaklarımda tuttuğum  ellerime
Ve yine yüzüne odaklanıyorum
Hala bana bakıyor,
Odaya hakim sessizliği dinliyorum,
Kendim için suskuyu seçtim
Onun kim olduğunu bilmediğimi
Haykırmak istiyorum.

Şiirler: Rutger Kopland
Çev. Doruk Satenay



defter'in notu: defter'de yayınlanan yazıların, şiirlern, çevirlerin vs... telif hakkı sadece yazarına aittir, yazarından izinsiz alıntılamak, başka site, yer, mekan da kaynak verilmeksizin  kullanmak bir vicdani sorumluluktur. Ya vicdanlısın ya da nevi şahsına münhasır bir şey! 
Yapma!








BİR EDEBİYATSÜVARIN SEYİRLERİ // Süha Tuğtepe


                             EDEBİ  ENGİZİSYONLAR




"Edebiyat aleminin Engizisyon Mahkemesi şefi gibi heybetli, yapan, yakan, yıkan eleştiri uzmanlarına her daim gereksinimi vardır. Çünkü bu alan bizim gibi “teorik”  eğitim almış, boşta gezenleri mebzul miktarda var olan memleketlerde, eline geçirdiği üç-beş kitabı okuduktan sonra, “Lan bunu ben de yazarım!” fikrine gark olup, enteresan sandığı bol acılı ve kavuşulmaz aşklı  hayat numunelerinden esinlenip, kalemi kaptığı gibi aklına geleni döşenip, “boş vakitlerini değerlendirerek”  yazdıklarını edebiyat zanneden heveslilerle, ancak böyle Engizisyon Mahkemesi Şefi gibi eleştirmenler baş edebilir. "

Süha Tuğtepe

(defterin notu: Şair Süha Tuğtepe'nin deftere emanet ettiği yazılarından, ilk kez defter'de yayınlanıyor).

Yazıyı buradan okuyabilir, indirebilirsiniz:



Yeryüzünden bir şair geçti...// Poetic Mind



Cenk Koyuncu için,

Ne şirinin arkasında ne de önünde  yer edindi , o şiirin ta kendisi idi! Yeryüzü şiir atlasında kimi şairler vardır ki hep böyle anılacaklar. Kısa bir  yaşam ve doludizgin ve sonsuz bir şiir evrenini içinde barındıran şair.  Dünsüz, yarınsız, hatta “bugünsüz” yaşamak her varoluşun haddi değil, ancak onun gibi bir söz seyyahı  yüzünü çirkin devrana çevirerek “katlimize sebep suçumuz” diyebilirdi. Aşkı bir “yüz kitabı” olarak algılamak ona göre bir hesap meselesi de değildi, sevdiği kadının(Rodos) ardından sadece 9 ay yaşayabildi ki son 3-4 ayı ağır hastalık ve derin bir yalnızlık,  kimsesizlikle  geçti, elinden tuttuğu, kapısına koştuğu, sağlığında dergisinde şiir  yayınlatmak için cümle eyyam yok olmuş, buhar olmuştu bir anda, Antalya’daki tek dostu ve sırdaşı onun yanındaydı. Olmayan bir maddi varlık nasıl şiire  yatırılır sorusunun da yanıtı onunla beraber gitti.  Lambasında asılı  Aurelia  yarası  ve imgelerin Azrail’i sürgün zevk, gülen gözlerinde yıldız şöleni ve gitmeye hazır bir çift kanat, yine kan at olan şiirin titreşen zihninde. Son Kişot şiir  dergisinin son sayısını koşar adım ve kan ter içinde  dağıtım noktalarına  yetiştirirken  o garip  akşam üstü bu sözler dökülmüştü dudağından: “Kanayan şiir mi? Yoksa bu çağ mı? Ben hiç  mi hiç yabancısı olmadığım bu notaları  ezberden  biliyorum”.. ve her ne kadar “Buradayım şimdi; ahh, sözüm söz! Bu son!
-Söz size!” desen bile, işte yine hasret ve yine senin ve Rodos’un prıl prıl gözleri ışıldıyor yakınlardan-uzaklardan. Senden sonra seni anmak ve adının önünde bir saygı halesi olarak yaratılan “Kirpi Şiir Dergisi” altı kez gökyüzünü selamladı, umarız ki günün birinde  yolculuğuna  yeniden başlar, yayıncılığın tüm zorluklarına rağmen. Bir umut…
POETIC MIND 


 UTANGAÇ KALBİM / Cenk Koyuncu

O. Alkaya'ya

Bak bu gece bitmezse ölüm gelir uçurumun başına
yürek söken heybetli edasıyla şu utangaç kalbimde
aşklarımı bahane edemem, aşklarım adamcasına
sözüm geçmez artık içimden gideni götüren Azrail'e                                          Dünyalının işi ölümlü olmak, zaman nedensiz bir bahane
suça çekiliyor gel-gitim, kendine doğru ve içeriye tırmanıyor
devrimlerden silkindi arkadaşlarım artık sosyalizm şahane
bir bir kırıldı eski umutlar ; şimdi herkes şiirden saklanıyor!

Atlaslar değişti, atlasım postal izleriyle dolu bir Anadolu
kıvrıldım dizlerime doğru yeni bir ses için inledim
sessiz herkesin devrimi kimsesizdi, orada yalnız kaldı insanoğlu
kahraman kalktı sözlüklerden, sahi çok özledim neredesiniz?

.Altı-yedi Eylül'dü, Orhan'ı aradım ; ağlıyordu!...


Cenk Koyuncu:  27 Haziran 1967’de İstanbul’da doğdu. 1992’de “eski’Z” dergisini çıkartanlar arasında yer aldı, bir dönem “kitap-lık” dergisini yönetti. TRT 2 “Okudukça” programının metin yazarlığını yaptı. “Son Kişot” dergisini kurdu. 14 Mayıs 2006 tarihinde aramızdan ayrıldı. Şiir kitapları: “Kuvve’den Fiil’e / Reşit İmrahor / Haz: Cenk Koyuncu (1993), “Otoben” (1994), “Yüz’de Yüz” (1996), “Sona Veda” (2002).




kem yol tutkunu suçlu hafıza var bende
son kez ölmek arzusu benim hançerim!
Bir yaz günü geçtim kendimden kafiyelerle…

Buradayım şimdi; ahh, sözüm söz! Bu son!
-Söz size!


ZAMAN YANLIŞ DURUP GEÇİYOR // Carlos Martins


ZAMAN YANLIŞ DURUP GEÇİYOR



Zaman, o oraya döndüğünde durdu
 Görmek istedi
Denizi ve atladı.
Ailesi geldi, valizini çaldılar
Döndüğünde
Artık konuşacak bir şeyi yoktu.
Şiir eskiden olduğu gibi değildi
Büyük geldi ve kemer taktılar
Şairler zaten çoktur.
On kere dokuz doksan bir.


Sürrealizm ve karalayıcıları
Sürrealizm, onun gölgesinde ve onun adına konuşan tüm karalayıcılar tarafından karalanır.
Portekiz Sürrealizmindeki doğru ve yanlış:

Günümüzdeki Portekizce sürrealizm içindeki doğru ve yanlış, Şiir sanatı ve isyan ve tüm güçlerin, politikacıların ve özellikle toplumların önünde diz çöktüğü dindarlık arasındaki karışıklığı göstermek için birleşirler.

Carlos Martins  
Portekizceden  Çeviri: Sufi


Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***