Dünya edebiyatı ve
klasikleriyle haşır-neşir olmadan, tanımadan, okumadan, anlamadan bilmek
nasıldır acaba? insanı ne hallere getirir bu durum veya toplumunu?
yol yapıp, köprüler
kuran, bütün yeşil alanları yok edip rant alanları olarak açan, barajlar ve kent
içinde kent blokları yapan, yerli araba üretmede hüsrana uğrayan, bankalar
geleneğini gelenek/örf/adet üçgeninde yapılandıran, sürekli kendi önerdiği
eğitim sistemini kendi yap bozuna benzeten, nitelik değerler ölçüsünden nicel
değerler sistemine geçen, yaptığı puzzle ile istediği ve çok iyi bildiği
parçaları çıkarıp hatta onun yerine yeni puzzle parçaları bulmakta zorlanan,
din nereden gelirse, hoş gelir sefa getirir anlayışıyla kamusal alanları işgal
eden, kendi halkına-bireyine ölüm emirlerinin kimler tarafından verildiği
bilinmesine rağmen, bilinmeyen satrancıyla damaya dönüştüren, halkın seçtiği milletvekillerini tanımayan,
meclis-i umumi de grup kurmuş ve yıllardır mecliste kavgasını vermeye çalışan
partileri kapatan, özgürlük, hak, adalet değerlerini yaşam tarzı sayan
bireyleri öldüren ve hapse atan: kendi iç yapısında seçimle başa gelmiş bilim
insanlarını yok sayan, darbelerini sorgulamayan ve onların üzerinden kurdukları
iktidarlarıyla mal mülk yapan, gerek cezaevlerinde gerek sokaklarda, evlerde
yaşanan ölümlere ve tecavüzlere seyirci kalan, çocukların çocukluğunu işgal
eden simsarları ve ilkelleri görmezden gelen, devletinde çalıştırdığı memurun
zammına üç kuruşluk artış yapıp devletin gelir-gider ve menkul değerlerini
yüzde bilmem kaç artışlarla parsel oluşturan, düşüncenin aklını örten, kırk
yıldır devletin içinde olduğunu ve bunu kırk yıl önce söyleyen bilim
insanlarını ve gazetecileri nasıl öldürüldüğüne dair yetkilerini kullanmayan,
hesap sormayan, öğrencilerine işkence eden ve 17 yaşındaki idamı meşru gören anlayışların
devamı olan, işkenceyi sokaklarda alenen yapan asker-polis ve illegal devlet
güdümlü oluşumlardan hesap sormayan, meşhur “sorguda camdan atladı, öldü”
hikayelerini araştırmayan, açlık sınırlarını yok sayan, faili meçhul
cinayetlerin araştırılmasının önünü kesen, katliamlara seyirci kalan, cumartesi
annelerinin yanına tomaları yerleştiren, sağlığa, eğitime, özel kurumlarla
katkı sağlayan(parası olana), -ücretsiz olmasını-düşünmeyen, darbe faşizminden hayatları kaybolan şimdi’nin
ağabey ve ablalarına bile iade-i itibar vermeyen ama yıllarca bu insanları
hedef alıp gazetelerde iktidarın kıçlığını yapan sözde gazetecileri yanına
alan, her iktidar, kendi yazarını yaratır ya da olanlar içinden seçer
anlayışıyla bakan, iktidar sevici yazar, şair ve sanatçıları benimseyen, hatta
iktidara koşanları sorgulamayan, ahlakı
etikten ayıramayan ve edebi geçmişi
olmayanların bu sıfatları para karşılığında almalarına destek olan, prens ve
prenseslerini onca ölüm ve yıkım zamanlarında ekranlara getiren, faşizmin
iktidarı için uzun ama (insan ömrü kadar en az) kullanan siyasetçileriyle edebiyatımızın,
kültürümüzün, sanatımızın “milliliğinden” / “ulusalcılığından” konuşulabilir
mi?
sözcüklerin hissiyle
ilgilenen bu coğrafya halkları, ortaçağ skolastik anlayış ve yaşam
alışkanlıklarına düşmek istemiyor. istemiyor çünkü bu coğrafyadaki tüm diller
yaşam deneyimi ile bugüne gelen kültürleri biliyor.
insan, halkların
birikimini öğrenebilir; kültürlerini, dillerini, dinlerini, ahlaki ve güncel
yaşamlarını… her birimiz bu kültürlerin insanıyız. doğuran, yaşatan ve onu
geleceğe fırlatan taşları…
insan olarak
eğildiğimiz halklardır.
bu coğrafyada kültür,
sanat ve edebiyatla iç içe geçmiş ve geçecek geleneklerimiz var. bu gelenekler,
tüm iktidarların yok saydığı bir değer, değer çünkü gelenekten anladığımız;
birikim, çok renk ve çok dilliliktir.
içinde “biz” olan bütün farklılıklarla “bir” olmak…
bizim yüzyıllardır
bildiğimiz ve gördüğümüz bu
yaşlandıkça aklını
kullanan halkın kültürü, sanatı ve edebiyatıyız…
ihtiyatlı ve diplomatik
bir kültür, sanat ve edebiyat yerine
antik çağlara doğru
ileri!
Salih Aydemir