Soyut Şiddet
her
şeyin değişeceğine inanıyordu.
ağzına
bir iz bırakayım istiyordu ağzımdan.
ben
kendi çapsız çekirdeğimin yörüngesinde cisimsiz bir isimdim.
“maceralı
şarkılar” söylemekle yatıştırmıştım ağzımı.
sakince
eriyordum. ve boşluğa karışan zerremin uzaklardan seçilebilen
parlak
geri
dönüşlü bir geçmişi yoktu.
o
bekliyordu.
zordu
yeryüzünün bütün bekleyişleri. öncesi düşünülmeyen ve
sonrası
için bütün bütün adanmış ruhlar yaratan bekleyişler.
uçsuz
bucaksız anı ormanından tek bir dal kesmeye yeltense el
gövdeden
ayrılıverirdi
kanla
tutuşurdu acı.
zordu
yeryüzünün bütün bekleyişleri.
tarih
kitaplarına benziyordu yüzü. her beklemede.
yumuşak
ve inançsız sözlerle aldatılmış
savaş
kahramanlarının ölgün bakışıyla yıkanmış ve gittikçe
ölü
savaşçıların iradesine teslim bir kılıç keskinliğinde.
her
sayfasına ayraç bırakır gibi ayırıyordu yüzünü benden
gelişimi
beklemeye hazırlıyordu kendini.
cisimsiz
bir isimdim ben. herhangi bir boşluğun içinde.
zerreye
ve toza olan yakınlığımla tanırdım yankımı
gecenin
günden ayrıldığı ışık oyunlarında karanlığın tekrarı
şiddetli
soyut.
ki
yankım olsun diye her doğumda
cinsiyetsiz
aşklar yaratırdım: anlaşılması zor boşlukta/
yorgun
düşen hayalleri olurdu onların.
benimse
maceraya yenik her yanım: dağılıp yankılanmaktan.
yine
de:
cisimsizliğime
inanmasına yetecek kadar koklardım bazen her yerini
gözlerinden
tuzlu su balıkları sıçrayıp atlardı ağzıma
göğüs
kafesine dayadığım yüzümle titrerdi kalp atışı
böyle
duyulur olduğunda bedeni:
yüksek
dozda dokunmalarla
inandırırdım
aldatıcı gerçekliğe
ağzı
gerilir gerilir ve sonunda çığlığı
gerilip
boşalan bir yayın fırlayıp gitmesi gibi
uzaklaşırdı
kendinden.
/
inanmayı
bıraktı sonunda: her şeyin değişeceğine.
uzak
çağların ilkel çoğalışını tekrardan ibaretti hayat
ve
kahramanlar doğuracak kadın kahraman değildi
bende
şekillenen cisimsizlik:
zaman
dışı zihnin dişi zamanları idi olsa olsa.
***
Tek
Sesli Opera
al!
semender! gizli dileklerin ağzındaki ateşi ve yan!
…
mavi
kadifeden gece çığlığın içinde dağıldı
en
derin yerinden çizildi yüzün
sabahı
tükürürken incinen güne
ağzın:
cennet kapım!
/
ağır
ağır uzaklaşmakta idi ışık
gölgenin
sırrını aralayan kapıdan içeri girdim
soluğumu
tutar gibi tuttum bakışımı
çevirmeden
başımı kendimden
dinle!
dedi bir ses: duyulmayanı duyana dek!
bekle.
sabrın
ikindi suları ile sırılsıklam olan ağzım
dilime
yapışan emredici bir ortaçağ açlığı
bekledim…
yükselirken
kendimden
gölge:
dibimde sessiz bir tufan gibi gözledi an-ı
ne
kadarını geçtim yolun
ne
kadarında ışık
ne
kadarında gölge sandım kendimi
eşsiz
görkemi ile ellerimi kanat yapıp
ne
kadar nefret ettim kendimden de
kutsal
aşkların aşikar seslerini dinlemeye koyuldum
soyun!
dedi o ses. (duyulanın ötesinde duyulamayana dek)
çarparak
ellerimi biri birine
duymanın
vahşi çağrısında
sesin
doğruluğunu sınadım
(an:
kendine uzayan dehliz
anladığım
an yok olan)
//ve
an ki bir pencere açılır esrarın perdesine: araftan yansır ışık
kapanır
kapı
gölgeler
uzar
gitmeler
albümüne ilişen tek sesli ışık düşer perdeye: yüzümüzden
unutuş
kalır geriye
unutuş:
,bağlanıp
kaldığımız
,nesnesini
kendi yaratan aşk engizisyonu
,unutamayacağımız
‘kararlılıkta’ ödenecek diyet
soluk
karanlık
benizlerimizin
en
şuh gecesi
ki:
terk ettiğimizdir her şeyi
salıncaklarımız
boş kalsın: sallana! sallana!//
soyun!
der tekrar
salınım
şiddetlenir havarilerin gölgesi uzadıkça
soyun!
küçük
şeytanlardan!
yeni
tanrılar besle rahminde
ne
dişil bir öfke
ne
bir çocuğu böyle öpen kadın
ne
de şehvetin dudağında ısırık
yalnızca
yeni tanrılar: “adamlar” olsun adı
böylece
soyunduğun yerlerde uzadıkça uzasın çığlık
(kırmızı
şarap soluyorum kan diyetine
bütün
yüzüm çöle dönerken
vahalarda
kutsal soytarılarla çiftleşiyorum
‘üryan’ı
dirimden sayan bir tat ağzımda
bakıyorum
durduğum yerden gölgeme)
oku!
dedi
sonra
gördüğünü:
girdiğin kapıların ardında/
cehennem!
diye araladım ağzımı
ağzım
ki yarattığım tanrıların cennet kapısı
/girdi
içeri biri!
“ben”:
gizli bir dilekti bundan sonra.
ELA DİNCER