ateş telaşı
kentin sesi
sussa. yalnızca gölgesi düşse geceye
başımızı uzatsak
göğe doğru. görür müydük:
nasıl ateşle
betimlenir yaşam içimizde…
:
susmak bir
anlamdır aramızda
kelimeleri bıçak
biliyoruz da
ilk konuşan
öldürmüş oluyor kendini
aşk ne bilsin bunu.
kendi diliyle anlatır o, ölümü.
bundan işte
kendinle susuyor buluyorum seni
her öptüğümde
***
unutmak
anımsamanın iştahlı meyvesi
belleğin ağacı
şaşırtmasın seni
gecenin iç bükey
bir çatlağı yalnızlık da.
kime öğrettimse
yalanladı ama beni
kime öğrettimse
yaşamın bir veda olduğunu.
bir tırtıl
doğruladı bunu kelebek telaşıyla.
***
biçimi ve
kokusuyla anımsayabilirsen eğer
bir gök düşün
elinde. bir toprak düşün diğerinde
kalmışsa bir anı,
akıcı aşklardan, hızla koyult kıvamını sesin
yaşamın yatay
bilgisini tanımlayan tavanlarını düşün evlerimizin
kelebek
ölülerinin büyük yanıtlarını bir de.
ama bunları
düşünsen ne düşünmesen ne
ateşi uyandıran
rüzgar duruluğunda çağırıyorum
‘öteki
varoluşumu’ bedene
evet
“sürüp gitmek
çeliyor aklımızı” /bundandır
ayaklarımı
sürüyerek yürüyorum epeydir (ateşten bir akıntı gibi)
izlerimden
tanıyor sanıyorum dünya beni. ama ne gam
fotoğraflarda
keserek ayırdığımız
bir boşluk gibi
kalıyoruz işte kendimize. hep “olmak” isterken.
hayır aşk var
diye değil.
aldığımız nefese
cesaret olsun diye: yan yana olmuş ol-mak
ne ki:
umut nasıl da can
yakıyor...
ama ben, sabahı
bulduğumda yıkıntılar arasında
ellerimi
sürüyorum yüzüne yanarak.
hızlı bir avuntu
gibi…
hayır senden
değil. sus bunu da.
göğe uzasın
istedim başım
çöksün istedim
tavan: nefis bir çığlıktan/
sığamazdım
toprağa.
yaşama yakınlığım
şaşırtmasın artık kimseyi,
kentin gölgesi
düşüyor çünkü geceye
yak diyorum sonra
her şeyi, her şeyi yak diyorum
kendime…
ELA DİNCER
(defter tarafından yayınlanacak
“İstiridye Sancısı” Kitabından)